29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

öyküsünde, adlanndan da anlasılacag"ı gibi, doSaya yakın durup, öykü kahramanları olarak hayvanları seçmişsin: 'Atlar', 'Adı Kargalarda Saklı', 'Koçlar da Gitti', ' Atımlaben', 'Kadana"... Bunu nasıl açıklıyorsun? Babam Iğdır'da ünlü bir faytoncuydu. Atları çok severdi. Bir çift güzel ata, bir güzel faytona varını yoğunu verirdi. Bir keresinde bir sürü koyunumuzu, sanırım seksene yakın koyun, kuzuyu eşeğiyle, çobanıyla birlikte bir çift atla bir Faytona vermişti. Annem Kürt kızı, koyun kuzu onun canı, ciğeri. O önüne geçip çevirmiş, engellemeye çalışmış, babam saçlarından tutup sürüklemişti. Müthiş bir mücadele vermişti annem, ancak babama engel olamamıştı. Sonuçta, akşama fayton kapıya gelmişti. Kırk, elli yıl sonra oradan yaşlı birine babamın adını söylediğimde, "Ha... Faytoncu..." diye anımsariar babamı. Böylece ben atların içinde, faytonun, yayü arabalarının üstünde büyüdüm. Faytonla yolcu taşıdım, babamla Aras'ın, Ağrı'nın civarlarındaki köylere yolcu taşıdım, yük taşıdım. Onlar benim de güzel atlarımdı, faytonumdu, yayhmdı. Kargalar... Kışın karlı günlerinde sanki bir tek onlar vardı gökyüzünde, yollarda benimle yolculuk yapan...Yaşadıklarımdan gelip öykülerime giriyorlar, kahramanlarım oluyorlar. Öyküye destak Eleştirmensiz şiirden bahsediliyor. Öyküde durum nasıl sence? Bunun yanında siir dergilerde çokça yer buluyor da (şiir enflasyonu), öykü, dergüerden yeterli ve gerekli destegH görüyor mu? Geçmiş dönem öykücüleri bugün olduğu kadar şanslı değülerdi. Doksanlardan sonra Düşler Oykü ile başlayıp, Adam Öykü, Üçüncü Oyküler gıbi öykü dergileri yayınlandı, yayınlanmaya devam edenleri var. Adam Oykü arlıksız yayınlanıyor, hem de bir çok yeni imzaya, genç öykücüye büyük olanaklar veriyor. Öykü üzerine söyleşiler, inceleme yazıları, kitap tanıtım yazıları yayınlanıyor bu dergilerde. Son dönem hem dergilerde öykü yer bulabiliyor hem de yayın evleri öyküye ilgi gösteriyor. M. Sadık Aslankara'nın emeği büyuk bu anlamda. Yıllardır yeni öykücüler, onların öykülerine ilişkin yazıyor, tanıtıyor. Feridun Andaç her alanda sürekli üreten bir eleştirmen. Başka eleştirmenler de var. Eleştirmen sayısı keşke daha çok olsa. Keşke Fethi Naci yeniden öykümüze, öykücümüze dair yazsa. "Yazınsal erke, yazarı, yazarı olmaklık anlamında var etmeye yetiyor da, onun özgün olmasına, diğer yazarların arasından styrılıp öne çıkmasına olanak tammıyor kesinlikle. Bu, şu demek: Yazar, bir öykü kitabı yaytnladığtnda, elbette öykücüler topluluğuna katılabilir. Ama bu, amlan yazarın, yazınsal erkesini bu alana ekleyebildiSıanlamına gelmez. "M. Sadık Aslankara nın, Agorauergisi'nin 25. sayıstndakı bir yazısından altnan bu sözlerine, günümüzde devreye girmis bulunan 4050 civarmdakiyazarı da dikkatealarak, nasıl bir açıklama getırirsin? 