29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SENNUR SEZER Deniz Kavukçuoğlu'ndan bir anı roman Deniz Kavukçuoğlu'nun anlatısı, keyifle okunacak bir metin. Araya katılan belgeler, fotoğraflardan çok, kurgunun getirdiği bir keyif bu. Argonun, insan ilişkileri tarihinin, okul ve eğitim tarihçesinin uslanmaz bir yaramazın serüvenleri içinde sunulduğu bir kurgu bu. Çapkınlıkların, başarıfarın insansal zayıflıklarla verildiği, ünlü adlarla, tanıdık kazalarla sahicileştiği bu anlatı bir dönemin belgeseli gibi de okunabüir, bir Istanbul övgüsü diye de. B iz 1940'h ydlarda doğanlar ya da bugün altmışına merdiven dayamış olanlar, rahatça "bizim yaşamımız, Türkiye'deki değişimlerin göstergesidir" diyebiliriz. Hangi sınıftan gelirsek gelelim, bugün hangi işle ya da işsizlikle uğraşıyor olursak olalım, söyleduderimiz yanıltıcı değildir. Türkiye'deki her yeni olgunun her gelişimin değiştirdiği yaşamlardır ardımızda bıraktığımız. Tek parti iktidannın son buluşu, ABD ile yakınlaşma, yurtdışına asker gönderilmesi, öğrenci olayları, darbeler, üıtilaller, devletçiliğin olanakları, ilk dış göçler, ilk legal sosyalist partiler... Hatta ilk sosyal güvenlik kurumları; ailelerimizi, bizim öğrenim durumumuzu, bugünümüzü etkileyen ayrıntılar değil mi? "Bir zamanlar" kalıbıyla başlayacak her anının, yaşıt kişilerin anılarıyla ortak bir noktasının bulunusu biraz da bu ayrıntılara bağlı değil mi? Orneğin, "bir zamanlar Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi kantini, edebiyatçılann sık sık bir araya geldiği bir mekândı" cümlesi, a dergisinden başlayarak pek çok olayın anlatımında kullanılacak bir kalıptır. Fakültelerdeki dersleri öğrenciler dışındaki gençlerin de izleyebumesinin de günümüz YÖK öğrencilerinin inanamayacağı bir gerçek oluşu gibi. Deniz Kavukçuoğlu'nun " Alageyik Sokağı Bir Liman mıydı?" başlıklı uzun anlatısını okurken, olayların, argonun, bakış açısının kuşakları kuşatışını, öteki kuşaklardan aymşını düşündüm. Onun saydığı kimi adlarla tanışıklığım yüzünden bir ara, 1%0'h yıllardaki edebiyat toplantılarının fotoğraflarını karıştırmak bile geçti içimden. Sonra Kavukçuoğlu'nun bana verdiği bu tanıdıklık duygusunun bir anlatı başarısı olduğuna inanarak kitap için bir yazı yazmaya karar verdim. Alageyik Sokağı Bir Liman mıvdı? valet Sabunu kullanırdık banyolarımızda. Başımız ağrıdığında gripin alıraık. Dişmacunumuz 'miçam'lı Radyolin'di. îpana'yı dana sonra 21 puan bilgi yarışmalarından tanıyacaktık. Sunucumuz Orhan Boran, güneş spikerimiz ise Eşref Şefik'ti. Futbol maçlarını Halit Kıvanç'tan dinlerdik... Akbaba, Hatta, Yelpaze, Hayat Ses 'mecmualan' okunurdu evlerimizde... Dünyayı Hikmet Feridun Es'in röportailarından tanırdık. Daha çok şey bilmek isteyenler bir de aylık Bütün Dünya alırlardı. Herkes 'gazete' okurdu, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Sabah, Vatan, Son Posta, Son Havadis, Dünya .. Hiç kimse 'kupon' nedir, 'sertifika nedir bilmezdi. (...) Kesinlikle bugünkü kadar özgür değildik. Yasaklarla yaşardık. Ağırbaşh, çalışkan, yorgunluk nedir bilmeyen insanlardı anne babalanmız. Onur, erdem, namus ortak değerleriydi toplumumuzun. Onursuzluk erdemsizlik, namussuzluk ayıplanırdı. Insanlar birbirine karşı daha saygdı, daha sevecendi. 