Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? latmalı: Bir iki kez gezilerimi tur halinde yapabilir miyim diye düşünmüştüm. Kimi gezilerde Türk gezi ekipleriyle karşılaşınca biraz onlara katıldım, yola çıkan rüzgâra aittir sözünden yola çıkarak. Karar verdim ki, bizim geziden anladığımız çoğu kez alışverişe dayalı bir hale dayalı. Bir gezi esnasında şu anonsu duymak olası: “Dört saatimizi şu alışveriş merkezinde geçireceğiz.” O yüzden genel olarak bizim gezi alışverişimiz, dönüşte oradan bir şeyler getirmeye dayalı ve sonradan da, “bunu şuradan almıştım”larla o dönemi hatırlamak!.. Bu yanı önde olmasına rağmen bir taraftan da ben Türklerin gezmeye meraklı insanlar olduğunu düşünüyorum. Türkler için göçebe toplum tanımı ilk anda itici gelebilir kulağa ama göçebelik aslında gittiğin yerde tutunabilmeyi de gerektiriyor! Ben gittiği yerde tutunan pek çok insanla karşılaştım, onların öykülerini kitaplarımda ayrıca öne çıkardım. Dünyanın neresine giderseniz gidin, orada mutlaka bir Türk’e rastlarsınız, karşınıza çıkıverir tezi vardır, bunun geçerliliğini yerinde tespit ettiniz mi? Kesinlikle bu doğru. Ama abartısız söylüyorum, nereye gittimse, Zimbave mesela, orada taş işinden anlayan bir Türk yerleşmiş, hatta kimi büyükelçiliklerin bahçe duvar işlerini o yapıyormuş, ona rastlamıştım, onun arabasıyla dolaşmıştık hatta. Rio’da mesela, orayı dolaşırken, İsa heykelinden aşağı iniyorum, bir baktım, arkamda iki kişi Türkçe konuşa konuşa geliyorlar. Gerçekten dünyanın neresine gittimse, mutlaka bir Türk’e rastladım. Türklerden de zamanında, “burada kalmalı” diyenler olmuş gerçekten, bunu görüyorsunuz oralarda. Tabii bunda tarihimizden gelen bir kök de var. Özellikle Arjantin’de ve Brezilya’da, hatta Şili’de de “ben Türküm” deyince, “bizde sizden çok var” diyorlar. O dönemde, Osmanlı pasaportuyla giden herkes, Suriyelisi, İranlısı, Iraklısı, “sen el Turko’sun” diyerek, nüfus cüzdanlarına el Türko yazmışlar. DAHA ÇOK YER GEZMEK... Öyle güzel anlatıyorsunuz ki, kıskanmamak elde değil! Haliyle sormalı o zaman: Bugüne kadar gezmediğiniz yer olarak neresi kaldı sevgili Balbay? Aslında tabii insan gezdikçe, daha çok yeri gezmek istiyor. Kıta anlamında AvustralyaYeni Zelanda tarafını görmedim. Onun dışında bütün kıtaları dolaştım. Afrika’nın kendi deyimiyle uçlarına kadar dolaşma fırsatı buldum. Bundan sonrası için belki bir ülkede ayrıca derinleşir miyim diye bir hayal kuruyorum ileride. Mesela salt Moskova’yı, daha doğrusu Rusya üzerine ayrıca derinleşilebilir. Ayrıca kimi kentleri örnek olarak ele alıp, ayrı bir şey yapılabilir mi gibi hayallerim var. Peki ileriki dönemlerde kalıcı yerleşke beller misiniz bir ülkeyi? Hiçbir zaman böyle bir düşüncem olmadı. Hatta kimi kitap imza günlerinde, herkese ayrı bir şey yazayım isterim, en çok kullandığım tanımlardan biri şudur: “Hoştur söylemesi, seksen ülke dolaştım, en güzeli Anadolu derim.” Anadolu’yu ayrıca seviyorum, hatta Anadolu’ya dair de gezi notları yazdım ama Anadolu’yu tek bir başına bir kitapta toplamadım, cesaret edemedim belki. “Bu çok güzel olmalı, ne yazsam bir eksik Anadolu’da”, o yüzden onu bir sonraya bıraktım; Anadolu’ya dair çok birikimim de var, özelCUMHURİYET KİTAP SAYI likle babamla gezdiğim yerlerden, ama onu bir süre sonraya, belki de büyüyünce yaparım diye düşünüyorum. Dediğim gibi, hiç yerleşmeyi düşünmedim, hep bir dönem bir nefes çekip biraz tanıyıp, görüp, bilgilenip dönmeyi düşündüm. ABD’NİN ARKA BAHÇESİ Kitaplarınıza kısa kısa değinelim istiyorum; “Tarihin Arka Odası, Amerika” adlı kitabınız, bir hayli ilgi çekici; Amerika kıtasının her bir köşesine dair izlenimleriniz yer alıyor. Ama her zamanki gibi karşımıza, sömürgenin, şiddetin mimarı ABD çıkıyor, onun yaptığı zulüm, kıtanın her yanına dağılmış izler sunuyor bize… Gerek Amerika’ya, gerekse de Orta ve Güney Amerika’ya gitmeden önce okuduğum kitaplar o bölge için ABD’nin arka bahçesi diye geçiyordu. Oraların ABD’nin arka bahçesi değil, arka balkonu olduğunu gördüm. Gerçekten anahtarı kendi elinde, tümüyle kendinin karar verdiği, yönetimlerini kendisinin belirlediği bir coğrafya… Ama yine ben oradayken, özellikle Nikaragua’da, Amerika’nın kendi tarihi içinde pek çok ulusal kahramanların yetiştiğini görmüştüm. Zaten bugün oralarda yeni yönetimlerin, farklı rüzgârların esmesinin ipuçları onlardı bence. Simon Bolivar’ı ayrıca tanımış oldum. Öyleydi ki, bizim Atatürk’ümüz gibi o bölgenin de Simon Bolivar’ı olduğunu öğrendim. Halkın belleğine yerleşmiş olduğunu gördüm. Ve ayrıca Bolivar misali Güney Amerika’da Bolivar’dan bol var deme şansına da erişmiş oldum. Her kentin merkez caddelerinden biri Simon Bolivar; kaybolunca “Simon Bolivar Street” dediğimde, kentin merkezini göstermişlerdi bana. Keza Meksika dendiğinde de akla şiddet gelir, insanları ürkütücüdür, cinayetler gözü korkutur. Sanırım bu dışarıdan bakmanın bir etkisi, öyle ki, tam tersini belirtiyorsunuz, “sonsuz bahar ülkesi, en güzel dostlukları, en derin tarihi, en renkli insanları burada gördüm.” Gerçekten, samimi gözlemlerimdi onlar. Gezilerimde mümkün oldukça günlük notlar almaya çalışıyorum. Hatta arada bir bakarım o günlere, hâlâ oralarda yolculuk ediyormuşum hissine kapılırım. Meksika da beni hem tarihiyle, hem o gerçekten kıyılmışlığıyla etkileyen yerlerden biriydi. Bir bölgedeki insanların tümünü kıyarsanız, çok da o hüznü hissetmek mümkün olmaz, ama Meksika’da bir parça yerli kaldığı için, onları görerek o kıyıma tanık oluyorsunuz ve tabii dostlukları da görmüş oluyorsunuz. Oradaki, sonsuz bahar ülkesi tanımı, Meksika’nın iklimiyle de ilgili. Meksiko City, dünyanın deniz seviyesinden iki bin metrenin üzerinde olduğu beş başkentinden biri. Ama etrafındaki dağlar da dört bin metre… Ve bu durum, hoş bir iklim yaratmış orada, yazları otuzotuz beş, kışları yirmiyirmi beş… Yerel insanlar da oraya sonsuz bahar ülkesi demişler… Notlar tutuyorum dediniz satırarsında, onlar Türkiye dönüşünde mi uzun metinlere dönüşüyor? Mutlaka bir günlük önümde ve birkaç türlü not tutuyorum. Bir kere ses kayıt cihazımı mutlaka yanımda taşıyorum, yazma imkânı olmadığı zamanlar, hemen onu açarak konuya ilişkin yorumlarımı, notlarımı sesli aktarıyorum. 879 ? SAYFA 5