90 sonrası öykücüleri, bırbırıleriyle sınırlarınt "özgünlük yaratma" anlamında ayırtp, yazınsal kimliklerini netleştirebildiler mi? Doksanların ortasına kadar tablo çok daha olumsuzdu. Ancak bugünlere geldiğimizde, o günlere oranla önemli değişimlerin olduğunu düşünüyorum. Ne var ki senin verdiğin rakam, yani 4050 öykücünün özgün olması, birbirinden sınırlarını ayırması, M. Sadık Aslankara'nın dediği, "yazınsan erkesini" geleneğe, onun değimiyle "bu yana" bir Sait Faik'in, bir Sebahattin Ali'nin, Orhan Kemal'.in, Nezihe Meriç'in yanında yer alması mümkün değil. Doksanlardan bu yana yazan onun üzerinde öykücümüzün kendi biçemini, CUMHURİYET KİTAP SAYI 667 kendi öyküsünü oluşturduğunu, her birinin kendi kulvarında yol aldığını ve bunun da giderek özgünlük anlamında daha da netleşeceğini söyleyebilirim. Ayrıca bir çoğu öykü yazmakla kalmıyor, öykünün gelişmesi, genç öykücünün yetişmesi anlamında çaba harcıyorlar, panellere katılıyorlar, etkinlikler düzenliyorlar. Örneğin Özcan Karabulut bu anlamda müthiş enerjisi olan, Ankara Öykü Günlerinin, giderek bir çok ilde sürdürülen öykü günlerinin gerçekleşmesi anlamında büyük çabası olan bir öykücü. Onunla birlikte yine bir çok öykücü bu çabayı sürdürüyor. Işteburalarda öykü üzerine önemli şeyler söyleniyor. Artık genç öykücülerin çok şey öğreneceği son dönem öykücüleri var. Ben bunun daha da gelişerek süreceğine inanıyorum. Okurla öykülerinin bulusması ne durumda? Kitaplartna gelen tepkiler nasıl? Bir okuyucu kitlesi olustu mu, öykülerinin çevresinde? Bunun yanıtını her halde en iyi yayınevi verir. Ökuyucunun öykülerim üzerine söyledikleri doğrusu beni sevindiriyor. Agora dergisini yaytnlayanlar arasındasın; öykücüîükle is yaşamınla zor olmuyor mu? Kolay değil tabi. Sen de dergi çıkardın sevgili Yumaz bilirsin, işte bu yaz sıcağında, tatil falan düşünmeden derginin yeni sayısını hazırlıyoruz. Ama her şeye rağmen bu alana, edebiyata katkı sunmak, bir genç şairin şiirini yayınlamak, bir yeni öykücüye omuz vermek o sıluntıları, zorlukları azaltıyor. Bir de zaman kavramı uçup gidiyor, hep bir şeylere yetişmeye çalışıyorsun. Öyküye gelince, o geldı mi, veya sen ona gittin mi her yerde ve her zamanda yazılıyor. Yeter ki adım at. Söylesi için tesekkürler... Ben de teşekkür ederim. • Serurda Beklemek FERDA İZBUDAK AKINCI erul'da Beklemek", Hasan Özkılıç'ın "Kuş Boranı"ndan sonra çıkan ikinci öykü kitabı. Kitabı okumaya, daha önce hiç yapmadığım bir biçimde, kitaba adını veren öyküyü okumakla başladım. Daha sonra değerlendirmeye de aynı öyküden başlamak istediğimi gördüm. Şerul'da bekleyen genç bir kadındır. Adı: Yurdagül. Önceleri kendini seven, kırmızıya tutkun Yurdagül. 'Kör, karanlık bir zamandır' yaşanan. 'Umutların tükendiği; yeni bir duzene uyumsuzluğun cenaeresinde, düşlerin karabasana döndüğü' gecelerdir. Şerul'un insanları, Iğdır'a, Trabzon'a, Istanbul' gitmişlerdir. "Erkekleri, inşaatlarda, tarlalarda karın tokluğuna çahşmaya gittiler; kadınlan, kızları bara, pavyona, sokağa, kendilerini satmaya. Allı kırmızılı gitti kadınlar, bütün Şerul biliyordu gittikleri yerde kendilerini sattıklarını, bilmezden geliyordu. Akılları almıyordu olanları. Geçmiş, çok uzaklardakalmıstı." (s. 78) Şerul'da bekleyen Yurdagül'ün genç 'eri', diğer erkekler gibi ırgathğa gitmiştir. Inşaatta karın tokluğuna çalışan, her sabah bir meydanda 'mal gibi' kendilerini hayvanlardan da ucuza satın alacak kişileri bekler. Gittiğinin haftasına içler acısı durumunu dile getiren bir mektup yazmıştır. Orada Şerul'un satılık kadınlarını da görerek "Onlar da ucuz mal burada. Buna ne kadar dayanacaım, bilmiyorum" der mektubunda. Ardından iki mektupla bir miktar dolar gönderir. Bir daha da ses çıkmaz sevdiği adamdan. "Ş Öykücü, bize yıkımın ardında kalanları Yurdagül'ün III Kİ hMI K gözleriyle gösterir. Kapısına koca bir kilit vurulmuş Sanatevi... ikinci Dünya Savşaı'nda şehit düşenler için düzenlenen Stalin imzalı nişanların da yer aldığı müae... Yıne Yurdagül'ün gözleriyle, o nişanlardan dedesi için verilene bakanz. Almanlara karşı savaşan dedesinin anısı, Şerul'da bekleyen bu genç kadın ile birlikte bizi de sımsıcak sarar. Yıkımın, çürümenin boyutlarına isaret eder Yurdagül: "inme dede, orada kal!" der. "Aşağısını, Şerul'un halini bilsen, iyi ki öldıim de bugünleri görmedim dersin." I I.i^.ııı < ) / k ı l u Hasan Ozkılıç. Insanın lclnl acttan trajlk yasamlan serglierken okurunu karamsarlıOa düşürmüyor. Bütün olumsuzlukiara karsın ya$amdan kopmuş. dlrençlerinl yltlrmls Insanlar deOII onun öykü ki$lierl. Yazar, bu öyküde bize, Şerul'da bir değişim yaşandığını anlatıyor. Soyyetler Birliği'nde 'eskiye dönüş'ün tarihi de eskidir aslında. Bilindiği gibi, Stalin'in ölümünden sonra Soyyetler yönetimine gelenler, devrimi ofuşturan politikaları terk ettiler. Oportünist, revizyonist politikalara saptılar. Böylece eskiye dönüş süreci başlamış oldu. Içten içe çürüyen kalenin bir anda yıkılmasıyla süreç tamamlandı. (Yıkımın adı Glastnost'tu ancak, Glastnost'tan çok önce başlanmıştır Ekim Devrimi'nin kazanımlarının yitirilmesine.) Çürümesini tamamlayan kale, Gorbaçov döneminde birden çöktü. Bu çöküş, Sovyetler'in dağılmasıyla ve 'sosyalizmin denenmiş olmasının getirdiği nimetlerin' tümüyle yitirilmesine neden olmuştur. Öyküde Şerul, bu şaşkınhk yaratan, uyum sağlanması güç yeni durumu yaşamaktadır. Sosyalizmin, MarksistLeninist çizgiden sapışının doğal sonucu olarak ulaşılan nokta, dünya nalklarının inandırılmaya çalışıldığı gibi 'özgürlüklerin kazanılması' olayı değil, açlık, başıbozukluk, mafyalaşma ve sömürünün şiddetinin akıl almayacak boyutlara ulaşması anlamına gelmektedir. Çürüme ve kokuşma, yaşamın her alanında kendini göstermektedir. Öykü, bu gerçeğe ışık tutması açısından çok önemBdir. Bu saptamanın kitapla ilgili yapacağım tüm değerlendirmelerin ötesinde, gerekli olduğunu düşünüyorum. Kaçınılmaz son yavaş yavaş gelecek, insan tacirleri, yolları bir bir tıkanan Yurdagül'ün karşısına 'umut' olarak dikilecektir. oOHIUnilBII KflUnMP Sömürünun tarihi eskidir. Hasan Özkılıç'ın öyküleri sömürülen 'insan' üzerine. Atlar'da Aras Sineması'nın makinisti Alican, Yurdagül'ün kocası ve Şerul'un öteki insanları, Dünyanın Çığfığı K'nın adsız kahramanı, 'Yarim Istanbul'unun Sadife'si, Muharrem'i, Duvarın Ardı'nın kadınlan... Sömürüden kurtulmak, kadın ve erkeğin güç birliğinde bile zor. Ama dayanıfabilir ve umudu içeren bir durum. Ancak bu kadın ve erkek, savaşımda tek başlanna kalınca, ikisinin de , ama özellikle kadının sömürülmesi çok daha kolay. Hasan Özkılıç'ın öykülerinde erkekler, ölümle ya da geçim derdiyle kadınlarını yaşam savaşında tek başlarına bırakıyor. Gidenlerin ne oJduğu da beJirsiz, Yurdagül'ün kocası gibi, 'Yarim Istanbul'u öyküsünün Hamit'i gibi... Kadınlar, tek başlarına direnmek zorundakalıyorlar. Kadın, sömürüden kurtulabilme konusunda erkekten de geride. İkisinin gücünün ve yollarının ayrılmasıyla, kadın sömürü karşısında daha da güçsüz. Çünkü kadın, yalnız emek bağîamında değil, cinsel bağlamda da sömürüye açık. SAYFA S
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle