Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KISAKISA... KISAKISA... KISA 'İstanbullu Kız'ın 'Dinsiz' askı ya da sınırları aşan aşkı, yani "dinsiz" aşkı için büyiik bir risk alacaktı. Bir yandan Viyanalı "dinsiz" doktor diğer yandan New Yorklu ünlü senaryo yazarı ve sözlüsü olan prens... ESRARENCİZ YAZAR Aziyade dayanamadı; "Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla" sözc başladı. Durıımu tüm ayrıntlarıyla "Çok saygıdeğer efendi hazretleri" olan babası Ahmet Paşa'ya aktardı. Aziyade de yü celtilere siğınmakta arıyordu çareyı. Bir mucize bekliyordu. Bu sade bir aşk mıydı, yoksa Hıristiyanlığın ve Müslümanlığın örtülü bir çatışması mıydı.' Risk büyüktü, snrumlulıık ağırdı ve Aziyade'nin beklediği mucizeler gerçekleşmedi. Sığındığı yüceltiler de ses siz kalmışlardı bu biiyük aşkın karşısında... "Aziyade, onun köşeli alnına ve gülümseyen ince dudaklanna baktı. Kendisini bekleyen Alevi mezlıebini ve Sarı Saltuk Dede'yi düşündü. Yüzü kızardı. Hadi gidelim" dedi Viyanah "dinsiz" doktor sakin bir sesle. Ama Viyanalı doktor bilmıyordu; Aziyade'nin ilk kcz bir yabancının davetini kabul ettiğini... Ali ve Nino'dan sonra bu kez savaş öncesi Îstanbul'u ile savaş sonrasının gerilemiş Berlin'indeki kültürlerin ve değerlerin, Hıristiyanlığın ve Müslümanlığın çatışmasını konu edinen esrarengiz yazar Kurban Said, "Istanbullu Kız"ı kaleminin hem düşündüren hem de büyüleyen gücüyle anlatıyor. • îstanbullu Kız/ Kurban SAİD/ Everest YayttılarııÇağ,daş Dünya Edebıyatı / Çevirmen . Bılgin Adalı/ 282 s. • Kenan MENDEKLİ H anedan yıktlmıştı, onlar için sürgün günleri başlamıştı ve o artık yad ellerde "Istanbullu Kız" olarak yaşamını sürtlürecekti. Ansızın saray yaşamından kopup kendini sürgünde bulmak ve bu duruma alışmak pek de katlanılacak gibi değildi onun için. Lakin o yine dc kendini bir zaman avuttu, aldığı saray eğitimi ve katı dini kurallarının son kırıntılarıyla: "kaderdi bu karşı gelinmezdi." Ama yine de bir tiirlü alışamıyordu, yaşadığı yer Avrupa olsa bile, o bir sürgündü. Sultan dedeleri, paşa babalarının hüküm sürdüğü topraklarda, dadılı ve halayıkh saraylarda büyümüştü. " Aşkın gözü kör" diye belletilmişti ona, o da hikmetinden sual etmemişti, sultan dedeler ve paşa babaların gölgesinde yaşadığı saraylı günlerinde. Doğup büyüdüğü topraklardan koparılmıştı, bir an kendini dalından koparılmış bir güle benzetti "Istanbullu Kız". Ve o an boynunu tırmalayan, keskin bir acı hissetti. Zil çaldığında derin bir iç geçirdi. Profesör Bang, Karşılaştırmalı Türk Dilleri seminerinin bittiğini gösteren bir işaret olarak piposunu yaktı." BATININ CAZİBESİ Namı diğer "îstanbullu Kız" Aziyade Amberi ile paşa babası, Osmanlı împaratorlıığu'nun yıkıhşından beri Berlin'de sürgündeydiler. Aziyade, yıllar önce, yani sürgünden evvel ihtişamlı saray günlerinde bir (Türk) prensle sözlennıişti, aşkın gözü henüz kör iken. Ama, şimdi yıl 1928 ve Aziyade sürgün olsa bile Avrupa'da, sultan dedelerinin tabiriyle "Düvelimuazzama"da yaşıyordu. Aziyade içten içe seviniyordu, atalannın Tann'nın yeryüzü gölgesi olarak nice yaşamları karartıkları coğrafyada, Tann'nın gölgesinin gölgesinde aşkı kör etmekten ve korkuyla yaşamaktan kurtulduğu için... Kendini iyiden iyiye Batı'nın cazibesine kaptıran, "on dokuz yaşındaki bu Müslüman kız Viyanalı bir doktora, hemi de bir 'dinsiz'e âşık"tı. Berlin'e geleli dört yıl olmuştu ve ilk sürgün yıllarında her şey çok tuhaf geliyordu Aziyade'ye... Ama şimdi her şey çok değişmişti. îstanbul'dan devrimden sonra ayrılmışlardı paşa babasıyla, o zaman henüz on beşindeydi ve kara çarşafa girmişti bile. Paşa kızıydı ama destursuz ve yanında birileri olmadan sokağa çıkamazdı. Ama şimdi o giinler geride kalmıştı, Berlin'e geldikleri ilk günlerde çarşafsız ve tek başına dolaşmayı çok yadırga Azerbaycanlı yazar Kurban Sald'ln "AN ve Nlno" adlı romanı 1937 yılında viyana'da beyaz perdeye aktarılmıştı. Yukarıda fllmden bir sahne... mıştı, şimdi çok hoşlanıyordu bundan... Bazen biraz daha dolaşmak için okul dönüşü bilerek yolunu uzatırdı. Aziyade için "Avrupa gerçekten de bir mucizeler ülkesi" olmuştu. "Yabancı bir generalin îstanbul'u işgal edip kutsal Osmanlı Hanedanı'nın tüm üylerinin sürgüne yollandığı gün" yani her şeyin bittiği gün Aziyade'nin paşa babası kılıcını bir köşeye fırlatmış ve "biz de artık buralarda yaşayamayız" demişti. Elbette dost bir ülke olmalıydı gidecekleri yer... "Almanya bizim dostumuz" diyerek Berlin yoluna düşmüşlerdi paşa babasıyla birlikte... " Aziyade çantasını açıp küçük bir ayna çıkardı. Sözlüğün iki cildinin arasına yerleştirdiği küçük aynaya çekinerek baktı. Solgun, oval bir yüz, uzun, sık kirpikli gri bir çift göz ve ince pembe dudaklar gördü. İşaret parmağını kaşlarına dokundurup, şimdi bir parça pembeleşmiş cildinin üstünde gezdirdi..." Paşa babasıyla Berlin'de yaşıyorlardı, bakımsız bir bahçe içinde tek katlı evde... Evin son kirasını ödeyememişlerdi ve kıt kanaat geçinmeye çalışıyorlardı paşa babanın cüzdanındaki son 100 markla... "Aziyade merdivenlerden aşağıya indi. Deri çantasını sıkıca tııtuyordu. Dış kapıyı dirseğiyle iterek açtı. Dışarıda, kırmızı ve turuncu renkli hüzünlü güz yaprakları daracık Dorotheenstrasse'nin gri asfaltı üstünde uçuşuyordu. Aziyade başını kaldırıp Berlin'in bulııtlu göğüne baktı..." Gökten bir mııcize bekler gibi... Bir yandan on beşinde sözlendiği Türk prens diğer yandan "dinsiz gavur"un aşkı... Aziyade'nin prensi de sürgündeydi Amerika'da. Kendileri Almanya'yı dost belleyip Berlin'i tercih etmişlerdi. îstanbul'dan Berlin'e gelmişlerdi ama şimdi kalbi Amerika, Berlin ve Viyana arasında çarpıyordu... Aziyade aşkın hallerini tartıyordu, aşlun gözü kör değildi görmesini bilene... Âşk sınır da tanımıyordu, dört yıllık sürgün yaşamında bunu öğreniyordu Aziyade, etnik köken ve dini kimlik de yetersiz kalıyordu aşkın direnci karşısında. Aşkın sınırları aşan gücü, ulus ve dinler üstü kabul gören kimliği, bu şanlı direncin meyvesi değil miydi! Oyleyse aşk da bir çeşit risk değil miydi? Bu riskin en büyüğünü alanlar dillere destan aşklar yaşamamışlar mıydı? Aziyade, Amerika'da sürgünde bulunan sözlüsü prens ve "dinsiz" aşkı arasındaki riski tartıyordu şimdi de... Ya prense sadık kalıp geleneksel ve aşksız bir evlilik yapacak Bir rüyadan arta kalmanın hüznü nüfus cüzdanlarını değiştirmiş kişiler olarak değerlendirebiîiriz. Onlar insanlık için en önemli görevi yerine getirecekler. Kötülerin hâkimiyetine son verip, ebedi barışı sağlayacaklar. lyi ve kötünün yüzyıllardır süren savaşına iyinin zaferiyle noktayı koyacaklar. Zaman ilerledikçe, bu isimlere yenileri ekleniyor ve daha da eklenecek. Ama birisi eklendi ki, belki de en önemli görevi yerine getirmesi gereken kişi o. Bunun haricinde çok daha dikkat çeken özelliği; has be has Türktür kendileri. Bu vatanın evladı, zamanın solcusu, şimdinin yayıncısı, Beyoğlu müdavimi, Validcçeşme sakini Hasan Tütüncüoğlu veya çizgiroman kahramanı I îasan Tütün (1 lasseau de Tobacco olarak da karşımıza çıkıyor ve bu biraz Don Quijote'ye gönderme). İYİ EDEBİYAT Siyah Hatıralar Denizi adlı romanından sonra, Hayatın Anlamı /Ya Da Akhisarlı Hasan Tütün'ün Maccraları adlı ikinci romanıyla Mehmet Açar; son yıllarda dünyanın büyük bir kısmının iîgilendiği meselelerle eğleniyor. Eğleniyor deyip de, bahsediyor, üstünü kaşıyor, parmak basıyor demeyişimin tahmin ediicbilir bir sebebi var. Açar romandaki, akıcı, sokaktan çıkma (yerlerde sürüncn değil!) diliyle ve 'iyi edebiyatıyla'; isprıtizma, UFO'culuk, yeni dinler, seçilmiş kişiler, siyasi meseleler, AB'ye girilmeli mi girilmemeli mi işte bütün mesele bu mudur, sinema, medyumluk... daha niceleri gibi konuları değerlendirirken romanın başında yüzümüze kondurduğu tebessümü sonuna kadar orada tutmayı başarıyor. 1 n 1 I v r T. n CİhatBAKER M ehdi, Mesih, Neo, Frodo, Anakin, 'seçilmiş kişi'... Bu saydıklanmın hepsi çok tanıdık geliyor değü mi? Son yıllarda adlarını çokça andığımız kişiler bunlar. Kimileri yüzyıllardır, adı zaten bilinen ve bir gün geleceğine inanılan kişiler. Kimileri ise son yılların pop kültürü içinde, binlerce yıllık isimlerini bulundukları mckâna, romana, filme, çağa göre değiştirerek yeniden çıktılar karşımıza. Hepsinin ortak özelliği ise, 'seçilmiş' kişiler olmaları. Alın yazıları onları, insanlığın kaderi için belki de en önemli kişiler halıne getirdi. Neo, Frodo, Anakin seçildikleri görevi yerine getirebilmek için ellerinden geleni yaptılar (Anakin'in son bölümde yaptıklarını gençliğine veriyoruz). Hepsinin beslendiği kaynağın ortak olması dolayısıyla, aslında onları sadece 1 11 u 1 AV F A 1«