28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? Bir yöntem de gezdiğim yerde hemen bir kahve molası anında defterimi açıp günlük şeklinde not düşüyorum. Peki kurgu yaptığınız oluyor mu yazarken? Yapıyorum. Aralara bilgileri de katarak tabii. Gezi edebiyatında ortak bir dilden söz edilemez diye düşünüyorum. Her yiğidin yoğurt yiyişi hikâyesi bence gezi edebiyatına en yatkın tanımlardan birisidir. Çünkü işin içine gözlem giriyor, ötesi göz giriyor, beyin/kalp giriyor. İşte bunların hepsinin bir harmanlaması olduğu için yazılanlar, kimi gezi kitaplarım tamamen gözlemler önde oluyor, kimilerinde de belgeler yer alıyor, sofra gibi düşünüyorum, yerine göre, zamanına göre sıralanıyorlar. Kiminde tatlı çoktur, kiminde acıyı fazla kaçırmışımdır… Orta(daki) Asya Ülkeleri kitabında anlatılanların ortak noktalarından biri, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan ülkeler, sonrasında güç yetersizliği sonucu büyüklerin paylaşımına uğrayış! Sebepse çok basit, petrol! Türkiye pasif kalıyor o dönemde, ne dersiniz? Orta(daki) Asya Ülkeleri’nde o geziyi yaptığım 1998 yılında o ülkeler, bağımsız devlet oluşlarının yedinci yılındaydılar. Orada devlet kurmanın algılanış biçimleri çok öğretici olmuştur benim için. Beni en etkileyenlerden biri, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te bir delikanlının söylediği sözdü, şöyle demişti hiç unutmuyorum: “Sovyet İttifakı çöktü, bizi bağımsız bıraktılar.” Biz bağımsız bırakmak denilince, almak, mücadele/elde etmek diye bakıyorduk duruma, ama gencin söylediği bu söz pek çok şeyi ifade ediyor sanırım. O ülkeler bağımsızlığa nasıl hazır değildiyseler o dönemde, biz de hazır değildik. O zaman gittiğimde de bunu görmüştüm. Bunun yanı sıra Orta Asya gezisinde ben Türkçemizin ne kadar zengin bir dil olduğunu gördüm ve keşke Türkçeciler buraları gezseler, ne çok sözcüğü birleştirirler, apayrı bir sözlük oluşur diye düşündüm. En çok Türkçe açısından çok değişik buldum Orta Asya ülkelerini. Örneğin Özbekistan’da, Semerkant’ta çarşıyı gezerken, Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçiş nedeniyle resimli kitaplar yapmışlar, onları gördüm. Türkiye’nin oradaki durumunu gözlemleyince şunu fark ettim, birinci sırada, Fethullahçılar, dinciler gitmiş, ikinci sırada Turancılar gitmiş, üçüncü sırada cebine beş bin dolar koyup, Türkiye’de çok önemli işadamıyım diyen kapkaççılar gitmiş ve dördüncü sırada gördüm ki, devlet gitmiş! BÜYÜKELÇİLİKLERİN İLGİSİ Peki sorunları, göreviniz gereği de aktarabilme olanağı buldunuz mu devlet yetkililerine? Özellikle Türkiye büyükelçiliklerini mutlaka arıyorum, gezi yapacağımdan bahsediyorum. Büyükelçiliklerimizin ilgileri çok değişik oluyor tabii; telefonda hissediyorum bunu. Örneğin, bir büyükelçi “gediğinizde bir kahve içelim” diyorsa anlıyorsunuz ki, size yarım saat ayıracak demektir. “Bir öğle yemeği yeriz” dediklerinde ise anlarsınız ki konuşma bir öğle yemekliktir, ama “siz gelin, hangi uçakla geleceğinizi söyleyin, biz sizi havaalanından aldıralım” diyorsa bambaşka bir sohbet havası olacaktır. Örneğin, andığımız kitabın bir yerinde, Orta Asya ülkeleriyle ortak tarih kitabı yazım sürecinin anlatıldığı sayfalarda, SAYFA 6 90’ların başında dile gelen sözcükler çarpıcı: “1990’ların başında Türkiye bu ülkeleri ‘tümüyle geri ve her şeyiyle Türkiye’ye bağlanmaya hazır’ diye düşündü”. O dönemde Orta Asya’nın Türkiye’ye bakışı ise, “ABD ile boy ölçüşecek gelişmişlikte bir ülke” idi. Peki ya şu zamanda gelinen noktayı nasıl bulursunuz? Orta Asya’ya Türklerin gidişinde müthiş yüz binler karşılamıştı. Sonrasında az önce de bahsettiğim dörtlü sırlama nedeniyle çoğunun müthiş bir hayal kırıklığı oldu. Zaten beklentiyi yüksek tutarsanız, hayal kırıklıkları da, küskünlükler de o kadar yüksek olur. İşte devamında onlar yaşandı. Ben ikinci on yılda, ilişkiler biraz rayına oturur diye düşünmüştüm ama şu anda ikinci on yılın da ortasına geldik, hâlâ sağlıklı bir yere oturamadığını düşünüyorum. Şöyle örnek vermek gerekirse, Orta Asya ülkelerinin tümünde “01” numaralı plaka Türkiye’nin! Çünkü onları ilk biz tanıdık! Çünkü onlara uluslararası ilişkilerinde ilk biz yardım ettik! Ama ekonomide, hiçbirinde “01” numara değiliz! Gelelim ‘Balkanlar’a; “bugün yeryüzünün neresinde büyük acı yaşanıyorsa, bilin ki o daha önce Balkanlar’da yaşamıştır” sözünün, bu yöreyi gezdikten son Yunanistan’da şu çok sık kullanılır: Sokaktaki insanların görüşüyle, ülkeyi yönetenlerin görüşü aynı değildir.Yunanistan’a giden kimi Türkler, çok sert tepkilerle karşılaştıklarını da söylerler, tersi çok sıcak ilişkilere de girdiklerini söylerler. Ben Atina, Selanik, Serez, Girit Adası, o bölgeleri dolaştım, doğrusu hep güzel insanlarla karşılaştım, Yunanlısıyla, Türküyle. Kimi Yunan vatandaşları, Anadolu’daki yerlerden bazıları için, “bizim eski kentimizdi” diyorlar, ziyaret ediyorlar. Ama bilmeliyiz ki bizim de Yunanistan’da kentlerimiz var. Yunanistan ve Türkiye’ye ilişkin şöyle düşünüyorum: Ege’nin iki yakası bir araya gelmeden, Türkiye ve Yunanistan’ın iki yakası bir araya gelmez. Ama tabii bu aklı başında bir barış olmalı. Yunanistan şu anda Avrupa Birliği’ni arkasına almış durumda. Yine bence çocukça, tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, Avrupa’yı arkama alarak Türkiye’den bir şey alabilir miyim diye bakıyor ama ben tarihsel olarak çok derin anlamda bir şey söyleyemem; bu konuda Yunanistan’ın yanıldığını düşünüyorum! Ama şunu da unutmamak gerekiyor: o kentlerin çoğunda bizim insanlarımız yaşamış, ille de kiye de var, çok yoğun! Bunu iyi yönetebilecek bir lider bu sorunları çevirebilecektir diye düşünüyorum. Avrupa Birliği’nden Avrasya Birliği’ne, oradan gerektiğinde Asya ülkeleriyle birliğe kadar… Ama buna hazır bir iktidar gelmedi henüz Türkiye’ye son onon beş yılda! Papa’nın gelişine nasıl bakıyorsunuz, gerçi medyamız işi turizme vardırdı gidişinden sonra.. Emin Çölaşan’la yaptığınız televizyon programında demiştiniz ki, Ayasofya’da dua edecek, ama tahmininiz tutmadı, ne dersiniz? AKP İLE VATİKAN... Bence o duayı Sultanahmet’te yaptı! Sonuç olarak dua etmekti! Birincisi geldiğinden gidesiye kadar İstanbul için Konstantinapolis ifadesini kullandı, hâlâ Bizans’tır diyor yani! İkincisi, ekümenikte ısrar etti. Son olarak da Ayasofya’da değil, Sultanahmet’te duasını etti. Ben bunu şöyle yorumluyorum: AKP ile Vatikan Türkiye’ye karşı anlaştı. AKP’yi mutlu etti bence Sultanahmet’e giderek, ama sen de Konstantinapolis’le ekümeniğe karışma, o da “peki” dedi. Dikkat ederseniz, hükümetten hiçbir tepki gelmedi! Hatta İslamcılar İstanbul’a “İslambol” derler, onlar bile sesini çıkarmadı! Sözün özü, ben AKP ile Vatikan’ın Türkiye’ye karşı anlaştığını düşünüyorum. Son soru, “Suriye Raporu” adlı yeni yayımlanan kitabınızdan hareketle Suriye Şampiyon mu diye sorayım? Türkçeyi ve kelimelerle oynamayı çok seviyorum. Çocukluğumdan beri bu benim alışkanlığım. Daha ilkokuldayken, türküleri, mahallemizdeki insanlara göre değiştirirdim. Suriye, orada şampiyon ve Şampiyon mu ayrımına vurgu yaptınız, şu zamanda Suriye’yi piyon olarak kullanıyorlar bence. Şam, tabii o, ben piyonum deyip Şam ile birleştirirse kendisini, şampiyon sanabilir, ama değil! Türkiye için Suriye önemli, en uzun sınırımızın olduğu ülke konumunda. Gezi kitaplarımın yanında son dönemde biraz da şöyle bir strateji de edindim kendime, “Balbay, şu etrafımızdaki ülkeleri iyice bir öğren, ayrıca bir tanı ve yaz” dedim. Böylece hem öğreniyorum hem de