Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Mustafa Öneş’le "Şiir Kuşatması" üzerine… Her yapıt, içinde kendi eleştiri yöntemlerini de barındırır Yazın yaşamına şiirle başlayan Mustafa Öneş, 1965’te katıldığı Yeni Dergi Eleşitiri Yarışması’nı kazınınca eleştiriye yöneldi. Özellikle şiir değerlendirmeleri alanında etkinlik gösteren Öneş, yazılarının bir bölümünü "ŞairŞiir Yazıları" adıyla kitaplaştırmıştı. "Şiir Kuşatması", Mustafa Öneş’in 19692005 yılları arasında yazdığı şiir değerlendirmelerinden oluşuyor. Yazarla 2006 Memet Fuat Eleştiri Ödülü’nü alan "Şiir Kuşatması"nı konuştuk… Bir gün Yeni Dergi'de otururken Behçet Necatigil bana dönüp, her zamanki inceliğiyle, "Siz şairlere bir şeyler öğretiyorsunuz" demişti. Neler öğrettiğimi sormadım. Bu söz yeterliydi. Edip Cansever de yeni bir dönemin eşiğine adım attığında telefon edip, "Reis, sana bazı şiirler göstereceğim, görüşünü öğrenmek istiyorum; tenha bir meyhanede buluşalım" derdi. Yazın dünyasından hiç kimsenin uğrama olasılığı bulunmayan, kendisinin de başka zamanlarda kapısından bile bakmayacağı salaş yerleri seçerdim. Şiir aşkına, yadırgamadan gelir otururdu. Bunlardan biri de aralarında kavgacı semt kabadayılarıyla şöförlerin, çarşı esnafından akşamcıların uğrak yeri olan Muhittin'in Meyhanesi'ydi (Şimdi yerinde saatçi var). Genellikle boş olan üst katında otururduk. Her yıl onlarca kişi şiir getirir. Görüşlerimi söyler, uyarılarda bulunurum, üzerinde düzeltmeler yaparım. Aralarında, ödül alanlar, şiirleri her dergide yayımlanır düzeye gelenler var. Bazıları biraz palazlandıklarında sizi tanımaz oluyor. Diyeceğim, bir daha hiçbir şairden Behçet Necatigil'inkine benzer bir söz ne bekledim, ne de duydum. Yaklaşım yöntemimin adını 1967 yılında Memet Fuat koymuş, Batı'da buna 'yakın çalışma' dediklerini söylemişti. Şiire yapışmış gibi gidiyordum. Yargılarımsa sezgi ağırlıklıydı. Bugün de biraz geliştirilmiş olarak aynı yöntemi sürdürüyorum. Sözlerim, şiirin başka türlü incelenemeyeceği anlamına gelmemeli. Yaklaşım biçimi herkese göre değişebilir. Dolambaçlı yollardan olsa da sorunuzu yanıtlayabildim sanırım. ? Mehmet ÇAKIR azmaya şiirle başlamışsınız; sonra neden eleştiriye yöneldiniz? Yaşam yolu dümdüz gitmiyor; üzerinde çok tümsek, engel, tuzak var. Bunlardan biri ya da birkaçı sizi amacınızdan uzaklaştırabiliyor. Şiir ise sürekli ilgi bekleyen kıskanç bir sevgili gibi. Zorunlu nedenlerle de olsa bir süre uzaklaşmışsanız ondan, geri döndüğünüzde yerinde bulamıyorsunuz. 6 yaşımdan beri şiir okuyorum. İki yaş büyük kardeşime evde ders çalıştırırlarken okuyup yazmayı öğrendim. İlkokul ikinci sınıftayken, ortaokulun Güzel Yazılar adlı Türkçe kitabından Faruk Nafiz Çamlıbel, Kemalettin Kamu, Ömer Bedrettin Uşaklı, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç gibi şairleri okumaya başlamıştım. Bugün hâlâ belleğimde o yıllardan kalmış şiirler vardır. Daha sonra, ilkin Birinci Yeni, ardından da İkinci Yeni akımlarının savunucularından oldum; birçok kez değişik görüşteki arkadaşlarla tartışmaya giriştim. Bütün bunlar bana, şiire eleştirel açıdan bakma alışkanlığı kazandırmıştı. Bir yazın türü olarak eleştiriye yönelişim, 1966 Yeni Dergi Eleştiri Yarışması'nı kazanmamla başladı. Yarışmanın seçici kurul üyeleri Memet Fuat, Berna Moran, Asım Bezirci'nin de bunda payı vardır. Her karşılaşmamızda eleştiri yeteneğimi övüyor, yazmayı sürdürmem için beni yüreklendirmeye çalışıyorlardı. Memet Fuat ayrıca şiirlerimi de beğenmekteydi. Seçici kurulunda bulunduğu Türk Talebe Federasyonu Şiir Yarışması'nda, bana en yüksek puanı vermişti. O yarışmayı kimler kazandı? Sanırım, Ataol Behramoğlu sonradan çok ünlenecek "Bir Gün Mutlaka"yla birinciliği, Süreyya Berfe "Kasaba"yla ikinciliği kazanmıştı. Başarısızlığımı tez elden unutmaya çalıştığımdan olacak, sıralamada kendi yerimi iyi anımsamıyorum; dördüncülük ya da be Y ‘Bana da ara sıra neden antoloji hazırlamadığımı soruyorlar. Oraya seçeceğim şairlerden her birinin şiiri üzerine en az iki üç sayfalık yazı yazabilme fırsatı bulduğumda bu işe girişebileceğimi söylüyorum’ diyor Mustafa Öneş. şincilik almış olabilirim. İlk sorunuzun yanıtı, araya yeni bir soru girdiğinden, yarım kalmıştı. Gene oraya döneceğim. Şiirden kopuşumun nedeni, 1980'de yazın dışı bir kuruluşta işe başlamamdı. Emekli oluncaya değin, ağır koşullar altında aşağı yukarı on yıl süren bu çalışma, beni yalnızca şiirden değil eleştiriden de koparmıştı. 1990'lı yılların başında emekliliği elde edince, yukarıda söylediğim gibi, şiiri bıraktığım yerde bulamadım; eleştiri daha 'vefalı'ydı. ELEŞTİRİ GELENEĞİ YOK... Eleştiri yaparken izlediğiniz bir yol, yöntem var mı? Türkiye'de ardına takılacağınız bir eleştiri geleneği yok ki. Suut Kemal Yetkin, Hüseyin Cöntürk gibi yazarların, geçmiş dönemlerde bu eksikliği Fransa, İngiltere, Amerika gibi ülkelerden 'dışalım' yoluyla gidermeye çalıştıklarını görüyoruz. Onların çabaları, eleştirel konular üzerine düşünenlerin çevresini genişletmekte yararlı olmuştur belki. Ama, yabancı düşünürlerden aktarılmış eleştiri yöntemleri, uyarlamaya kalkıştığınızda yerli yapıtların üzerinde bedene iyi oturmamış giysiler gibi durmaktadır. Ayrıca, belirli bir yöntemin sınırları arasında kalarak eleştiri yapılabileceğini sanmıyo rum. Her yapıt, içinde kendi eleştiri yöntemlerini de barındırır. Bunları bulup uygulamak eleştirmenin görevleri arasındadır. Eleştiri geleneği diye adlandırılan yapıtlara yaklaşım alışkanlığı, sözünü ettiğimiz uygulamanın uzun yıllar sürdürülmesi sonucu doğmaktadır. Başka türlü söylersek, eleştiri geleneğinin kaynakları yapıtların içeriğinde gizlidir. Kendisini ayrımsayıp ortaya çıkaracak eleştirmenleri bekler. Şiir eleştirisi nasıl bir yaklaşımı gerektirir? Başlangıçta, eleştirmenin şiire yaklaşımı skolastiklerin Tanrı'ya yaklaşımına benzer. Onlar Tanrı'nın varlığını önce kabul eder, ardından kanıtlamaya çalışır. Eleştirmen de ilkin karşısında duran yazının şiir türüne girdiğini onaylamalıdır. Çünkü, şiirin biçimsel özelliklerini taşıyan her yazı şiir değildir. Daha sonra yapılması gereken şey, şiire katılmaktır. Şaire de katılmak demektir bu. Katılmanın anlamı bir çeşit yol arkadaşlığıdır. Dizeler boyuca onunla birlikte yürümektir. Bana göre, şiir uzaktan uzağa eleştirilemez. Yapıtın yakınında olmak, ayrıca yazarını uyarıcı görevler de yüklemektedir eleştirmene. O çoğu kez, görevi ayrımına varmadan üstlenir. Burada, ister istemez anılara gireceğim. ‘ÖZNEL ELEŞTİRMEN’ Eleştirilerinizde, şiirler üzerine yargı verirken ya da kendinizden söz ederken 'ben' yerine 'biz' demektesiniz. Nedenini açıklar mısınız? Eleştiriye, daha doğrusu şiir eleştirisine başladığımda hiçbir donanımım yoktu. Üzerine söz söyleme gücünü, yalnızca şiire olan yakınlığımdan alıyordum. Bilgiçlik taslıyor demesinler diye bütün yargılarımın başına ya da sonuna 'bence' eklemekteydim. Bu kez de adım 'öznel eleştirmen'e çıktı. O yıllarda toplumsal gerilim oldukça yüksekti. Bireycilik kargışlanmaya başlamıştı, öznellik bağışlanır bir tutum değildi. 'Bence' yerine 'bizce'yi kullanma alışkanlığını kazanmalıydım. Kendimi biraz eğittikten sonra başarabildim. Bunda felsefe öğreniminin, özellikle de Nermi Uygur'un konuşma ve deneme dilinin epey katkısı olduğunu söylemeliyim. Az ürün veriyorsunuz, neden? Doğru söylüyorsunuz. Bunun, uzun süre yazın dışı işler yapmak zorunda kalıştan başlayıp, titizliğe ve tembelliğe değin uzanan birçok nedeni var; anlatması uzun sürer. Ne ki, ürün azlığı nicelikle ilgilidir. Giderilebilir bir eksikliktir bu. Verimsizlik nitelik alanına da sıçramışsa, KİTAP SAYI ? SAYFA 4 CUMHURİYET 889