1950'li yülarla birlikte değişmeye başladı yaşamlarımız. Daha iyiye, daha güzele gideceğimizi sandığımız, umduğumuz, umutlandığımız o yıllarla birlikte bozulmaya başladık. Her şey hızla altüst oldu, bir karmaşanın içinde bul duk kendimizi. Yozluklarla çirkinliklerle, kötülüklerle sarıldık, kuşatıldık..." Deniz Kavukçuoğlu, kitabını bu "bozulma ydlarının^ haylaz, haşarı, ama yaşama çok bağb, hep gelecek güzel günlerin umuduyla yaşayan îstanbullu bir çocuğun gözünden" tarihi sayıyor. Bence, bu tarihe paralel bir "O zamanlar Avrupa" kitabın asıl eksenini oluşturuyor. da Zürafa Sokağı çevresindeyken, bir öğretmenini görür. Onunla karşılaşmamak için, gördüğü ilk kahveye girer. Orada yaşıtı bir çingene delikanlıyla tanısır. Bu genç Deniz'in Istanbul un birbaşka yüzüyle tanışmasının baslangıcıdır. Bu tanışma çingenelerin yaşamlarıyla sınırlı kalmayacak, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, onların tarih içindeki durumu, onlara yasaklanan mesleklere, oradan çocukluğunun geçtiği semt olan Moda'nın tarihine uzanacaktır. Yazar tanıdığı garsonlar ya da benzer mesleklerden birisiyle, onlarla ilişkilerinin öykücülüklerini de anlatacaktır. 67 Eylül olaylarını da anımsatacaktır. Bazen lstanbul'dan tanıdığı biriyle karşılaşılır Avrupa'da bir liman şehrinde. O zaman karşılaşılan kişi eski bir göz aşinasından, bir arkadaşa, tstanbul özlemi çeken bir hemşeriye dönüşüverir. Bu hemşeri, uzaklarda kalmış bir gençlik, bir şehir ve bir pastanedir yazar için. Ama bunları söyleyemez.: " 'Ben de Istanbulluyum' deyince Türkçe konuşmaya başlamıstık. 1960'ü yılların ortalarında önce Selanik'e göçmüşler, orada yapamayınca Almanya'ya Hamburg'a gelmişlerdi. 'Kocam lstanbul'dan kopmayı bir türlü içine sindiremedi' demişti, 'çabuk yaşlandı.' Son zamanlarda belleğini yitirmeye başlamıştı kocası. (...) Eskılerden konuşmuştuk o soğuk Hamburg gecesinde. Bir şişe uzo getirmişti masaya kadın, içmiştik. Ama pastaneden hiç söz etmemiştik. Asıl konuşulması gerekenleri, konusmak istediklerimizi içimize bastırmıştılc. Açmaktan, dile getirmekten korkmuştuk. Üzerimize ağır bir hava çökmüştü. Dağıtamamıştık. Yaşam, ağır değirmentaşlarının arasındaki buğday taneleri gibi bu insanları ezmiş, un ufak etmişti. Yaşamlarının odağı olan, en mutlu günlerinin geçtiği pastaneden söz etsek, eski yaşanmıskkları deşsek, didiklesek her anıdan başka bir hüzün fışkıracaktı. Ne söyleyeceğimi bi Önsözü bir kahvehanedlr "Kahvehane" sözcüğü günümüzün Cafe gençliği için ne aruatır bilemiyorum. Ama bir zamanlar Istanbul'daki kahveler kahvehane ve kıraathane diye ikiye aynlabilirdi. Kıraathane adıyla anılanlarda sabah çayının ya da kahvesinin yanında mekânın gazetelerine göz gezdirmeniz mümkündü. Kahvehane adını taşıyanlarda bir şeyler içilmesi yanı sıra kimi oyunlar da oynanır, oraya semtin sürekli gelenleri dışında uğrayanlar kuşkulu karşılanırdı. Deniz Kavukçuoğlu, " Alageyik Sokağı Bir Liman mıydı?' da bir karıvehaneyi hareket noktası olarak alıyor. Bir baska deyişle bir girizgâh, bir önsöz gibi kullanıyor, bir zamanlar yalnızca genelevlere gidenlerin mekânı olan Nurol kahvehanesini. Bugün orada "rüküş" bir restoranı varmış.. lstanbul'u yıllar sonra gezen iki yazar, Demir Ozlü ve Deniz Kavukçuoğlu yurtdışında sürekli özledikleri sokaklardaki değişiklikleri saptarlar. Içindekilerin ayrımına varamadıklan zaman zaman kanıksadıkları yıkımları: "Çeyrek yüzydı aşan uzun bir ayrılıktan sonra Istanbul'a dönebildiğimde, ona (Demir Özlü'ye) rastlamam büyük şanstı benim için. Bir öğleden sonra Divan Pastanesi'nde buluşmuştuk. Beni, Taksim'den başlayarak çocukluğumun, ilk gençliğimin geçtiği Beyoğlu'nun, Tarlabaşı nın, Galata'nın o özlediğim, o unutmaktan korktuğum, o hep geri dönmek istediğim caddelerinde, sokaklarında dolaştırmıştı. Kiliseleri, pasajlan, hanlan, eski yapdarı, her biri artık anı olmuş, kapanmış sinemaları, pastaneleri, dükkânfarı, lokantaları tek tek anlatmıştı. O anlattıkça, ayrıntılarla yeniden buluşuyordum." Bu buluşma bu kitaba ön hazırlik olmuş bence. Kıtabın önsözüne sıkıştırdığı "bir zamanlar biz... şimdi nerdee" kırıntıları, genç yazarların daha ayrıntı yoksulu yılIardan kitaplar oluşturdukları düşünülürse, "konsantre bir üvertür", yoğun bir hazırlık bölümü sayılmalı. Örnekleyeyim: " 'Bol köpüklü, nefis kokulu' Puro TuSAYFA 8 lememiştim. 'Sizi tanıyorum' demek için bile çok geçti artık." Alageyik Sokağı, yazann yeni konulara geçmesi için hep bir hareket noktası görevi taşır. Yani Alageyik Sokağı bir limandır, ama bir sığınak değildir. Bu limandan "azınlık"lara yola çıkıldığı gibi, "azınlık olmaya açık yabancı" kimliği edinmeye de gidilir. Kavukçuoğlu, çocukluğunda uzun süre yaşamıştır Avrupa şehirlerinde, babasının görevi yüzünden. Bir çocuk için öğretici ve eğlendirici olan bu yabancı ülkede Türk olmak yıllar sonra başka bir nitelik bir tür tehlikelilik kazanacaktır. Tıpkı çocuklukta yaşanan bir gelgit olayı gibi: "Sandviçlerimizi büyük bir iştahla yedikten sonra biraz top oynamış, bir ara da kıyıdaki duvardan aşağıya inip balçığın üzerinde dolaşmıştık. Uzaktan bakıldığında itici bir görüntüsü olan balçık ayaklarımızın altında bize çok farklı gelmişti. Ilık ve yumuşaktı. Ayağımızla hafifçe eşelediğimiz yerlerde küçük su birikintileri oluşuyor, içlerinden yan yan yürüyerek sağa sola kaçışan minik yengeçler çıkıyordu.. Balçığın içinde bir hazine bulmuştuksanki. (...) Hayvancıkları topluyor, ağzı fermuarlı plaj çantasına atıyorduk. (...)Çanta dolmayayüz tutuncaoyunumuz da çekiciliğini yitirmişti. Çantayı, daha sonra kıyıdan tam bir kilometre uzakta olduğunu öğreneceğimiz iki adım boyu yüksekliğindeki bir işaret fenerinin orta sahanhğına bırakmış, ileriye doğru yürümeye başlamıstık. 'Denizeyürümek' insana inanılmaz bir coşku veriyordu. 'Dağ başını duman almış' marşını tutturmuş, ileriye denize doğru koşarcasına yürüyorduk. Deniz bizi kendine çekiyordu sanki. Ayaklarımızın altındaki balçık zemin artık suyla kaplanmıştı. Yürümekten yorgun düşüp bir parça soluk almak için durduğumuzda, kulaklarımıza gelen bir hışırtıyla irkilmiştik. Ses karşıdan denizden geliyordu. Dikkatli bakınca, biraz öncesine kadar kıpırtısız duran denizin üzerinde ince çizgiîer halinde dalgacıklann oluştuğunu görmüştük. Deniz üzerimize doğru geliyordu! Hemen geri dönmüş, kıyıya doğru koşmaya başlamıstık. Biz koşarken arkamızdaki hışırtdar da artıyor, giderek korkunç bir uğultuya dönüşüyordu. Arada bir arkamıza baktığımızda, denizin kabararak peşimizden geldiğini görüyorduk." Yabancı bir ülkede anası babası saygın bir konumda öğrencilik başka, o ülkede kaçak işçilikten başka çıkar yolu olmayan öğrencilik elbette başkadır. "Kendi ayaklanrun üzerinde" durarak okuma karan verdiğinizde pense ile tel bükmeyi becerememek de vardır hesapta, kazma kürekle çukur kazmak da. Ama "bu işi beceremeyeceksin" diye kovulmak uzak bir ihtimal değildir. Yabancı ülkelerde "yabancılığı" engelleyen kuşkusuz dostlardır. Kavukçuoğlu'nun da dostlardan yana şansı açıktır. Bu şansı kendinin yarattığını eklemek gerek. Deniz Kavukçuoğlu'nun anlatısı, keyifle okunacak bir metin. Araya katılan belgeler, fotoğraflardan çok, kurgunun getirdiği birkeyif bu. Argonun, insan ilişkileri tarihinin, okul ve eğitim tarihçesinin uslanmaz bir yaramazın serüvenleri içinde sunulduğu bir kurgu bu. Çapkınludarın, başarıların insansal zayırlıklarla verildiği, ünlü adlarla, tanıdık kazalarla sahicileştiği bu anlatı bir dönemin belgeseli gibi de okunabüir, bir Istanbul övgüsü diye de. cak bir Istanbul oluşu ince bir nüzün kazandınyor anlatıya. Gülümsemeye dönüşen bir hüzün. Bir sünnet çocuğunun başucunda armağan olarak çalınan bir keman taksimi gibi. Güzel ve tedirgin edici bir hüzün bu. • Alageyik Sokağı Bir Liman mıydı?/ Deniz Kavukçuoğlu/Doğan Kitap/427 J K İ T A P S A Y I 667 Kurgunun başansı Bu IstanbuTun bir daha yaşanamaya HaJkJap, cemaatler ya da annfcklar Deniz Kavukçuoğlu, Demir Ozlü ile yıllar sonra yeniden dolaştığı Beyoğlu'nun arka sokaklarından Alageyik Sokağı'ndan, bir ilk gençlik anısıyla girer anlatısına. Okuldan kaçtığı bir gün, tam C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle