23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kalinikhta "Canımsın, diyordu, canımsın, ağacımsın, ırmağımsın; denizim benim." Ötekisi bir insan kokusu içinde sıcaktı. Cevap vermiyordu. Elinin üstündeki mavi damarlar bir dostluk denizine akıyordu. Saçlan kara, gözleri kara, kaşları kara, kara günler, kara hikâyeler doluydu. Dudaklannda şimdiden sonra söylenecek kız oğlan kız türkülerin boyu vardı. Sandalın içindeki güneşten, gökyüzündeki tozdan, ağacın kırmızısından mı ay doğuyordu. Bir dudağım yerde, öteki dudağım kuyruğunda ateş gibi gidip geliyordu içimden. "Scni damarımda, bileğimde atıyorum." Yıldızlar asılmıştı ağaçlara. Soğuk kandil kandil sarkıyordu. Yanımda dostların en koyusu, kadehimde sakız rakısı, dilim kekcme, elimdc olta, oltanın elinde zoka, sandalda Barba Stanco, küpeşte Sivriada, yıldızlar bağrımdı; dümendeyim. Motor hışır hışır hışırdıyor. Köpek sesleri geliyor dostçasına. Ağaçlar yddızları, ağaçlar tepeleri, köpek sesleri sabahlan getiriyor. Bir balık kokusu içiyorum. BirRum evinden midye tavası, bıyıklarımın içinden Sait Faik anıma baktım kimseler yok. Az önce çevrem insanla doluydu. Köpekler havlıyor, ağaçlar hışırdıyordu. Bir ırmak akıyordu kuiağımın dibindcn. Ağaçlar suları yıkıyordu. Hayvanlar insanları öpüyordu. Köpekler konuşuyor, insanlar havlıyordu. Gökyüzü sanydı. Birisi: Y anason kokusu geliyor. "Canımsın" diyorum kime. Kahve fincanına düşen sabah yddızını kokluyorum. Mis gibi kahve kokuyor. Kocayemişlerinin çiçeği pare pare. Karabaları avuçlarımda eziyorum. Dilime anlar konuyor, gözümü anlar sokuyor, güneş batıyor, bir karabatak düşünüyorum. Martının biri boşlukta bir dıreğe konuyor. Çakıla sulardan elbiseler giymiş, hava renginde askerler çıkıyor. Çakılda ayak sesleri duyuyorum. O, Aspasya'dır o. Aspasya'dır. Yaseminli Aspasya, kâfur kokulu Aspasya, Paskalya çiçeği sarısında Aspasya, dilinde kıvılcım, düinde yılan, dilinde aynalar ve çcşmeler. "Canımsın, diyorum, canımsın.!' Yani, Yani be! Hey Yani! Kara Yani! Hey Beykozlu laternacı Panayot'un torunu kara gözlü dostum Yani! Söyle Rumca Karabiberim şarkısını. Aspasya duysun. O türküdeki Ibrahim benim. Bırak îbrahim'i ve zenginliği Karabiberim. Dosduk çayırının bu kuzuları kimin? Sizin mi? Kuzularmı? Kuzularmelermi? Yani, söyle Karabiberim şarkısını. Şimdi Atina'da Omonya meydanında akşam oluyor. Atina kahvelerinin teraslarında bir ançüvezle bir yeşil zeytin ve bir kadeh mastika duruyor kimin önünde? Kimin önünde olursa olsun. Pire'den denizanası kokusu geliyor. Akropol'den Oktay Akbal ir giden Sait Faik var, bir de kalan. Giden için ne kadar ağlasak, dövünsek, parçalansak boş, geri döndüremeyiz. Ama kalan Sait Faik bizim, yaşadıkça bizim, bizlerdcn sonra da başka ncsillerin. Geçici Sait'i toprağa verdiğimiz giinün ikindisinde, yağmurlu bir Beyoğlu saatinde, kalan Sait Faüc'e Beyoğlu'nda rasladım. Bu defa sokakta avare, şairce dolaşmıyordu, bir vitrine bakmıyordu, sigara almıyordu. Artık o vitrinin içindeydi. On üç kitap halinde bizlere, yoldan olduğu gibi, hayattan da, o anlık geçip dönen kişioğullarına bakıyor, sesleniyor, çağırıyordu. Kalan Sait Faiİc'i artık bu on üç kitapta .bulacağız. Bunıınla yetinmek zorundayız. Semaver, Sarnıç, Şahmerdan, Lüzumsuz Adam, Mahalle Kahvesi, Havada Bulut, Kumpanya, Havuz Başı, Son Kuşlar, Bir Takım İnsanlar, Kayıp Aranıyor, Şimdi Sevişme Vakti ve Alemdağ'da Var Bir Yılan. Sait Faik'in eseri bu kadar. Bu eser, bizim neslin kendi iç romanı, kendi hayatımızın bir çeşit tarihçesi de