Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
kendini kanaton Halim şafak uzun yıllardır Kayseri'de yaşıyor. Dergilerini ve kitaplarını burada çıkarıyor. Bu hafta onun sokağında bir geziye çıkarıyoruz sizleri. "1 BetÜI TARIMAN Molnar, Pal Sokağı Çocukları adlı kitabında çocuklann gizemli dünyasını, iç çatışmalarını, ze• kice tasarladıklan oyunlarda bile büyükleri kıskandıracak güzellikte kurgulanmış bir dünyanın acı, tatlı taraflannı sergiler bizlerc. Kimi kez sevinçle kimi kez kederle boğuştuğumuz zamanda insan yaşamının ne hinİiklerle dolu olduğunu duyumsarız bir kez daha. Tansu Belede, 'Ah Benim Bir Başıma Istanbul Kadınlığım' adlı öykü kitabında; gençlik ve daha çok da çocukJuk yılarına göndermeler yapar. Uçurtma adlı öyküsünde bir kız çocuğunun ilk kez uçurduğu uçurtmanın keyfine vanşını, ardından da kendi uçurtmasını yapması ile bu keyfin iki kat artışına tanık oluruz. 'Nasıl bayılırdım uçurtma uçurmaya... tçim giderdi bahar gelince. Küçüktüm, on yaşlarında ya var ya yoktum. Erkek çocukların ardı sıra şaşkın, her yıl evden kaçardım. Soluğu evimizden çok uzaktaki kocaman çayırlıkta alır, uçurulan uçurtmaları izlemeye, uçurtma dövüşlerini görmeye koşardım' derkenki heyecan; salıncağa bindiğimizde ayağımızın yerden kesilmesine eşdeğer sevinçtir. Bu sevinç, heyecan hiç bitmez. Hayretten bir karış açık kalmış ağızlarımız hep mucizevi bir olay bekler durur. Bu bazen süslii bir fayton, bazen de üzeri pullarla süslü renkli bir terlik olur. Bir bayram sabahı şıkır şıkır avuçlarımıza dökülen bozuk paralar hevesin kapısını aralar gibi neşe verir bize. Tabii geçmişte yaşanan olayların hüzün verdiği de olmuştur. Bu da bireyin ileriki yaşamında nerdeyse mutsuzluğuna neden olur. Ağrılı bir çocukluk olgunluk döneminde pek çok sorunu da beraberinde getirir. Güvensizlik duygusu, silik bir kişilik çevrede bulunan kişilerinde bir anlamda mutsuzluğu demektir. Öyle de olur. Sanki bir bit ürer durur saç diplerinizde. Çözümsüzlük ve boğuntu... Yardım etmek isteseniz de uzattığınız el boş kalır, yardım edemezsiniz. Çünkü o el kabul görmez. Işte insan eliyle bir biçimde yaratılmış tragedyalar.. Bu nedenledir ki, çoğunluk çocukluk belki de her şeye başlangıç oluşturduğundan olsa gerek pek çok kişi o yıllara dönüp dönüp bakmak ister. Bu anlamda bakıldığında eski fotoğrafların önemi daha fazla anlaşılabilir. Bu özenle sakladığımız fotoğraflarda kucakta uyutulmuş bir bebek, Arnavut kaldırımlı bir sokak ya da omza atılmış bir elin ifadc ettiği anlam ne kadar da büyüktür. Işte bu nedenledir ki pek çok yazar çocukluğu içeren ürünler ortaya koymuş, geçmişe uzanan o yol daha da belirgin küınmak istenmiştir. Bu hangi kitabı okursak okuyalım böyledir. Şair, öykücü ya da roman yazan için değişmez bir sokaktır çocukluk. Bu nedenle o sokak nerdeyse gide gele aşınır ve her zaman Umutsuzlar parkında eski bir okul kaçağı bizler de o sokaktan edinilecek bir şeyler buluruz kendimize. Çocukluk bu denli önemliyken işte çocukluk sokağında dolaşan bir şair daha: Halim Şafak. 1962 Milas doğumlu olan Şafak, 1980 yılından bu yana Kayseri'de yaşıyor. Şiir ve yazılan Yazıt, Damar, Eşijk, Kavram Karmaşa, Imlasız, Varlık, Şiir Ülkesi 3 Nokta, ÖtekiSiz, Yomsanat, Yarabandı, Yaratım gibi dergilerde yayımlanmış. Basdmış kitapları ise şunlar: 'Kendini Kanatan Düşler' 1992 şiir'Yolculuk Şiire' 1995 eleştiri 'Baştan Sona Susmak' 1996 şiir 'Bireylikler' 1999 şiir Saptamalar Vurgular 1999 eleştiri 'Kayıplar Kitabı 2000 şiir. Onun sokağında dolaşmaya, biraz da hüzünlenmeye ne dersiniz? da kendi. Üçünün birlikte yer aldığı da olur bazen. Işte anne ve baba eksenli bir dize daha: 'dört çocuklu bir kadın upuzun odada bekler/ durur gemici fenerinin fersiz şavkında soluklarını tutar vc ardından bir bardak rakı ıısulca / dökülür odanın orta yerine babam / o elleri yüzünden esmer yazla / güz arasında yaşadı ne kadar kısa / ve kendi kendine aynı soruyu sordu / neden insan hep yalnızlığını bırakır arkasında / ağaçların yaprakları dökülür güz geldiğinde / çürür birdenbire dünyanın gözü önünde.' Seksenden beri yaşadığı kent olan Kayseri dışında bir de onun doğduğu kent olan Milas belleğine iyice yer etmiştir. Doğduğu kent bir anlamda çocukluğunun ilk dönemlerini geçirdiği, annesinin sıcağını daha bir hissettiği yerdir. Öyle ki zaman nasıl da hızla akıp geçer ve bizler hızla akıp giden zamana yetişcmeyiz. Sahi ne zaman geçmişizdir o evin sokağından? Kapısını ne zabesine denk gelen yülarını anlatıyor olsa gerektir. Genç bir delikanlı olarak o da darbeden nasibini almış ve o yıllar şairi de derinden etkilemiştir. Kitap boyunca da şairin devletle olan sorunu yer yer devam edecektir. Örneğin: 'hergece bağırarak uyanıyorum uykumdan / albümdeki fotoğraflara sırayla bakıyorum / devlet kapı aralığından izliyor beni', 'kapım her çalındığında devlet geliyor aklıma / bilmem kaç kere kitaplan toplayıp saklıyorum' Darbe olmuş mekânlar değişmese de insanlar değişmiştir. Ama hâlâ umutla devrimi bekleyenler vardır. 'kırda laleler çoktan açtılar güneşe / döndüm yüzümü ellerim gövdemi bulamıyor / gözlerim ne zamandır boş levha / görüntüler hiçbir yeri doldurmuyor / babam çoktan öldü annem yeni evinde / kardeşlerim kendine yabancı çocuklar / arkadaşlanm hala devrirni bekliyor' gibi dizelcr bunu somutlar niteliktedir. Bu nedenledir ki devletle, hayatla sorunu olan bir şairle karşı karşıyayızdır da denilebilir onun için. Neyi, neden olduğunu sorgulayan, düşünen bir o kadar da hüzünlü ya da şöyle diyeyim hüzüncü bir şairle. Çünkü mutlu olsaydı şöyle yazmazdı diye de düşünüyorum bir taraftan: Nasıl mı? 'herkes yaşamak için uzanmış kendi mezarına / kıyiya yakın parklar ne kadar sessiz / denize uzak düşüyor odalar ve sokak.' Evet deniz uzaklıktır, ulaşılmazbk, ferahlık, soluk almaktır. Fakat bu denize ulaşmaksa ne kadar da zordur kendimizi hapsettiğimiz odalarda. Sadece yaşıyor gibiyizdir. Yaşamıyoruzdur da yaşıyor gibi yapıyoruzdur. Aç kalmamak için yiyor, üşümemek için giyiyor, uyumak için ya da uyumuş olmak için uyuyor gibiyizdir belki de. Hayatsa uğultular içinde evlere doğru akıyordur. 'hayat uğultular içinde sokaklardan evlere doğru / akıyor ıslanmış pencerenin camını siler gibi göğe / bakıyorum bulutlardan başka göreceğim hiçbir şey yok / her evin balkonu çoktan kendini güne kapattı çiçek / saksılan odalann içinde orda burada bekliyor.' Hayatı kaçırdığımız (kaçırdığınız) odalardan çıkmak bu kadar zor olmasa gerek. Oysa dokunmak, görmek bir fidanı, gülümseyen dudağı hissetmek... Ben hep çoğu kişinin kimi kez hayatın kapısında durduğunu eşiğe bile adım atmadığını düşünmüşümdür. Evet nedense eşiğe adım bile atılmaz, eşikten içeriye nedense hiç girilmez. Ama neden eşikten içeriye hiç adım atılmaz? Bu da düşündürücü bir soru olsa gerektir. Yaşananlarla ilintili bir şey. Hayat biraz da göze almak değil midir? Halim Şafak o çocukluk sokağından hayata adımını atmış, gerçi çoğu kez ona üzüntü veren şeyler de görmüştür görmesine ama yine dc hayattan kopuk bir duruş sergilememiş belki de hayata daha da bağlanmış fakat bu onun yine de hüzünlü dizeler yazmasına da cngel olmamıştır. 'evleri arasına sıkışmış bahçe / çiçekleri sulamak için burdayım' derken hayatı hiçlemediğini gösterir. Bu arada da yaşanılan mekânların değişikliğinden de dem vurulur. O ahşap kapılı diyelim ki mutfağı bahçeye bakan evlerin yerini taş binalann aldığı belirgin bir şckilde okuyucuya duyumsatılır. 'sararmış bir hayatı dökülürcesine yaşadım durdum / yaşadığım kent her gcçen gün daha fazla mezarlığa benzedi / apartmanlar mczar taşı balkonlar.' Artık hayatla ölüm nerdeyse iç içe geçmiş gibidir. Taşlar ölümü F | ÇOCUKLUK DENİLEN UZUN CEMİ Onun için tabiri yerindeyse eski bir okul kaçağı ya da eski bir hüzüncü de denilebilir. Hüzünlerle dolu bir koca çocuk ya da... Bu koca çocuk kâh geçmişe döndüğünde içi mutlulukla dolar kâh geçmiş zaman elbiselerini giydiğinde yaşananlar içinde onulmaz yaralar açar. Ki zaten de öyle değil midir hepimiz için çocukluk; içinde acı da vardır hüzün de ama hüzün varsa da olursa olsun; içi gizlerle dolu bir hazinedir nedense hep o. Hatıralarla dolu çocukluk bir türlü incitilmek istenmez. Sanki kırılacak Çin işi bir vazo gibi o bir köşede dursun da bizler de istediğimizde ona dokunahm, dokunalım da ama incitmeden bakalım der gibi bir köşede durur hep o çocukluk denen eski elbise. 'güz benim geçmişimdir en çok çocukluğum / yıkık evler bakımsız bahçeler araHalim şafak o çocukluk sokağından hayata adımını atmış. cosında siyah / beyaz fotoğğu kez ona uzuntu veren şeyler de görmüş ama ylne de haraflarla bakanm hepsi ömyattan kopuk bir duruş sergllememlştlr. rüm / sararmış yapraklara benzer dokunmaya / korkarım çünkü en man örtmüş ya da balkonundan hızla çok hatıralar incinir / ya da çocukluğusarkmışjzdır? Bir anne ansızın belimizmun önünde bir sokak var arkasında / haden... Öyle ya hatırlayaıı varsa söylesin yat kapısı avlu asma ağacı uzun ev / terzisi de bilelim bu köşe kapmaca oyununun yok dikiş makinesi...' Şair seksenden benasıl sonlandığmı. Hadi ne duruyorsunuz ri yaşadığı kentten ayrılmamıştır ve bu nesöyleyin bekletmeden! 'hatıralarım uslandenle de yaşadığı kentin kokusu, dokusu, maz kötü çocuk / dizlerim yaralı ve kısa hüznü, sevinci de şiirine sinmiştir. Bir zapantolonumun cebi bilye dolu / elimde manlar gençliğini gördüğü babası da yaşboya tenekesi eskimiş bir fırça / ben doğlanıyordur artık. Çünkü eşyalar da yaşladuğum evin sokağından ne zaman geçtim nır ve nerdeyse zamana meydan okumak / denize kıyısı kadar uzak kaldım gemici / imkânsız gibi bir halde alır. Bu da insana fenerini fitilini kıssın geceleyin.' acı verir. Gün geçtikçe saça düşen her ak ya da yüzde beliren her çizgi... 'hayatımda HAYATA BAKAN SOKAK bilmezdim / babam biürdi güzün her yıl Usul bir sestir onun sesi ama kimi kez geldiğini saçından / sakalından anlardı side ansızın sesini yükseltiverir. Irkiliverirsigarasını çoğaltırdı / her güz daha fazla niz birden. Ya da muhalif bir kimlik sergikendisiyle konuşurdu / ben büyürdüm ler bazen. 'Devlet dersinden kovulmuş' şaşırırdım nasıl / yapraklar dökülürdü de bir okul kaçağı kimliği ile çıkar karşımıza. avîuya toplamazdım / kuruyan çiçekleri Sıkıcı okul, buz duvarlı okul, dumanlı bir ayırmazdım saksıdan.' Sanki burada kuöğretmenler odası ve müdür denen belaruyan çiçeklerle, yaşlanan baba özdeşleştinın üzerine yürüyen telaştır bclki de anrilmiş, zamanla yaşlanan baba kuruyan çilatmak istediği. 'çocukluğum ki Ece Ayçeğe ama yitirilmek istenmeyen babaya han biliyor doğrusunu / devlet dersinde benzetilmiştir. Fakat kopmak ya da ölüm çoktan öldürüldü nasıl bilmetn / upuzun diyelim kaçınılmaz bir gerçeklik olarak dehşettir devlet çoktan mermisini kalbibizi hep bekler durur kapımızda. Yalnızlıme savurdu.' Ki yukarıdaki dizeler yaklağın ortasında duran ya annedir ya baba ya şık olarak şairin 12 Eylül 1980 askeri dar SAYFA 14 C U M H U R İ Y E T K İ T A P SA Yl 82 1