29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? küşü de hızlanmıştı. İşte genç Mustafa Kemal bu iki büyük olgunun gelgitleri arasında öğrencilik yıllarından başlayarak tüm bu gelişmeleri yaşamış, okumuş, öğrenmiş ve onlar üzerinde düşünmüştü. Atatürk’ün kitaplığında Fransız İhtilali’ne ilişkin epeyce kitap vardı. Devrimi Fransızca kitaplardan inceledi. Atatürk Nutuk’ta da şöyle diyor; “Devrimlerin en önemlisi Fransız büyük devrimidir. Devrimler içinde en verimli ve en doğurganı ve hak istemi yönünden ve bütün insanlığa, egemenliğe sahip olma düşüncesini vermekle, oldukça önemli olan budur.” Okuduğu kitaplar ve Batı düşünürlerinin etkisine gelince, 4289 bibliyografik katalogdan oluşan zengin kitaplığının vazgeçilmezleri, üzerinde notlar aldığı, altını çizdiklerinin başında özetlersek şu yazarlar ve kitapları yer alıyordu: Ünlü filozof J.J. Rousseau ve onun “Toplum Sözleşmesi”; Montesquieu ve onun kuvvetler ayrılığı ve Cumhuriyetin bir erdem rejimi olduğunu ifade ettiği “De I’esprit des Lois (Kanunların Ruhu) kitabı; ülke içindeki Genç Türkler ve İttihat ve Terakki; olaylar karşısında yansız ve nesnel kalmasına hayran olduğu İngiliz tarihçi Wells; din konusunda bireysel düşünmeyi temel almada “akılcı” görüşün önemli temsilcilerinden Descartes’ın Usul Hakkında Nutuk; yine akılcı görüşün büyük düşünürlerinden Kant’ın “Kant ve Felsefesi”; Fransız Devrimi’nin akılcı yönlerini benimseyen Auguste Comte. “Akılcı” görüş dediniz. “Akılcılık düşüncesini öğrenmek Atatürk’ü Aydınlanma felsefesini derinden incelemeye götürmüştür” diyorsunuz. Tabii, usa, akla, doğaya, insanın mutluluğuna aykırı olan tüm köhneleşmiş yargılara karşı bir isyandır Aydınlanma. Ki bu da bizi Atatürk’ün laiklik anlayışına da götürür. Atatürk’ün laiklik anlayışında da tanrıtanımazlık değil, boş inançlardan arınma, akla bağlanma vardır. Çağdaşlık.. Evet Atatürk’ün Aydınlanma Devrimi’nin temeli. FARKLI GÖRÜŞLER, DURUŞLAR... Peki ya Atatürk’ün Aydınlanma Devrimi’ne ilişkin farklı görüşler dile getiren kesimler, duruşlar nasıldı? Liberal eleştiri diyebileceğimiz kimi yazarlar, Aydınlanma devrimlerini klasik özgürlükçü ve bireyci dünya görüşü açısından değerlendirdiler. Burada Atatürk devrimleri genellikle tepeden inmeci ve antiliberal bulunur ve olumsuzlanır. Popülist eleştiri ise sol adına ortaya sürülmekte, ancak toplumsal sınıflar ekseninde değil, bürokrathalk çelişkisi kavramında öne çıkarılmaktadır. Liberal ve popülist eleştiriler, hem sağdan hem soldan gelmektedir. Liberal Ahmet Hamdi Başar’a göre Kemalist İnkılabı yapanlar kapı kullarıydı. Romancı Kemal Tahir’e göre Atatürk de, Mustafa Kemal de, bizim toplumumuzda bazı işler yapmış bir asker paşasının önce ve sonra taşıdığı addır. İdris Küçükömer, Batıcılaik grup olan bürokratlardan söz eder. Asaf Savaş Akat ise “Kemalizm sivil topluma karşıdır” der. Ahmet İnsel “Asıl amaç çağdaşlaşmak değil, devletin toplum üzerinde tahakküm kurmasını sağlamaktır” derken, kimileri devrimcilik ilkesini, otoriter reformizmin ideolojik aracı olarak görür. Mehmet Altan ise Kemalizmi faşizmle özdeşleştirecek kadar düşünce sınırlarını zorlar. Aydınlanma devrimlerine ve Atatürk’e radikal eleştiri ve bir açıdan reddiye muhafazakârİslamcı grubundan gelmektedir. Bunlar Atatürk devrimlerini keyfi dayatma, yabancılaşma olarak da yorumlarCUMHURİYET KİTAP SAYI lar. Türk devrimini taklitçilik, kopyacılık, tercümecilik olarak, din ve maneviyat düşmanlığı, milleti terbiye etmek ve yeniden yaratmak iddiası olarak görmektedirler. Ali F. Başgil, Nurettin Topçu, Ahmet Kabaklı, Şükrü Karatepe, Mehmet Doğan bu görüşün önemli yazarlarındandır. Önemli bir düşünce okulu olan Kadro’nun görüşünü de belirtmeliyiz. 19321934 yılları arasında yayımlanan Kadro dergisi önemli bir düşünce okuludur. Burada buluşan çoğu sosyalist aydınlar, Türk devriminin ideolojisini ve modelini kurmaya çalıştılar. Onlara göre sınıf iktidarına ve sınıf devletlerine yol açan kapitalizm ve sosyalizm Türkiye’nin önündeki seçenek değildir. Çünkü baş çelişki emeksermaye arasında değildir, emperyalizm ile ezilen uluslar arasındadır. Şevket Süreyya Aydemir’e göre Türk Devrimi sınıf kavgasına dayalı olan Fransız devriminin tam zıttıdır, aslında dünya düzenine karşı bir isyandır. Mahmut Esat Bozkurt, bunları Mustafa Kemal, aydınlar ve halk üçlemesiyle anlatmıştır. Tarık Zafer Tunaya da Batılı devletler ve Saray’dan sonra, halkın üçüncü kuvvet olarak sahneye çıktığını belirtir. Marksist yazarlara gelince, Kurtuluşu Savaşı’nı emperyalizme indirilmiş bir darbe olarak görürler. Marksist yazar Şefik Hüsnü Deymer’e göre başarı sadece bir avuç öncünün eseri değildir. Ulusal kurtuluşun itici gücü halktır. Marksistlere göre Kemalist devrim yeni burjuvaziyi ortaya çıkaran kültürel, sosyal ve ekonomik önkoşulların yaratılması dönemidir. Devrimci iktidar ve onun toplumu ilerletici niteliğini tarihi bir işlev olarak görürler. Bu konulara ve tartışmalara kitapta yer verilmiştir. Tam da bu noktada Aydınlanma Devrimi’nin gerçek başlangıç tarihi olan 3 Mart 1924’teki adımları yorumlar mısınız? Bu, Atatürk devrimlerinin temelinin atıldığı, devrim yasalarının kabul edildiği gündür. 3 Mart 1924’te TBMM üç temel yasayı kabul etmiştir. Laik Cumhuriyetin Temel Yasaları kabul edilmiş; Halifelik ile Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmış; Eğitim Birliği Yasası yürürlüğe girmiştir. Bu yasalar Laik Cumhuriyetin niteliğini belirledi, çerçevesini çizdi. Bu yasalar kabul edilmeseydi, Cumhuriyet sadece bir biçimden öteye gidemezdi. İçi kof ve boş bir merasim Cumhuriyeti olurdu. “Tarihi UnutmamakGünceli Yakalamak”ta, Vahdettin tartışmalarına da açıklık getiriyor, ihanetin belgelerini sunuyorsunuz çarpıcı bir arabaşlıkla; “Hain Başka Türlü Nasıl Olunur?”