yazıyorum. Çevre ülkelerin tümünü bir raporlayayım istiyorum, önce “İran Raporu”nu yayımladım, sonrası şimdi de “Suriye Raporu”, devamında bir iki rapor daha var bu şekilde. Hem anlatmış olacağım insanları hem de kendim öğrenmiş olacağım. Sevgili Öztop, Türkiye’de, daha doğrusu dünyada komşularıyla kötü olup, çok iyi kalkınan bir ülke yok! Bu yüzden Türkiye’nin bir ‘komşularımız’ politikası olmalı diye düşünüyorum. Bakın Atatürk’e; Kurtuluş Savaşı’nı veriyor, ardından Balkanlar’a dönüyor ve Balkan Paktı’nı kuruyor. Sonra Doğu’ya dönüyor, Kâbil’e kadar Sadabat Paktı’nı kuruyor! Niye? Türkiye’nin güvenliği için; Zagrep’le Kabil’in bir benzerliği var mı, neredeyse yok! Ama bizim için biri Doğu’muzun sınırı, bir diğeri de Batı’mızın sınırı bir anlamda. O bölgesel birliktelikleri kuruyor Kemal Atatürk. Ben de bir gazeteci olarak, buna katkı yapabiliriz diye düşünüyorum, gazeteci yaşadığı çağın tanıdığıdır sözünden yola çıkarak! Eğer iyi tanıklık edemezse, sanığı olur… O yüzden bu yanları da ayrıca, hem mesleki olarak hem de kitap yazma uğraşı olarak iş edindim diyebilirim… ? [email protected] KİTAP SAYI 879 “Gezilerimde mümkün oldukça günlük notlar almaya çalışıyorum. Hatta arada bir bakarım o günlere, hâlâ oralarda yolculuk ediyormuşum hissine kapılırım” diyor Baybay. Yukarıda Erdem Öztop’la birlikte... ra sizdeki izdüşümü ne olmuştur? Gerçekten Balkanlar’ın aslında balkanlar diye hem bal tadının, hem de kan kokusunun olduğu bir coğrafya olarak dolaştım. O yüzden en üzüldüğüm, en sevinç duyduğum, yaşıyorum dediğim anlar Balkanlar’daki gezilerim oldu. O kadar ki, örneğin Balkan insanlarının sıcaklığını gördüm, o Bulgaristan’da Türklerin, hatta Torlak kasabasındaki tarih öğretmenin evinde yaptığımız sohbette eşi, “nerede kaldın sen?” demişti, bir an ürkmüştüm tabii, ama sonradan anladım sıcaklığını insanlarının. Ne yazık ki, çok da kolay kan döküldüğü bir yer oralar! Biliyorsunuz ‘balkan’ sözcüğü Türkçe; verimli, meyveli, ağaçlı sıradağ anlamına geliyor. Hazar Denizi’nin doğusunda da bir Balkan bölgesi var, bu şekilde verimli bir bölge. O bölgeden göçen insanlar, Balkanlar’da devletler kurmuşlar. Orada, Balkan coğrafyasında kardeşçe, bir de o kadar kan dökmeye hazır olmaları çok hüzünlendirmişti beni. Çünkü cennet gibi bir yerde, bal akan bir yerde kanın akması dehşet verici bir durum… Yunanistan’ı gezdiniz, orayı gördünüz o yıllarda. Şu an Kıbrıs konusu gündemde. Nasıl bakılıyordu o dönemde, şu dönemki kapatmalara, dayatmalara kıyasla? sizindi, bizimdi’den çok, ortak bir kullanım, ya da karşılıklı saygıdan doğan ortak bir süreç aranabilir mi diye düşünüyorum, AB burnunu soktuğu sürece bu zor olur gibi görünüyor… Peki, illaki AB’nin burnunu sokmasına izin mi vereceğiz, yok mudur başka bir çözüm? Gezilerdeki gözlemlerinden şunu söyleyebilirim ki, Türkiye’nin ille de şuraya girmek diye bir şeyi zorlamaya da ihtiyacı yok bence. Türkiye’nin, bu gezilerimden de gördüğümle söylüyorum, iyi bir merkez ülke olacağını düşünüyorum, Balkanlar’la diyaloğunu iyi kurmuş, Kafkaslar’la, Asya’yla iyi ilişliler kurmuş, AB ile iyi bir işbirliği, Japonya’sından Amerika’sına kadar iyi ilişkiler kurmuş bir merkez ülke olabilir diye düşünüyorum. Dışişlerimiz tarihin her döneminde, yakın geçmişten itibaren söylüyorum, dışişleri yoğunluğu bakımından hep ilk on ülke arasındadır. Benim bildiğim şu anda, dünyada dışişleri yoğunluğu bakımından altıncı ya da yedinci ülke konumundayız. Balkanlar’da bir şey oluyor, Türkiye ilgileniyor, NATO zirvesi yapılıyor, işin içinde Türkiye’de var, İslam Konferansı Örgütü toplantısı yapılıyor, işin içinde Türkiye var, bölge karışıyor, Başbakan İran’a, Suriye’ye gidiyor, işin içinde Tür CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle