17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tuncer Erdem'den 'Denizlerimizde Rüzgâr' İyi öykü okumak isteyenlere Tuncer Erdem'in öyküleri öyle kolayca tüketilecek, bir çırpıda okunup unutulacak, sıradan ve basit metinler değil. Yazarın anlatımı yalın, anlaşılır, bazı bölümlerde şiirsel bir tat içeriyor. Ayrıca yazar okuru sıkmayan bir yazma/anlatma yeteneğine sahip. Öykülerin içindeki aksiyon, zaman kavramı, kurgu gibi temel değerler bilinçli bir yerleştirme ile karşımızda sıralanıyor. ? Tufan ERBARIŞTIRAN S on yıllarda bazı yazarlarımız işin kolaycılığına kaçıyor, özgün olma adına cinsellik, siyaset ve günlük yaşamın bilinen karmaşası üzerine tekdüze öyküler yazıyor. Birbirinin aynısı metinler fotokopide çoğaltılmış gibi karşımıza geliyor. Edebiyatımızın geleceği açısından bu durumu tehlikeli buluyoruz. Bir yazar 'özgün' bir metin yazmak için öncelikle konuyu 'diğerlerinden' ayırmalı, sonra da sözünü söylerken farklı bir bakış açısı yaratmalıdır. İşte Tuncer Erdem'in kitabında bunların tümünü görebiliyoruz. Kitabın daha ilk öyküsünde konunun özgünlüğü dikkat çekiyor. Yazar “Bir Geri Dönüşüm Hikâyesi” adlı öyküsünde yaşamın özünü, anlamını sorguluyor, okuru da bilinçli bir okumaya yönlendiriyor. Geri dönüşümlü bir poşetin gözünden evrenin varoluş nedenselliğini algılamaya başlıyorsunuz. Poşetin sürekli geri dönüşümü ile başlayan sonsuz yolculuğunda, birçok kez farklı kimliklere bürünmesi gerilim kadar düşünsel derinliği de beraberinde getiriyor. “…zihninde farklı şahsiyetlere ait karmaşık anılar dönüp duruyordu: Sıcak bir evin banyosu, ekşi kokulu tuvalet kağıtları, evde oynaşan çocuklar, sokakta yaşayan bir şarapçının hırıltılı sesi ve soğuk elleri, bir kırtasiyecideki rengârenk defterler, plastik oyuncaklar, uçsuz bucaksız çöp dağları, köpeklerin beyaz dişleri…” Yaşamın bu sonsuz döngüsünde hiçbir şey SAYFA 8 kaybolmaz ve her şey sürekli değişir. Binlerce yıl öncesinde eski İon filozoflarının başlattıkları bu felsefi görüşün edebi bir yansımasını buluyoruz. İnsan da tıpkı geri dönüşümlü bir poşet gibi doğar, yaşar, belirli alanlarda bulunur, yaşama katkı yapar, sonunda biçim ve içerik değiştirir. DÜŞSEL CENNET Kitapta dikkat çeken bir başka öyküde ise (Koku), yolculuklarda başını dayadığı camda sürekli bir koku hisseden kahramanımızla ilgilidir. Bireyin kendi gerçekliğini aşması, 'öteki' tarafı merak etmesi, günlük yaşamın dışındaki dünyayı tanımaya çalışması üzerine yazılmış harika bir öykü. Her gün önünden geçtiği büyük bir duvarın arkasını merak eden, orada neler olup bittiğini öğrenmek isteyen, dolmuş yolculuğunda uykulu gözlerle duvarın üzerindeki küçük bir delikten ancak birkaç saniyeliğine 'içeriyi' görebilen kahramanımız bu kez kararlıdır. Dolmuştan iner ve doğruca duvarın önüne dikilir. Ona bir tür meydan okumadır bu yaptığı. İnsanın engel tanımayacağını, istediği zaman önündeki 'duvarları' aşabileceğini göstermek istemektedir. 'Duvar' dış dünyadan yalıtılmış, kendi gerçekliğini saklayan, dışarıya kapalı bir özel alandır. “…insanın yaratacağı tahribattan korunmuş ve yavaş yavaş burayı mesken edinen kuşları, deniz suyuyla gelen balıkları, rüzgârın, kuşların getirdiği tohumlarla yetişen bitki örtüsüyle koca şehrin içinde küçük bir yaşam alanı, güvenli bir korunak halini almıştı. Suların kıyısında büyüyen sazlar, çeşitli su bitkileri, ağaçlar, çalılar, su kıyısındaki balıkçıllar, suyun ortasında yüzen sakarmeler, ördekler… …kendi oluşturdukları bu küçük cennette kaygısız bir hayat sürüyorlardı.” Çöldeki gizli bir vaha gibi bu düşsel cennet bize neleri çağrıştırmaktadır? İnsanın doğa ile olan birlikteliği, çevreyi bozması, yaşadığı dünyayı tahrip edip kendini daracık bir alana sıkıştırması ile bağlantılıdır aslında. Bunların ötesinde insanın temel özelliklerinden olan 'merak' dürtüsünü, engelleri aşma isteğini, günlük koşuşturmanın arasında sığınacak