. Bu bölümde Vahdettin’in hainliği İngiliz belgelerine gönderme yapılarak kanıtlanıyor. Cumhuriyet’te Temmuz 2006’da yazdığım bir dizi yazıda bu konudaki belgeleri kamuoyunun dikkatine sunmaya çalıştım. Belgelerin söylediklerini yansız olarak ortaya koydum. Bu bölümde İngiliz devlet belgeleri ışığında Vahdettin’in İngilizlere “İdareyi elinize alın” çağrısı; bu konuda General Milne’nin İngiltere’ye verdiği raporu; Vahdettin’in ülkesini sattığının en somut kanıtlarından biri olan, İngiltere’nin İstan879 bul’daki en üst düzeydeki diplomatik temsilcisi olan Yüksek Komiser Sir Horace Rumbold’un, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a 7 Mart 1922’de gönderdiği, 232 sayılı “gizli” ibareli mesajı bulacaksınız. Ayrıca İstanbul Divan Harbi’nin Mustafa Kemal, Ali Fuat Cebesoy, Halide Edip hakkında idam kararı vermesi ve Vahdettin’in bu kararı 24 Mayıs 1920 tarihinde onaylaması; Kuvayı Milliyecilere karşı Aznavur isyanına katılanları ödüllendirmesi; İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak için verilen idam kararlarını onaylaması; Damat Ferit’in İngiliz Yüksek Komiseri’ne götürdüğü “Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanalım” önerisini onaylaması; Sevr Antlaşması’nın hükümet tarafından imzalanmasını onaylaması gibi Vahdettin’in ihanet derecesindeki diğer kimi eylemleri de bu bölümde birer ibret vesikası madde madde döküm halinde sunuluyor. İhanetin en önemli belgesi olan Vahdettin’in İngilizlere manda teklifinin ayrıntıları, Başbakan Damat Ferit’in İşgal Kuvvetleri’ne bu öneriyi resmen iletmesi hatta sözlü ifadesinde de Padişah’ın “Allah’tan sonra İngiliz hükümetine bağlı olduğunu bildirmesi de yine bu bölümün ana başlıkları arasında. Belgelerin ışığında da gördüğümüz gibi gerçekten hain başka türlü nasıl olunur? YÖNETEMEYEN DEMOKRASİ... Yakın tarihten daha yakın tarihe AKP hükümeti dönemine gelince kitabınızın bu bölümünde AKP iktidarını ve Başbakan Erdoğan’ı analiz ediyorsunuz. Başbakan Erdoğan sizce demokrasiden neyi anlıyor? Demokrasilerde, siyasal iktidarlar ve onun başı başbakanlar bir orkestra şefi gibi dikkatli, titiz, yumuşak ve eşgüdümlü olmak zorundadır. Demokrasilerde siyasal iktidarların toplumu oluşturan kesim lerle, hele baskı gruplarıyla kavga etmek, toplumu gerginliğe sürüklemek lüksü yoktur. AKP’ye ve Başbakan Erdoğan’a baktığınızda özellikle toplumu germek konusunda çok ama çok başarılı oldukları ortadadır. Erdoğan siyasal iktidarını sorunları çözmek bağlamında kullanmıyor. Siyasal iktidarı, yöneten demokrasi alanından yönetemeyen demokrasi alanına doğru çekiyor. Kitabınızda “AKP ve yandaşları, ‘Mademki Meclis’te çoğunluktayız, öyleyse her şeyi yapabiliriz, her yasayı çıkarabiliriz’ gö rüşündeler” de diyorsunuz. İktidarın Meclis çoğunluğuna dayanarak demokrasi nitelemesi altında her yasayı çıkarmaya olanak vermesi, 19. yüzyılda klasik demokrasinin ilk aşamasında geçerli olan bir ilkedir. Kaldı ki Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasında geçen çeyrek asırlık dönemde seçilerek gelen Hitler bunu kullanarak Nazi diktatörlüğünü, yine seçilerek gelen Mussolini de faşist yönetimini kurdu. Demokrasiye dayanarak demokrasi tahrip edildi. İnsan hakları ayaklar altına alındı, milyonlarca kişi esir kamplarında, gaz odalarında yaşamlarını yitirdiler. Demokrasi gökten vahiy ile inen bir yönetim değildir, insan aklının yarattığı bir siyasal rejimdir. Bugün artık AKP iktidarının üç önemli hedefi açıkça ortadadır. Nedir bunlar? Devlet kadrolarının ele geçirilmesi; MÜSİAD’da örgütlenen İslamcı sermayenin güçlendirilip, her türlü devlet kıyağı sağlanması; türbanın kamusal alana yerleşmesi, imam hatip mezunlarının üniversitenin her alanına girebilmesi. Şunu özellikle vurgulamakta yarar var; günümüzün çağdaş demokrasilerinde, çoğunlukta bulunan siyasal iktidar her istediğini yapamaz. Hele, rejimin temel esaslarını değişikliğe uğratacak yasalar çıkartamaz. Kıyaslama yaparsak günümüz Batı demokrasilerindeki durum nedir? Bir kere çoğunlukçu değil, çoğulcu demokrasilerdir. Buna göre azınlık düşüncesinin yarın çoğunluk olup siyasal iktidarı ele alabileceği hiçbir zaman unutulmaz. Kuvvetler ayrılığı ilkesi titizlikle uygulanır. Seçim yasası adildir. Hukukun üstünlüğü, anayasanın üstünlüğü ilkesi ön plana çıkarılmıştır. Siyasal iktidarın gücünü sınırlamak için yeni ilkeleri geliştirilmiştir. Çağdaş demokrasilerde, Meclis’teki aritmetik çoğunluğun artık her istediğini yapması olanaklı değildir. Başbakan Erdoğan’ın biz çoğunluğuz, her şeyi yaparız zihniyeti çok tehlikelidir. Seçim sisteminin adaletsizliği, artı 10 milyon oy kullanmayan seçmen, sonuç yüzde 34’le Meclis’teki yüzde 65 oranında sandalyeye sahip olmakla çoğunluk olunmaz. Meclis’teki aritmetik çoğunluk, siyasal iktidarlara her istediğini yapma hakkı vermez. Son soruda hem Kemalizm hem de Atatürkçülük terimini kapsayan Atatürkçü Düşünce Sistemi adlı bölüme ilişkin de bir soru yöneltmek istiyorum. Atatürkçü Düşünce Sistemi nitelemesi bir polemikten mi doğdu? Eylül 2004’te Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın Harp Okulu’nun yeni öğretim yılına başlama törenindeki konuşmasında Atatürkçü Düşünce Sistemi nitelemesini kullandı. Bu, çeşitli gazetecilerce yazıldı çizildi. Kimi yazarlar Büyükanıt’ın “Kemalizm” ya da “Atatürkçülük” deyimleri yerine Atatürkçü Düşünce Sistemi” deyimini kullanmasını derin bir ayrışma; TSK’nin artık eskimiş “Atatürkçülük” ya da “Kemalizm” deyimlerini kullanmasını da büyük bir gelişme olarak niteliyorlardı. Cumhuriyet’te bu yazarlara yanıt niteliğinde bir yazı yazdım ve yanıldıklarını, Atatürkçü Düşünce Sistemi deyiminin TSK’de 1984’ten beri kullanıldığını, Genelkurmay Başkanlığı’nın 1984’te bilim adamlarına Atatürkçülük adlı 3 ciltlik bir kitabı hazırlattıklarını yazdım. 1396 sayfalık bu eser Talim ve Terbiye Kurulu’nun 18.07.1984 tarihli kararıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayımlandı. Son baskısı da 2001 yılına aittir. ? [email protected] Tarihi UnutmamakGünceli Yakalamak/ Alev Coşkun/ Cumhuriyet Kitapları/ 380 s. SAYFA 21
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle