Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? Korku karakterleri üretildikleri dönemleri de niteliyor diyebilir miyiz? Savaşların çok yoğun olduğu dönemlerde mesela hangi tiplemeleri yaratmış sinema? – Bu çok önemlidir, savaş dönemlerinde çok büyük bir darbe yemiştir çünkü korku sineması özellikle 2. Dünya Savaşı’nda. Çünkü insanlar öylesine korkular yaşıyordu ki beyazperdeye yansıtılanlar çocuk oyuncağıydı artık. 20’lerde 1. Dünya Savaşı sonrası Dışavurumcu Alman Sineması’na baktığımızda daha çok toplumbilimsel ve simgesel bir korkudur öne çıkan. 30’lu ve 40’lı yıllarda ise temel olan gotik edebiyat ve gotik yaklaşımdı. Peki ya bugün? – Çok yüzeysel, çok ilkel diyebileceğim bir korku, çok çocuksu bir korku söz konusu. Arada ilginç örnekler çıksa da çok ender. Bir de zaten korku ve dehşet uygarlığı uygarlığıysa tabii içinde yaşıyoruz. Bugün sinemada seyirciyi korkutmak gitgide zorlaşıyor çünkü seyirci yine çok daha gerçek korkularla sinemadan çıktığında ya da cadde de dolaştığında karşılaşabiliyor veya haberleri izlediğinde görüyor. Başka hangi dönemlerde hangi türler sekteye uğradı? – Bir ara bilimkurgu sineması Amerikan sinemasında ön plana çıktı. 50’lerde siyah beyaz biraz dar bütçeli filmlerde, 60, 70 ve 80’lerde ise büyük bütçeli filmlerle bilimkurgu bayağı bir atağa geçince korku biraz geriledi sonra bilimkurgu geriledi korku ön plana çıktı. Bilimkurgu sineması özellikle "fetih" ve "en cesur ulus" olgularına vurgu yaptı. Sık sık siyasal amaçlarla kullanıldı. Spielberg’ün son filmi "Dünyalar Savaşı" mesela politik öğeleri nedeniyle de çok konuşuldu. – Evet kullanıldı hatta sömürüldü diyebilirim. Spielberg’ün filmine gelince ikinci çevrimdir. Hiç sevmedim, ilk versiyonunu beğeniyorum. İlk çevirim George Pal adlı bir animasyon yönetmeninindir, çok iyi özel efektler vardı. Hatta bazı sahneleri Spielberg de kullanmış bir çeşit saygı duruşu anlamında. Ama bence Spielberg için oldukça zayıf bir film olmuş. MERAK DUYGUSU.. Korku ve gerilim türünde bir Shayamalan için ne düşünüyorsunuz? – Çok biçimci. Bir de yeni şeyler anlatmıyor ama öyle grift bir şekilde anlatıyor ki merak duygusuna iyi yaslanıyor. Beni pek etkilemedi. Neden? Mesela sizi neler korkutur? Ben daha çok klasik sinema taraftarıyım. Korku denilince ben hala Stanley Kubrick’in "Shining" filmi diyorum, onun benzeri yok bence. Ben sinemada bir kez korktum, o da dört yaşımdaydım. Ondan sonra da sinemada hiç korkmadım. Hatta korkan kimi meslektaşlarıma zaman zaman fırça çektiğim de oldu. Bir sinema yazarı, bir eleştirmen özellikle korkmamalı. Beni ilgilendiren, bazı şeylerin nasıl yapıldığıdır; çerçeveleme, ışıklandırma, özel efektler, mak Scognomillo’nun korktuğu tek film dört yaşında izlediği ‘Kayıp Ruhlar Adası’. yaj, bunlara dikkat ederim. Elbette ama bu sizi seyircilikten soyutlayan bir şey değil mi? – Soyutluyor tabii çünkü ben olaya dışarıdan bakıyorum bu da galiba çok küçük yaştan itibaren yoğun bir şekilde film izlemekle alakalı bir şey. Filmci bir aile içinde yetiştiğim için sinemanın ne olduğunu çok küçük yaşta öğrendim. Kendimi tam anlamıyla 6 yaşında filan seyirci gibi hissettim. Ama hatırladığım kadarıyla ben hep seyirciydim çünkü babam eski Ellhamra Sineması’nın müdürüyken bazen sabahları sansür kurulu toplanıyordu, ben de balkonun en arka sırasında izliyordum. Gün içinde kimi filmi belki 10 kere izlediğim oluyordu. Ayrıca babam bir film parçasını alıp anlatırdı; bak işte burada resimler var, oğlum bu çizgiler sestir falan, onları projeksiyon makinesine takıyorsun, orada dişliler var, bu, filmin parçasını harekete ettiriyor, hareket ettirince merceğin önünden geçiyor ve bunlar büyüyor diye. Bütün bunları bildikten sonra sinemada heyecanlanamıyorsun ki. O dönemki sinema adamlarını nasıl niteliyorsunuz? Çok kozmopolit bir ortamdı o anlamda. Kimseyi eleştirmek istemiyorum ama sinemayı çok iyi bilen çoğunlukla burjuva insanlarıydı. Türkiye tabii sinemayı çabuk tanıdı, Lumier kardeşlerin ilk gösterisi 1895’in sonunda, Türkiye ise 1896’nın sonlarında sinemaya kavuştu, tabii Anadolu değil ama İstanbul, Selanik, kimi yorumlara göre Hatay’da da vardı ama o kadar. Son bir soru, ya tiyatroda korku? – Tiyatroda korkuda çok ünlü bir örnek var, Paris’teki Grand Ginyon Tiyatrosu’nda 19. yüzyılın sonlarında başlıyor ve 2. Dünya Savaşı’na kadar gidiyor. Sonra bir ara kapanıyor. Şu anda ise hâlâ açık. Cesetler falan parçalanıyor. Tam bir dehşet tiyatrosudur. ? Canavarlar Yaratıklar Manyaklar/ Giovanni Scognomillo/ PMP Basım Yayın/ 116 s. Dehşet Öyküleri/ Giovanni Scognomillo/ PMP Basım Yayın/ 236 s. Batı Sinemasında Türkiye ve Türkler/ Giovanni Scognomillo/ PMP Basım Yayın/ 244 s. SAYFA 18 CUMHURİYET KİTAP SAYI 865