Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
r 'Dünyanın Çığlığı K'da bunu çok net koyuyor önümüze Hasan Özkdıç. Yazar, yaşam savaşrnda yine bir başına, üsteliîc kucağında bir bebekle bırakılan ve saldırıya ıığrayan kadının çığlı61nın yanıtsız kalışına başka bir çığhkla karşılık verir: "Siz duymadınız; bütün kent, bütün köy, bütün dünya, bütün insanlar bu çığlığı. Yine kulaklarınızı tıkadınız, yine geçip gittiniz..." (s. 95) Önce 'Bizim Eşkıya' da öğreniriz O Tay'ı. Aras'ı geçip de O Tay dan gelen /oktur. Orada patlayan top sesleri duyuur. Aras'ı geçip O Tay'a gidebilmenin de olanaksız olduğunu şu sözlerden öğreniyoruz: "Ne çok merak ediyorum benim için gizem dolu o toprakları, kentleri. Gidebilseydim, O Tay'a geçebilseydim... Onlan dinliyoruz, seslerini duyuyoruz, Aras'ın sularında yüzüyoruz; yemşeyil, verimli tarlalarını, karınca gibi çalışmalarını, geceleri ışıl ışıl yanan Erivan'ı görüyoruz; ancak O Tay'a geçemiyoruz. Ne biz geçebiliyoruz ne de onlar gelebiliyorlar." (s. 12) Sonra "Âtlar"da, arabacı eski bir Ermeni köyünün yıkıntdarı arasından geçer. Oralarda yaşandığı anlatılan şeyler onu ürpertir. "Bir zamanlar 'bizimkilerle' aralarında kanlı savaşlar olmuş. Birbirlerini lurıp geçirmişler; köy ateşe verilmiş; o gün bugündür öyle yıkık, yirane duruyor" dediği bu narabeleri, bu öyküde coğrafyayı Detimlerken fon olarak kullanır yazar. Sonra bir yabancı geliyor O Tay'dan "O Tay'dan Gelen Yabancı"da, bu dramı yaşayanların öykusü vardır. Burada 'insan' olgusunun altı çizilir. Bütün savaşların, düşmanlıkların ötesinde 'insan olmanın'. Kitabın kuşkusuz en güzel öykülerinden biri O Tay'da Gelen Yabancı. "Tezekent" adlı öyküde, köye gelen Âşık'ın sazından ve sözünden anlatılan yakışıklı Ermeni delikanhsı Dikran'ın öyküsünde, ırk ayrımına karşı çıkıhr, barışın güzelliğinden dem vurulur. "Kimi yakın Ermeni köylerinden gelen 'honaka'larıyla, kimi dağ köylerinden gelen, uzun zamandır görmedıği bir dostuyla, kimi de her yıl birlikte yaylaya çıktıkları bir Kürt beyiyle ağız ağıza, düğünün gürültüsünü unutmuş, birbirlerine sarıp verdikleri tütünün tadını daha çok duyarak derin sohbetlere dalıyorlardı." (s. 110) Aynı saz, aynı söz, insanoğluna şu dersi verir: "Bir şey diyeceğim, bunu kulağınıza küpe edin... Olacakla öleceğe çare yok, derler, siz inanmayın. Çare vardır, çare insandadır. Insanoğlu aklını başına toplasa, bu dünyaya geldik, gidiyoruz, niye komşunun tavuğuna kışt diyelim, niye birbirimizin kanlısı ola ı lım güzel güzel geçinmek, güzel güzel koklaşmak varken diye düşünse, sen de insan, ben de insan dese, ölüm, bela uzak durur." (s. 104) Kitaptaki on üç güzel öykünün kimilerine değindim. 'Şerul'da Beklemek', kapitalizmin güdümüyle edebiyatta altın çağını yaşayan 'postmodernizm'in pabucunu, birkaç kalem darbesiyle dama atıveren bir kitap. Insanın kendi iç karanlığını yansıtan, bireyci, içedönük, kalabalıklardan yoksun, neredeyse bunalımdan başka bir sey anlatmayan, bu nedenle de kimseye karamsarlıktan başka bir şey vermeyen ve 'günümüz öyküsü' diyebileceğimiz kadar yaygınlaşıp kabul gören, aslında çok da tartışılan öykünün tatsızlığından yakınanlar, bu kitabı keyifle okuyacaklar. 'Toplumcu gerçekçi' kaynaktan beslenen edebiyatın kuru ve yavan olduğunu savunanlara da iyi bir yanıt bu kitap. Kişileriyle, betimlemeleriyle, 'olay'larıyla son derece zengin ve çekici. Kitapta kıyımlar var, bir gece akti yanıpyakılan köyler... Kurşuna gelen âşıklar, niç tanımasak da 'bizim' olmuş eşkıyalar... Yaşamanın çok zorolduğu başka pir coğraryayı anlatıyor olsa da Hasan Özkılıç, yaşamanın gün günden daha da zorlaştığı bu coğraryada, anlatılanlara hiç yabancılık duymuyoruz. Kaharmanlar ve serüvenleri yaşamın içinden. Öykülerin beslendiği toprak aşklarıyla, öfkeleriyle, umutları ve umutsuzluklarıyla insan ve onun yaşam savaşı. Bu yaşam savaşında yenilenler de var, direnenler de. Umut elbette direnenlerde. Direniş, insanlık tarihinin kuşkusuz en onurlu eylemlerinden. Yurdagül, direnmemiş Şerul'un Yurdagül'ü, bu yeni düzene direnebilecek mi? Bu sorunun yanıtı 'Şerul'da Beklemek'te. Bir solukta okunan bir kitap 'Şerul'da Beklemek'. Eline sağlık Hasan Özkıkç." Şerul'da Beklemek/ Hasan Özkılıç/ Can Yayınları/ 2002/ 134 s. Yarim İstanbul'u... HAYRİ KAKO YETİK ecati Cumali ve Tarık Dursun K.'nın Ege'yi, Bekir Yıldız'ın Harran'ı, Yaşar Kemal'in Çukurova'yı, Said Faik Abasıyanık'ın Marmara'yı yakın çekime almaları gibi Hasan Özkılıç da Kafkasyalya çevirmış öykünün objektifini, türün gerektirdiği biçünde zoom yaparak. Birinci kitabındaki öykülerin coğrafyası Iğdır'dan çok Gediz Ovası'ydı; bu ikinci kitabı Şerul'da Beklemek de Kars dolayları oluyor. Romanlara özgü panoramik yansıtma ve bakışaçısının atladığı, atlayabileceği ayrıntılar yaşamın bir kesitini yakalayıp orda yoğunlaşarak, orda yazınsal değerler yakalamakla tür özelliği kazanan öykünün bu işlevini Şerulda Beklemek fazlasıyla yerine getiriyor. Hem de boyunu aşacak kuramsal bilgiçliklere kalkışmadan, öykünün sınırlarını zorlamadan, öykü kalmayı becererek. Becerebiliyor, çünkü içincfen geldiği yaşantılardan çekip çıkarıyor öykülerini Farklı kültürlerin harman olduğu sözkonusu yörenin insanları farklüıklarının paydası insanlıklarıyla varoluyorlar bu öykülerde. Doğada olduğu gibi egemen iklim olayı karken insanları türk, kürt, azeri, alevi, sünni, ermeni, şii, ırgat, eşkiya, sosyalist, kapitalist vb olarak yansıyorlar. Etnik kimlikler ne tarihe bağlanıyor, ne siyasete, ne dine; yaşam içinde oldukları halleriyle bulunuyorlar; yani olmaları gerektiği gibiler. Mıgırdıç Margosyan'ın Ömer Polat'ın bir ucundan insanların etnik farklılıklarına karşın bir olduğuna göndermeler tasıyan öykülerinde olduğu gibi... Ya da müslüman toplumların Kerem Ile Aslı hikayesinde, ermenilerin Sasonlu David öyküsünde din farkının aşıklarm kavuşmalarına engel oluşturması örgelerinde de görüldüğü üzre. N havasını derin derin soluyordu."28 "yolcu"nun ne belgisiz önadı var ne de lar çokluk eki. "Kıştı. Kar diz boyu, ayın ışığında etraf gümüş bir pırıltıya boğulrnuştu..."29 tümceleri de kısa, yeğlenmiş yalınlığın sonucu... "bugüne kadar jandarma köye daha çok asker kaçağı, silah arama, bir iki kız kaçırma olayı için gelmışti; ne kavga, ne adam yaralama, ne de çatışma onların işy i ' * 3 3 id "Kadınların çoğu gözyaşlarını eşarplarının kulağıyla sildi." 40 "dişleri vardı rüzgarın, hem de diken diken. Kulaklarımı ısırıyordu." 55 Özkılıç, bilgiçlik taslamıyor. Yalın, doğal, duru, akıcı dilini içtenliğine borçlu olmalı. Bunu anlattığı hayvanlarla, bitkilerle özdeşleyim içinde olmakla olanaklı kılıyor. Şu tümceler, duygular başka türlü yakalanmaz:" ...atlarım da yan gözle beni izleyerek ilerliyorlar. Arada bir otlara bakıyorlar. Onlar da yeşillikli, bol otlu günlerin özlemi içindeler. Ama asıl sorunları benim. Bana akıl erdiremiyorlar." 