bir yer aramasını sayabiliriz. YENİ YORUMLAR Yazar doğrudan felsefe yapmıyor kuşkusuz. O daha çok metne hakim olduğunu, yazma becerisini, aktarmak istediği mesajı, okurla arasındaki bağı göstermek istiyor. Bundan sonrası okura aittir artık. Öyküdeki 'boşlukları' doldurmalı, yazarla karşılıklı satranç oyuncusu gibi metin üzerinden iletişimde bulunmalıdır. Bir edebiyat ya da sanat eseri onu yaratanın elinden çıktıktan sonra topluma ait olur. O eseri izleyen/okuyan herkes sürekli katkı sağlayarak, üzerinde tartışılarak aynı eser yeniden yaratılır. Tuncer Erdem'in öyküleri de bu formata uymaktadır. Her öykü okur tarafından ikinci üçüncü okunuşta tam anlamıyla tadına varabileceği, yeni yorumlar yapabileceği katmanlı bir derinlik içermektedir. Alışılmışın dışında bir gizem, merak, öğrenme arzusu, kendini aşma gibi konular karşımıza çıkmaktadır. Kitabın içinde yer alan bir diğer öyküde (Denizlerimizde Rüzgâr) ise yine farklı bir konu, aykırı bir anlatım söz konusudur. Günün yorgunluğunu televizyon karşısında hava tahmin raporu dinleyerek atan, deniz sevdalısı bir erkek kahramanımız vardır. Bireyin kendine ayırdığı bir sığınak, gizli bir liman her zaman olmuştur. Herkes özel gerekçelerle böyle bir fanusu yaratır ve kendine saklar. Orada sıkıldığı zaman kafasını dinler, rahatlar, mutlu olur. Bazılarımız da düşsel bir görüntü içinde kendini gizler, orada türlü fanteziler kurarak aynı rahatlamayı yaşar. Öyküdeki durum ise bir hayli farklı, inanılmaz ve çarpıcıdır. Akşama gelecek konukları için balık almaya çıkan kahramanımız deniz kıyısına geçer, sahilde dalgaları ve martıları izlemek ister. Orada bir balıkçıya yardım eder. Bu arada zamanın nasıl geçtiğini de anlayamaz tabii. Eşi, polisler ve konuklar sahile doğru yürümektedir. Belli ki kendisini aramaktadırlar. İşte tam burada bir yazarın özgün metin yazma yeteneğiyle tanışıyorsunuz. Kahramanımız türlü düşler kurduğu, huzur bulduğu, günün yorgunluğunu unuttuğu kıyıdan denize atlar. Orada, suyun içinde kendini evinde gibi hisseder. Kahramanımız herkesten sakladığı, sadece kendisinin bildiği, sığındığı 'alanın' içindedir artık. Hem gizlenecek hem de suyun içinde doyasıya ıslanacak, martılara yaklaşacak, dalgaların köpükleriyle yıkanacaktır. Gizlenme kaygısı ve mutluluk iç içe geçmiştir. “Yukarıda da bulutlar vardıve tabii başka şekiller de:kıvrılmış bir kılıçbalığı, yanında uçan bir şal.” Birey yalnızlığını gizleyecek bir pencereden baktığında düş gücünü genişletir, türlü fanteziler ile avunur, dış dünyadan kendini arındırır. Orada onun dünyasında çıplak gerçekliğin üstü açılmış, örtüsü kaldırılmış, varoluşun nedenselliği ile baş başa kalmıştır. BAŞARI VE ÖZGÜVEN Kitabın içindeki diğer öykülerde de 'özgün' konuların olduğunu imleyelim. Mizahi yaklaşımın ardındaki yalın gerçeklik, bireyin yalnızlığı, hepsinden önemlisi de yaşamın 'öteki tarafına' mistizme düşmeden ulaşma arzusu, dikkat çekici bir anlatımla yoğrulmuş, harmanlanmış ve metne dönüştürülmüş. Üstelik yazarın 'özgün' olma sevdası başına dert açmıyor, konuya olan hakimiyeti nedeniyle kurguyu kolaylıkla iç içe geçiriyor, konuyu bilinçli bir anlayışla metne yayıyor. Öykülerdeki konu, kurgu ve anlatım kahramanların önüne geçiyor. Bu alışık olmadığımız bir yetenek, başarı ve özgüvendir. Tuncer Erdem'in öyküleri öyle kolayca tüketilecek, bir çırpıda okunup unutulacak, sıradan ve basit metinler değil. Yazarın anlatımı yalın, anlaşılır, bazı bölümlerde şiirsel bir tat içeriyor. Ayrıca yazar okuru sıkmayan bir yazma/anlatma yeteneğine sahip. Öykülerin içindeki aksiyon, zaman kavramı, kurgu gibi temel değerler bilinçli bir yerleştirme ile karşımızda sıralanıyor. Son dönemlerde 'özgün' konulu öykü okumak isteyenlere salık verilir. ? [email protected] Denizlerimizde Rüzgâr/Tuncer Erdem/Yapı Kredi Yayınları/ 68 s. KİTAP SAYI 909 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle