Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
II. Dünya Savaşı sonrasının sağcılaşma ve bağımlılaşma atmosferinde, “demokrasi” adı altında çok partili düzene geçilmektedir. Toplumsal dinamiklerin önceden ezildiği bu ortamda Köy Enstitülerinin yaşaması olanaksızdı. K öy Enstitülerine ilişkin ne denli yazılsa azdır diye düşünüyorum. Alev Coşkun’un bu çok önemli konuya ilişkin yayınlanan çalışmasını (Hasan Âli Yücel, Cumhuriyet Kitapları) okurken bu duyguyu yeniden yaşadım. Onun bu değerli çalışmasını okurla paylaşırken, onun üzerinden Enstitülerin kapatılma sorununu tartışmak istiyorum. Çünkü Kitap iyi bir derleme olmakla birlikte bazı sorunlu noktaların üzerine gitmekten imtina etmiş gibidir. Erdoğan AYDIN Kritik Köy Enstitülerini nasıl kaybettik? dar değişimi olmuştu sanki. Peker hükümeti, kendisinden önceki hükümeti suçluyordu” Dönemin Amerikancı Soğuk Savaş rüzgârı ortalığı kaplamıştı: Hükümetin İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer’in, eski Genelkurmay Başkanı ve yeni DP milletvekili antikomünist Fevzi Çakmak’ı “komünistlerle ilişkili olmakla” suçlaması ve F. Çakmak’ın da, kendini savunurken H. Â. Yücel’i “komünist etkinlikleri desteklediği” gerekçesiyle suçlaması, içine girilen gerici cinneti göstermek açısından çarpıcıdır. (s.138) İşte böylesi bir sağcılaşma ve bağımlılaşma atmosferinde, “demokrasi” adı altında çok partililiğe gidilmektedir ki, bu ortamda Köy Enstitülerinin yaşaması olanaksızdı. KURAN DA KAPATAN DA... Bizzat Engin Tonguç tarafından İnönü’ye atfen aktarılan, “Çok büyük bir fırsat kaçırıyorsunuz. Bu savaş yıllarından faydalanarak bunları yapmalıydınız. Savaştan sonra ne olacağı Alev Coşkun belli değildir, bunların hiçbirini bize yaptırmayacaklar. İleride beni dinlemediğiniz için çok pişman olacaksınız” sözü sorunludur. Adeta Enstitülerin atılım yapamamasının sorumluluğu Yücel ve Tonguç’un sırtına atılmaktadır. Buna göre İnönü, Köy Enstitülerinin sayısını 40’a, ertesi yıl da 60’a çıkarmayı zorlamakta, Tonguç ve Yücel ayak diremektedir. Oysa olağan durum, konunun Bakanlar Kuruluna getirilmesi ve oradan karar çıkarılması değil mi? Onlara rağmen Tonguç ve Yücel ne yapabilir? Tahsisatı çıkmamış okulları, gelinen noktada artık köylüye yıkarak yaptırmak, değil Tonguç ve Yücel, İnönü tarafından bile yapılamazdı. Özetle A. Coşkun’un, “Mademki İnönü Köy Enstitülerine bu kadar önem veriyordu, neden korumadı” sorusuna geliştirdiği yanıtlar benim açımdan tatmin edici değil. Kuşkusuz insanların gücünün sınırı var, kuşkusuz rüzgârın iyice döndüğü bir dönem. Ancak bu dönüşte önceki politikaların da temel bir rolü olmalı. Eşyanın doğası gereği bir devrim, kendi (burjuva demokrat) yolunda kararlılık göstermediği oranda geleneksel güçlerin palazlanarak düzeni restore etmelerinin önünü açar. Toprak reformu konusunda irade gösteremeyen bir devrim büyüyen toprak ağalarına teslim olmak, köylülerini ağaların elinden kurtaramayarak en temel toplumsal dayanağını düşmanına kaptırmak noktasına gelir, Cumhuriyetin temel handikabıdır bu. Ülkenin sol kanadını kıran bir iktidar, bir müddet sonra güç olarak sadece burjuvalar ve ağalarla karşı karşıya kalır. İşin içine emperyalizm de girince Köy Enstitüleri dahil diğer kazanımlarını da tek tek teslim eder. A. Coşkun, saldırılar karşısında Yücel ve Tonguç’un yürekli duruşundan haklı bir övgüyle söz eder. Peki, ama bu yürekli duruş niçin yalnız bırakıldı? Bu sorunun yanıtı da kafamızda netleşmek zorunda. Netleşmeli ki ileri hamle yapabilecek, yaptıklarını kaptırmayacak devrimci gelenekler oluşsun. İlhan Başgöz’ün işaret ettiği gibi “İnönü’nün desteğinin ortadan kalkması Enstitülerin oturduğu temellerden en önemlisinin yıkılması olmuştur.” (s,217) Tanilli’nin de işaret ettiği gibi, “burjuvazi adına hareket eden bürokrasinin burjuvaziyle bütünleşmesini, Amerika’yla bütünleşmeyi baş tacı edenlerin, toprak ağalarının çıkarlarına dokunma kararlılığı gösteremeyenlerin Köy Enstitülerini koruyamaması kaçınılmazdı. Bu bağlamda Tanilli’nin de ifadesiyle “Köy Enstitülerini kuran ve kapatan iktidarın aynı iktidar, CHP iktidarı olması rastlantı değildir.” ? KİTAP SAYI 909 GERİCİLİĞİN ORTAK PAYDASI 17 Nisan 1940’ta kurulan Köy Enstitülerinin ömrü, ne yazık ki uzun sürmeyecekti. Çünkü ciddi bir barikatla karşılaşan bu okullar, kendilerini savunacak toplumsal ve siyasal güçten yoksundu. Bu durumda kurumun savunucuları gün günden yinelenen saldırılar karşısında direnme gücünü kaybedecekti. Hasan Âli Yücel, Köy Enstitülerine karşı olan Kazım Karabekir’in, kendi dışındaki tüm CHP milletvekillerinin oyuyla Meclis Başkanı seçilmesi üzerine yapacak pek bir şeyi kalmadığını anlayarak 5 Ağustos 1946’da Milli Eğitim Bakanlığı’ndan istifa edecekti. Bu istifayla birlikte okulların içeriği de hızla boşalmaya başlayacaktı. Toprak ağalarından, sağcı politikacı ve bürokratlara, Alman işbirlikçilerinden sonraki Amerikan işbirlikçilerine kadar geniş bir egemen kast onlara şiddetle karşı çıkıyordu. Kazım Karabekir yanında Fevzi Çakmak da, Köy Enstitüleri ve H. Â. Yücel karşısındaki olumsuz tavırlarıyla sivrilen insanlardır. Karabekir, “CHP programında sınıf ayrımı olmamasına rağmen onu kendi elimizle yaratıyoruz” diyerek itiraz edecektir Köy Enstitülerine. Bu kapsamda Köy Enstitüleri, “birer komünist yuvası” olduğu, “ahlaksızlığı yaygınlaştırdığı” söylenerek yıpratılmaya çalışılıyordu. Bu sırada gündeme gelen, parayla satın alınacak toprakların köylülere dağıtılması şeklindeki son toprak reformu tasarısı da, başta Menderes ve Emin Sazak olmak üzere, topraklarını vergi bedeli üzerinden satmak istemeyen milletvekili toprak ağalarının muhalefeti üzerine rafa kaldırılacaktı. İşte tam bu sıralarda Sol görüşlü Zekeriya ve Sabiha Sertel’lerin çıkardığı ve İnönü’yü eleştiren Tan gazetesi, Tanin gazetesinin başyazarı ve CHP milletvekili Hüseyin Cahit Yalçın’ın, “Kalkın Ey Ehli Vatan” (3 Aralık 1945) adlı makalesiyle kışkırtılan gençlerce yakılıp yağmalanacaktı. 4 Aralık’ta gerçekleşen bu saldırı, hızını alamayıp sol kitaplar satan ABC Kitabevi yanında Yeni Dünya ve La Turquie gazetelerinin yönetim merkezlerine saldırılarla yayılıyordu. Savaşın bitişiyle yükselen Amerikan hegemonyası da Türkiye ve CHP’deki antikomünist dalgayı geliştiriyor ve bu durum Köy Enstitülerinin yaşam olanaklarını da ortadan kaldırıyordu. Hasan Âli Yücel SOL KANADINI BUDAYAN CUMHURİYET Alev Coşkun tam bu noktada şu soruyu sorar: “Kırsal alan kalkınmasında, köy çocuklarının eğitilmesinde çığır açan bu eğitim devrimi İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde en hızlı ve etkin dönemini yaşamıştı. Nasıl oluyor da şimdi yine İnönü döneminde, 1946 seçimlerinden hemen sonra söndürülüyordu?” Bir başka yerde soruyu şöyle yineliyor: “Madem ki İnönü, Köy Enstitülerine bu kadar önem veriyordu, bu kurumları neden korumadı? Bu kurumların yaratıcısı SAYFA 26 H. Â. Yücel’in bakanlıktan ayrılmasına neden göz yumdu? Davalar sürerken, herkes ona saldırırken neden ona kol kanat germedi?” Bu kritik sorunun doğru yanıtı büyük önem taşıyor. Kitapta zaman zaman ima edilen, ama açıklıkla verilmekten kaçınılan yanıt; toprak reformuna niyetlenerek, Köy Enstitülerini kurarak devrimini ileri taşımak isteyen rejimin bunu yapacak kararlılıktan ve güç dengelerinden yoksun olmasıdır. ‘60 sonrasında bir gece İnönü’nün, Yaşar Kemal’i yanına çağırıp, “Söyle bakalım bir kanadı olmayan kuş uçar mı” sorusunun yanıtındadır her şey. Cumhuriyetin bir kanadı yoktu, bu süreç içinde budanmıştı, sol kanadını budayan rejimin devrimci soluğu ise toprak ağalarının, İttihatçı ve Osmanlıcı bürokrasinin ve büyütmek için elinden geleni ardına koymadığı burjuvaların restorasyoncu direnişi karşısında tıkanmıştı. Burjuvazisini daha hızlı büyütmek için işçilerini sendikasızlaştırmış, sol fikirleri 141142. maddelerin tehdidi altında sindirmiş, 1 Mayısları ‘bahar bayramı’ yapmış, köylülerin milletin efendisi olabilmesi için gereken toprak reformu yapmamış rejim, aşağıdan gelerek kendini ileriye taşıyacak bir toplumsal destek üretemeyecektir. Bütün bunların üstüne II. Dünya Savaşı sonrası saflaşmada, “Sovyet tehdidi” gerekçesiyle boylu boyunca ABD’nin yanında saf tutmuş bir siyasal iradenin, Köy Enstitülerini sürdürmesi olanaksızdı. GİDİŞATIN TURNUSOL KÂĞIDI Demokratikleşme adı altında Amerikancı bir proje uygulanmakta ve dönemin CHP’si bu politikayla gerçekte kendi sonunu getirmektedir. Köy Enstitüleri bu gidişatı belirleyen turnusol kâğıdıdır. Önce toprak ağaları tarafından başlayan direniş, giderek antikomünist, önce Almancı, sonra Amerikancı olan güçlerin temel ittifak konusu olmuştur. CHP ise, H. Â. Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’u, bu azgın saldırı karşısın da feda edecektir. DP’nin onlara son darbeyi vurmasından önce CHP, Recep Peker Hükümeti ve Onun Enstitüye karşı Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer’den itibaren tasfiyeci bir çizgi izleyecektir. Öyle ki Kasım 1951’deki gizli oturumda Sirer, Köy Enstitülerinin 500 kişilik kadrosundan 400 kişiyi tasfiye ettiği adeta bir rüşt ispatı olarak savunacak, “bu adam” diye söz ettiği Tonguç’u “defettiğini” söyleyecektir. 1946 seçimleri sonrasında kurulan Peker hükümetiyle CHP, DP karşısında mevzi kaybını önlemek üzere Köy Enstitülerine el atar. Birinci icraatı olumludur; Okul masraflarının köylülere yüklenmesine son verir. Ancak bu düzeltme Enstitüleri kurtarmak için değildi. Nitekim ilk elden, Köy Enstitülerinin fikri babası Tonguç’u tasfiye eder. Ardından bu üretim ve aydınlanma yuvalarındaki eğitimi, “milli duygu” hamaseti ile hızla değiştirir ve Enstitünün tüm idealist kadrolarını temizleyerek, proje her anlamda iğdiş edilir. Böylece ağaların tepkisi nötralize edilmeye çalışılıyordu. Oysa ağalar tam iktidar, dolayısıyla “CHP kamburundan” kurtulmak istiyorlardı. Bu süreçte CHP kendini halkçı ve devrimci bir yerden gözden geçireceğine, tam tersine hızla DP’lileşiyordu. Sola yönelik tutuklama ve provokasyonlar artıyordu. Öyle ki bazen DP’nin söylemlerinin bile gerisine düşmesi sonucunda, umudunu CHP’den kesen emekçiler ve sol DP’ye yedekleniyordu. Bu açıdan 1947’deki 7. Kongre, “devrimciliğin” “evrimcilik” ile değişimi, özel girişime desteğin arttırılacağı taahhüdü, Amerikancılık ve gemi azıya almış antikomünizm söylemiyle çarpıcıdır. Çarpıcı bir diğer şey de, İnönü’nün, 7. Kongre kararlarını, “demokrasinin gereği” olarak savunmasıydı. (s.126) Mehmet Başaran’ın ifadesiyle “aynı parti içinde bir ikti CUMHURİYET