20 Bu, o kültürün içinden gelmesinin sağladığı bir olanak; bu olanağı öykü dilinin kuruluşunda bir ayrıcafığa bir nıteliğe dönüştürüyor. Anlattıklarını yaşamış olmalı ki yaşatıyor da. Bir yakınlık, bir sıcaklık uyandırıyor içimizde bu haliyle, gözümüz bir yerlerden ısırıyor gibi oluyor, tanıdık buluyoruz öyküleri ve dostane bir söyleşi içıne girmiş oluyoruz. O Tay'dan Gelen Yabancı'nın özellikle düğüm bölümündeki geçmişe ilişkin açıklamaları halk hikayelerinin geleneksel sanatsalöyküleme/hikaye etme (tahkiye) tekniğine özgü bir anlatım barındırıyor. Bununla da hoş, akıcı bir biçem yakalamış. Bu sevecenliği yakalamasının nedeni bir de şu olabilir: içinden geldiği gibi yazıyor, canının istedıği yerde fazlalıkları atıyor. O zaman Memduh Şevket Esendal'ın tekniğine yaklaşmış oluyor, bazen de hiçbir özenti, hiç bir anlatım kaygısı taşımayan önadlar, tamlamalar, nitelemeler kullanıyor. Kısa, kesik, atak anlatıma ters düşmeyen, akıcdığını bozmayan, bu deneyleriyle de akla Haldun Taner'i getiriyor; denilebilir ki Tezekent de Sabahattin Ali'yi... Ancak daha çok Abasıyanık'ı anımsatıyor. Anlattıklarıyla, nesnesiyle özdeşleyim içinde olmakla Abasıyanık çağrışımı yaratıyor. Özkdıç'ın böyle bir kaygısının olmadığı, öykünme gütmediği açık; diline böyle geldiği için böyle yazmıştır. Öykünme olsa bile iyi yapmış; çünkü Said Faik Abasıyanık a doymamıştık, doymuyoruz; bütün büyük sanatçılar gibi Abasıyanık için de duyumsadığımız, içimizden geçirdiğimiz, " ah yaşasaydı da şunları da yazsaydı" dileğimizi bir parça olsun karşılayacağı için, o lezzeti taddıracağı için... Yalrnz belirtmekteyarar var, Âbasıyanık'a göre Özkılıç daha tutumludur betimlemelerde. Açıklayıcıteknik betimlemelerle yetinir. Belirli bir noktaya, değişmeyen bir konuma göre yapılmış olmaları ölçülü kalmayı yeğleaiğine yorulabilir. Belki de yeni deneylerin, serüvene açılmanın zamanı gelmemiştir diye düşünüyordur; cünkü bu ikinci kitabı; birincisine göre oüyük bir ilerleme, bir gelişme var. Tedbirli olmak adına gösterifdiğini var saydığımız bu tavır nerdeyse razlalık diyebileceğimiz hiçbir söze, tümceye, paragrafa olanak vermiyor. Bu tutumuyla yukarıda da belirttiğimiz gibi halk öykülerinin tutumuna yaklaşırken burdan, gerçeği idealize etmeden romantik bir sözceleme varır. Ancak çelişkiye ve olumluya işarette bulunmaktan kendini alamaz. J CUMHURİYET KİTAP SAYI 667 Dostane Mr söyleşf Hasan özkılıç. nıçölr zaman kopmadıOı lOdırlı dostlanyta. Özkıüç'ın öykülerinde kıyısından ucundan etnik çatışmalara değini de var; ama, etnik boyutlardan çok insanlık hallerine yöneltiyor objektifini öykücü. Sözgelimi 1915 'edayanan bir ermeni çetecinin kaçırdığı azeri kızın trajedisiyle başlayan O Tay'dan Gelen Yabancı öyküsü bir azerinin hainliğiyle biter. Ne ermeni ne azeri idealize edilir veya uluslarının simgesi sayılırlar. Yazar yansız kalmasını bümekle de yetinmez çözüm bölümünde sınır çelişkisine vurguyla "Üzülme anne, gene gelir. Bakarsın kapılar açılır, O Tay'a gidiş geliş serbest olur, biz de gideriz ağabeyime..." sözlerine yer vermekle sosyalizmin sınırsız dünya düşlemine de göndermede bulunmuş olur. Bu dilek Şerul'da Beklemek'te bir hüsran biçiminde gerçekleşmiş olur. Ama yazar bu noktada seçici davranır; bu hüsranın geçici olduğunu sezdirmek istediğinden olsa gerek, ileri gitmeden durum saptamasıyla yetinir. Yer yer toplumcu gerçekçi söyleme yaklaşsa da özellikle bu öyküde çözüm işaret edilmez; etik bozulmaya vurgu yapmakla kalır. Denilebilir ki bu öykülerin en önemli özelliği yalınlıkları. Yalınhk yalnızca kullanılan dilin duru, sade olmasında değil; aynı zamanda içinde. Tezekent öyküsü örnek gösterilerek, halka, halkın duyarlığına özgü sözceler, imgeler belirgin bir katmanı oluşturmakta; denebilir. "... arka kapıdan önce muavin, sonra yolcu indi. Kıştı, kar diz boyu, ayın ışığında etraf gümüş bir pırıltıya boğulmuştu. ütoDÜsün motoru sanki çok uzak bir yoldan gelmiş, yorgun bir intiyar gibi titreye titreye çalışıyor, temiz kar Etn* çaüşmaiar SAYFA 6