demekti. Çünkü çoğumuz birçok duyguları, izlenimleri ilk defa onun hikayeleriyle yaşamışız. MeseJa aşkı, aşkın ölmezliğini ilk Sait'in hikâyelerinden duymuş, tad almışızdır. Kendi serüvenlerimizc onun aşka, sevgiliye verdiği anlamın kanştığıru fark etmişizdir. Yaşamanın boşluğunu, hiçliğini bümekle beraber gene de gündelik hayatın küçücük sevinçleri içinde savunmalar, mutluluklar bulunduğunu, onu elde etmenin hiç de güç olmadığını onunla öğrendik, onunla yaşadık. Öylelerini bilirim, Sait'in bazı hikâyelerini şiir gibi ezberlemişlerdi. Çevrelerinc Sait'ten öğrendilderi anlamı vererek, onun gözüyle, onun duyuşuyla bakıyorlardı. Onun çizdiği açı, bir neslin görüşlerini, duyuşlannı bir noktada toplamıştı. Nelerdi bunlar? Mesela şu tstanbul, pek çoğumuz için ancak Sait'le bcraber olunca anlam kazanan bir şehirdi. Köprüsünden Isriklâl Caddesine, pastahanelerinden iskelelerine, park kanapclerine, bıılutlarına, göküne, boyacı çırağına, terzi kızlarına kadar. Biitiin bir nesil Istanbul'u Sait Faik hikâyelerinin dcrinliğinden, şiirli havasından görmeye, sevmeye alışmıştı. Sonra bu dünyanın insanlan... Onlar da bizim için, adım başında rasdadığımız o B bomboş, hikâyesiz, şiirsiz serüvensiz kişîoğullan olmaktan çıkarak, üzerlerinde. durulmaya, düşünülmeye değer, ayrı ayrı romanlara konu olacak niteliklcrde varlıklar olarak göründüler. Bizim neslimizin duygulan, hayalleri Sait Faik dünyasının renkleri, sesleri ve yepyeni güzellikJeriyle beslendi. Yaşadığımız hayat ne derece çirkin, kaba, güzellik, aşk, iyilik gibi yüce değerlerden yoksun da olsa, kişi Sait Faik'in ebemkuşağı gibi renk renk, hatta renklerin yüzlerce azalıp çoğalan nüanslanyla aklın alamayacağı kadar değişik pırıltılı, aydınlık dünyasında mutluluğu, geçici de olsa, o kişiyi yaşamaya zorlayan gücü, bir anlık, bir saadik, bir günlük sevinçleri, yaşama isteklcrini, bir sanat eserinden yayılıveren o gerçek iç hazzıni buluyordu. Kişiyi yaşamaya itiyordu Sait. Zorla değil, ispat edereİc, açıldayarak, kandırarak değil. Çünkü gerçekte, kendi kişisel hayatında o da hayata o genel anlamında bağlılık, düşkünlük, kopmazlık duymaktan uzaktı... Bu yüzden karamsar bir hava sezilirdi yazdannda. Yaşamak için, şu gündelik hayatı sürdürmek için inatçı bir hırsı, bir isteği yoktu. Çoğu defa iğrenirdi gündelik, boşuna yaşamışlardan. Aşklannda, dostluklarında, hayallerinde boyuna kırılırdı. Ya da öyle sanırdı. Ama bize bıraktığı iki romanı, yüzlerce küçük hikayesi, şiirleri kişioğlunu yaşamaya, hayatın her çeşit zevkini, bütün güzelliklerini, en değişik duygularını, en zengin hayallerini duymaya, tadmaya bir çağırıştır. O ilk bakışta karamsar, umutsuz gibi gelen hayat izlenimleri üzcrinde biraz durunca, biraz o kelimclerin derinine inmek istenince, hayatı, insanları, kısacası kişinin gündelik zaman parçalannı bütünüyle yaşamasını çılgınca, umutsuzca seven, özleyen büyük bir şairin, bir ermişin aşın duygu taşkınlığından doğan geçici bir karamsarlık olduğu görülür. AsIında aşın bir iyimserlik özlcminden başka bir şey olmayan bir duyguydu bu. Sait, yaşamayı en büyük serüven, en üstün değer, en erişilmez şiir sayardı. Bunun dışında üstün tek dcğer sanattı. Bütün ömrü sanatla hayatı birleştinnek için çılgınca bir çaba Ue geçti denebilır. Hayatta mutluluğu bıılmak hem öylesine zor, hem öylesine kolay bir şey ki... Ama bu, mııtlııluğa erecek olan insanın kendi iç duyguları ile ya kından ilgiliydi. Ne bileyim, hayatın şusu busu bile, kişiyi, eğer içinde istek varsa muduluğa