Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sorun, önyargıya kaymadan, Rıfat Ilgaz romanları üzerine, nesnel değerlendirmeler yapabilmiş olmak! Romandır, değildir, bu sonraki konu. Öyleyse yazıya bir soruyla girsem iyi olacak: Rıfat Ilgaz’ın romanları, romancılığı üzerinde kim ne ölçüde durmuştur? farklı düzeye ulaşılabilirdi herhalde bu bağlamda. Ne ki böyle bir kavuşma yaşanmadı hiçbir zaman. RIFAT ILGAZ’IN ÇOCUK ROMANLARI... Rıfat Ilgaz, Sarı Yazma’da (1976, on birinci basım, 2005), on iki yaşlarındayken, “Cesur Gemici” adında bir kitabı okuduktan sonra bunun etkisiyle “okul defterinin boş kalan sayfalarına” yazdığı bir romandan söz ediyor: “…Benim cesur gemicim erkek değil, kadın olacaktı. Cideli Rahime Kaptan…” (Sarı Yazma, 60 vd.) Demek ki Halime Kaptan (sekizinci basım, 2002), çocukluğunda, üstelik on iki yaşlarındayken düşmüş olmalı Rıfat Ilgaz’ın usuna: “Rahime Kaptan’ı bir gün aynakıç takasında görmüştüm. Başına Laz başlığı bağlamıştı. Kara kaytanlı cepkenine yakışsın diye bir de zıpka giymişti. Ayaklarında da çapulalar vardı. Başka bir gün onu kucağında mavzerle de görmüştüm.” “Rahime Kaptan’ın öykülerini dinliyorduk, birbirimizden.” (Sarı Yazma, 70) Bu anlatım, Halime Kaptan’daki anlatımla da örtüşür: “Çocuk… karşısındaki Kaptan’ı tepeden tırnağa inceliyordu. Pırıl pırıl sarı yazmalar altında, korkusuz duruşu, rastıksız, düzgünsüz yanık yüzü, bir kıza yakışan kırmızı paçalığı altındaki pırıl pırıl iskarpinleri çok hoşuna gitmişti. Durup bakmaktan kendini alamıyordu.” (108) Fevziye Abdullah Tansel’in Kurtuluş Savaşında Kadın Askerlerimiz (Cumhuriyet, ek kitap, 2001) başlıklı yapıtında Rahime Kaptan’a ya da Halime Kaptan’a rastlayamamış olmak Ilgaz’ın romanının “belgesel kurgu” niteliğini değiştirmiyor. Belli ki Halime Kaptan, henüz çocukken tanıdığı gerçek kahramandan kalkarak roman karakterine dönüştürdüğü biri yazarın. Bu çerçevede “belge roman” değil, “belgesel roman” zaten. Üstelik çocuk düzeyi öngörülerek kaleme alınmış bir yapıt. Nitekim gerek anlatımdan yansıyan tek açılı mantıksal diziliş, gerek karmaşıklıktan uzak yalın yapı gerekse kısa tümceli dil örgüsü bunu açıkça gösteriyor. Belki tek eksiklik, kitabın kapağında “çocuk romanı” nitelemesinin yer almamış olması. Oysa Asım Bezirci, bu nitelemeyi özellikle vurguluyor andığım yapıtında. (147) Sarı Yazma ile Halime Kaptan, biraz da verili koşullara bağlı olduğu için, enikonu yaşantısal, olgusal ağırlık altında. Doğal ki kunt yapı göstermiyor. Oysa Karadenizin Kıyıcığında ile Yıldız Karayel’de Rıfat Ilgaz, olgusal, yaşantısal onca renkliliğe, zenginliğe karşın öndeki görüntü bulanıklığının ardına geçmeye, insan ilişkilerindeki o bilinemez derinliğe inmeye çalışıyor. O halde Rıfat Ilgaz romanlarının gülmece, köy, çocuk romanları olduğunu savlamak olanaksız. Peki Rıfat Ilgaz romanları, anı ya da özyaşam romanları mı? Rıfat Ilgaz’ın, Hababam Sınıfı dışında, anılarına ya da özyaşamöyküsüne dayanarak verimlediği söylenen romanları şunlar: Karadenizin Kıyıcığında, Karartma Geceleri (1974, on üçüncü basım, 2004), Sarı Yazma. Sarı Yazma’nın kapak arkasında şöyle deniyor: “Sarı Yazma… Rıfat Ilgaz’ın kendi yaşamöyküsünü anlattığı romanıdır.” Demek ki Sarı Yazma’nın özyaşamöyküsel roman olduğu zaten yazarın kendisince de belirtilmiş durumda. Ya ötekiler? Özyaşamdan izdüşümler taşıması, romanın özyaşamöyküsel ya da anı romanı sayılması için yeterli midir sizce? Rıfat Ilgaz romanları arasında Karartma Geceleri üzerinde ise ayrıca durmak gerekiyor. Niyazi Berkes’in deyişiyle “iki yüzyıldır bocala”yan, yabancı romanların değerini verirken kendi romanının değerini bir türlü teslim edemeyen “us durgunu” kıtıpiyoslarla karşı karşıyayız ne yazık ki. Türkiye’nin en önemli sivil roman örneklerinden biri olan Karartma Geceleri üzerine değerlendirmemi ise haftaya bırakıyorum… ? KİTAP SAYI 889 M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası R ıfat Ilgaz romanlarının, dudak bükülerek kabullenilmiş yapıtlar olduğu düşünülebilir mi? Kimileri açıktan açığa dillendirmese de “Rıfat Ilgaz romanları, roman değildir!” dercesine tutum sergiliyor neredeyse… Oysa sorun, önyargıya kaymadan, Rıfat Ilgaz romanları üzerine, nesnel değerlendirmeler yapabilmiş olmak! Romandır, değildir, bu sonraki konu. Öyleyse yazıya bir soruyla girsem iyi olacak: Rıfat Ilgaz’ın romanları, romancılığı üzerinde kim ne ölçüde durmuştur? Ölümsüz Asım Bezirci’nin pek bilinen o “karınca”lığıyla verimlediği Rıfat Ilgaz (Çınar, dördüncü basım, 1997) monografisinde görüldüğünce Ilgaz’ın romanları üzerine değerlendirmeye girişenler yok denecek denli az. Gerçekten de Rauf Mutluay, Hasan İzzettin Dinamo, Hikmet Altınkaynak, Sennur Sezer, Necati Güngör, yanı sıra birkaç yazarın tekil kalmış roman değerlendirmeleri dışında ne alanın yetkesi kalemler eğilmiş Rıfat Ilgaz romanlarına ne de onun romancılığı bütünlük içinde ele alınıp değerlendirilebilmiş… Böyle bir değerlendirme yapmadan, üzerinde çalışıp yargıya varmadan kimin ne hakkı olabilir Rıfat Ilgaz’ın romanları, romancılığı üzerine söz etmeye? Ama “bilgisi olmasa da fikri olan” bu insanlara göre “Rıfat Ilgaz romanları, mizah romanlarıdır”, “anı ya da özyaşam romanlarıdır”, “köy romanlarıdır”, “çocuk romanlarıdır”… Gelin sözü Rıfat Ilgaz’ın kendisine bırakalım burada: “Bu üstünkörü geçiştirme öteden beri İstanbullu belli bir yazar grubunun bana karşı sürüp gelen davranışları…” “Nedense eleştirmenler benim mizah hikâyeciliğime kadar gelirler de, romancılığım üzerinde fazla durmazlar.” (Bezirci, 166) Rauf Mutluay da altını çiziyor bu görmezden gelmenin: “1969’un sessizlikle karşılanan değerli kitaplarından biri Rıfat Ilgaz’ın eseri: Karadenizin Kıyıcığında. Hakkında hiçbir eleştiri ve tanıtma yazısı çıkmadı; edebiyatçıların yakındıkları, edebiyatçıların tanıdıkları sessiz karşılama.” (Bezirci, 161, 162) Hâlâ mı sıra gelmedi Rıfat Ilgaz’a? “ASLAN ASKER ŞVAYK”TAN “HABABAM SINIFI”NA... Türk gülmecesi, bana sorarsanız sert doğalı bir gülmece anlayışından besleniyor… Bizde, geçmiş yüzyılların baskıcı birikimi o denli etkili oldu ki, cumhuriyet döneminde bile ciğerlerini geliştirip yelpazelenemedi, yeterince açılamadı. Bu bağlamda Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Muzaffer İzgü, Sulhi Dölek gülmeceyi yazınsallaştırmış, bu alanda önemli dengeler yaratmış ustalar olarak alınabilir. Günümüzde okuduklarımdan Cihan Demirci, Ferhan Şensoy, Ali Erdoğan vb. sürdürüyor bunların izini. Benim okuyamadıklarım da var kuşkusuz. Bizde derinlikli gülmece, aykırı gerçekçi boyutta ya da kara güldürüyle pek pek Tahsin Yücel’e dek geldi sanki. Bunu kara anlatıyla örüntülemek de olanaklı. O zaman Vüs’at O. Bener de eklenebilir bir çalım… Batıda ise, hele de aydınlanmayla birlikte “birey olma”nın tadı kavranınca bu anlamda gülmecenin de önü açıldı, derinlikli bir gülmece tasarımı yapılandırılıp yaşama geçirildi. Bir örnek olarak Çek yazar Yaroslav Haşek’in Aslan Asker Şvayk’ı (Can, çe Romanımızın değerini bilmek viren: Celâl Üster, resimler: Yosef Lada, Cilt III, 2006) anımsanabilir. Ben Şvayk’ı ilk, Samih Tiryakioğlu çevirisiyle “r”li Arslan Asker Şvayk (Varlık, 1971) olarak okumuştum. Bu yenilerde Celâl Üster’in eksiksiz çevirisiyle bir kez daha okudum, yanı sıra Can Cep dizisindeki (2005) “tadımlık” özetlemeyi de tabii… Şvayk, ölümsüz bir kahraman, bir ayna. Roman olaraksa gülmece başyapıtı. Şvayk, romanda tek bir karakter gibi görünse de azınlıktaki yönlendirici, savaş kışkırtıcısı egemen sınıf karşısında halk çoğulluğunu simgeler bir bakıma; barışın değerini ortaya koyan insan sağduyusudur bu da. Şvayk’ın yaşadıkları, insanları adım adım savaşa götüren olayların komiğini çıkarırken bize kendi gerçekliğimizi gösterir aslında. Gelelim Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı’na (Çınar, otuz dördüncü basım, 2006)… Hababam Sınıfı, Şvayk’ın tersine çoğul karakter sergiler romanda. Tulum Hayri, Güdük Necmi, Kalem Şakir, İnek Şaban vb. ayrı ayrı görünmekle birlikte “tek”tirler yine de, nitekim birleştiklerinde yani “sınıf”laştıklarında “tek”leşen karaktere dönüşürler. Sınıftır bu çoğunluk, ama bunu saltık anlamda okul dersliğindeki sınıf topluluğu biçiminde almak yanıltıcı olur herhalde. Gerçekte Hababam Sınıfı, tüm karakterleriyle toplumsal bir sınıftır öyleyse. Halktır o da. Bu nedenle Şvayk da Hababam Sınıfı da dünyanın en önemli gülmece karakterleri arasında sayılmalı derim. Ne ki Şvayk dünya halkları arasında dolaşabiliyorken, bu ölçekte önem taşıyan Hababam Sınıfı, ne yazık ki dünya halklarına sunulamamış bir roman henüz. RIFAT ILGAZ ROMANLARI, KÖY ROMANLARI MI?.. Karadenizin Kıyıcığında (1969, yedinci basım, 2003) ile Yıldız Karayel’ine (1981, sekizinci basım, 2004) kabaca göz atanlar, roman evrenlerinin kır/köykabasa dokusuna yaslandığına bakarak Rıfat Ilgaz’ın Karadeniz köylerini yazmış olabileceğini düşünebilir. Mutluay, yılın roman değerlendirmesini yaparken Karadenizin Kıyıcığında’yı şöyle karşılamış 1970’te: “Yılın en güzel romanlarından biri. (…) …Abartılmamış ölçülerde, bir kasaba hayatının ekseninde ona benzer nice toplum karakteristiğinin bütün ana çizgilerini yansıtarak; hem batmayan bir gerçekçilik yöntemi, hem umutsuzluğa düşürmeyen insan güveniyle. (…) Rıfat Ilgaz yaptığı işin bilincinde ve bütün hikâyelerin düşebileceği romantik iyimserlikten tam ölçüsünde uzakta.” (Bezirci, 162) Yıldız Karayel’le Karadenizin Kıyıcığında romanları arasında kimi koşutluklar kurulabilir. Her ikisi de aynı yörede denizle kara arasına sıkışmış, ama denizsiz de karasız da yapamayan insanların romanı, bu doğal. Romanda tanıdığımız kahramanların tragedik yapısı bundan, yani denizle kara arasında sıkışıp kalmışlıktan. Klasik tragedya havasında örgülüyor Karadenize özgülediği romanlarını yazar. Denize tutkun insanlarla karada kalmayı yeğleyen insanların hem denizle hem karayla hem de kendileriyle çatışırken derinde yatan tutkularına, zaaflarına, trajik yönelişlerine, kaçışlarına, yengilerine, çöküşlerine tanıklık yapıyoruz… Bir oyun yazarının büyük katkısı olduğu ortada romanlara. Kimin ne yapabileceği kestirilmez değildir belki, ama kimin hangi koşullarda ne gibi davranış değişikliği göstereceğini kestirmek gerçekten de olanaksızdır yapıtlarda! Karadenizin Kıyıcığında ile Yıldız Karayel’de, tiplemeye değil karakter yaratmaya yönelen Ilgaz, kahramanları şıpın işi çizgiselleştirmeye yanaşmıyor kesinlikle. Tam tersine katmanlarla geliştirilmiş, determine edilmeden diyalektik çözümlemeye uğratılmış evrenler çıkarıyor önümüze. Sarkma olmayışı bir yana sıkılıkla da yoğunlaştırıyor onları. Bu çerçevede okur, kimi kır romanlarında önceden bilegeldiği biçimde sonunu kolayca kestiremeyecektir artık romanların. Rıfat Ilgaz’ın andığım bu romanlarını, 1940 kuşağı özgüllüğünün belirlediği öngörülebilir. Bu tarihten sonra gelen köy enstitülü kuşak, bu gelenekten kopuşun izlerini apaçık gösterir. Çünkü bu yazarların anlatısında, görünen vardır önde. 1950 kuşağının ilk verimlerinde ise görünene sırt dönülmüştür neredeyse. Onlarda da daha çok bir artalan arayışının ipuçlarıyla karşılaşılır bu verimlerde. Rıfat Ilgaz gecikmeseydi de köy romancıları onun bu yapıtlarını okuduktan sonra roman verimleyebilseydi çok daha Rıfat Ilgaz SAYFA 32 CUMHURİYET