erdirebilirdi. Geçici de olsa. Bir kibrit çakışı, bir sigara dumaru bile: "Şu kibritin şu yanması diye fısır fısır fisırdayıp da sonradan 'peki anam, yanayım' diyen şu kibritin ışığına bak. Bu olur mu arkadaş. Böyle bir el sürçmesiyle açdıveren hararet, ışık, bayram gördün mü sen? Gül, sevin arkadaş. Şu ağzımızdan çıkân dumanlara bak! Nasıl uçuşuyorlar. Yaşıyorsun efendi. Pınl pınl, tane tane, ıslak ıslak. Cam cam, billur billur, fanus fanus, çeşmibülbüller gibi yaşıyorsun dostum. Durnanlarımıza, cigaralanmızın dumanına bak efendi! Bu mavi şey nedir? Bu insanın içini sevinçtcn, keyiftcn parlatan şey nedir? Ne kadınla yatmak, ne şarap içmek, nc arkdaşlarla prafa oynamak, ne tiyatro, sinema seyretmek... Hepsi bir yana dünyayı seyret. Al gözüm efendim. Işte sana kibrit alevi. Işte sana cigara dumanı!" Kalan Sait Faik yüzlerce hikâyesi, iki romanı, şiirleri ile işte böyle bir yaşama ermişi, yüzyıllara doğru uzanan insan kalabalığına doğru seslenen bir yaşama filosofu olarak konuşuyor. Onun karamsarlığı öylesine şiddetli bir hayat aşkından doğuyor ki sonunda en kara, kapkara umutsuzluklar bile yirip gidiyor, o aşın karamsarlığın sonunda kişiyi yücelten, mutluluğa götürcn eşsiz bir iyimserlik duygusuyla karşılaşıyoruz. Sait Faik yanna sadece büyük bir hikâye yazan olarak değil, bir iyimserlik filosofu, bir dünya ermişi olarak da kalacak. • 16 Mayıs, 1954, Vatan gazctesi Sanat Yaprağı Sokrates iniyor. Sen Yanaki! Dosdarın en koyusu! Arkadaşların içinde ölümden önce en sonuncusu! Atina sokaklarından geçerken yıldızlara bak. Yıldızlar seni sandallara, kayıklara, vapurlara ve adalara götürecek. Dünyanın bütün adalarını gezeceksin. Dünyanın bütün sandallarına bineceksin. Elinde naylondan 35'lik bir oltayla deniz diplerinden balık sanıp fosforlar, yakamozlar, pırıltdar yakalayacaksın. Balığa boşver! Düşün Yanakimu beni. Bin, bir yddızın sırtına. Adaların içinde bir Burgaz adası vardır. Bir sandal vardır, tam Kaleyoros'la Laendros'un gözüktüğü nişanda. Işte o benim. Ben, sandallar içinde bir sanal, denizler içinde bir deniz, insanlar içinde bir insan. Yani! Omonya meydanında akşam oluyor. Gökyüzünde sandallarla şarkılar geçiyor. Arabalarda ışıklar kayıyor, bir at kişnemesi duydun mu? Bir fayton geçti mi delicesine aklından... ve Omonya kahvelerinin camından? Bil ki bcn Taksim meydanında, âbidenin önündeki çayırın kısa parmaklıklı demirlerine oturmuş seni düşünüyorum Yanaki. Gece oldu. Karlar sönmek üzere. Işıklı ilanlar sönüyor. Otlar kararıyor. Bir tavernadan üç gitar sesi geliyor. Mavrodafni kaldırımlarda kırılıyor. Sen oteline kadar yürümeyi düşünme; Atina ile Pire arasındaki metro çoktan işlemiyorsa işlemesin, hava güzel, yürürsün. Martılar Sivriada'da ayın ışığında dönüp duruyorlar. Barba Vasili paltosuna girdi uyudu. Ben seni düşünüyorum Yanaki. Sonra Aspasya'nın söylediği Kefalonya havasından çıkan rüzgâr Sivriada'nın denizini ürpertiyor. Yanaki, Omonya meydanında ışıklar sönüyor. Kahve kapanmak üzere. Yeşil zeytini ye. Şu düzü yuvarla. tşittin mi Pire'den gelen vapur düdüğünü? Ben Galata Köprüsü'ndeyim o dakka. Bir Hollanda şilebi Okmeydanı'nda dolaşan mapusane kaçağına sesleniyor acı acı. Üsküdar iskelesine iniyorum. Parmaklığa dayanıyorum. Sen yeşil zeytini neden yemedin? Omonya meydanındaki Ekselsiyor kahvesinin garsonu. "Kalinikhta Kiryos" diyorbana. "Benden de bir Kalinikhta sana. Panco!" • SAYFA 6 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 743
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle