24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kapak konusunun devamı. •• tutan iki ağabeyim de aynı fabrikada çalışmaya başlamışlar. Bütün bunlar olup bittiktcn sonra sonra, aile yoksullukta karar kılmışken doğmuşum ben. Yaşamımn ilk 17 yılı, bir adıın dışarı atmadım Adana'dan. îlk gençlik yularım orada geçti. Sigaraya orada alıştım, ilk içkiyi orada içtim. Iki yıl Ankara'da Harp Okulu'nda okuduktan sonra döndüm orada evlendim. AdanaJı olmak, bu yurda muhacir vatandaş olmak düşüncesinden daha sıcak, daha rahatlatıcı gelmiştir bana daima. Yaşadığı toprakla bir olmak, bir yerc yerleşmiş olmak toplumsal içgüdüdüsü belki. Çocukluğumdan bir anım, babamın ölümüdür. Uç yaşındaydım babam öldüğünde. O zaman ölüler evde yıkanırdı. Anam beni kucağına almış yüksekçe bir yerden sanınm bir merdiven sahanlığıydı hem ağlıyor hem avluya bakıyordu. Avluda, marangoz tezgâhına benzer bir seyin üzerinde babamın ölüsünü yıkıyorlardı. Sonra bir kopukluk anılarda. 56 yaşına kadar. Ya da genel ve koyu bir yoksulluk izlenimi. Daracık ve harap kira evlerinde, petrol lambası ışığında geceleri: Bayramlan yeni elbisesiz, ayakkabısız geçen uzun yıılar. O günleri düşündüğümde hemen aklıma Gorki'nin "26 Erkek ve Bir Kız" hikâycsi gelir. îlk cümlesi o hikâyenin: "Biz yirmi altı erkek, yirmi altı canlı makine idik, bir mahzene kapatılmış". Liseyi bitirinceye kadar, evlenip ev den ayrılan kardeşlerim dışında biz: En azından 56 kişi. 1520 metrekarelik tek odalı evlerde bir avluda üç beş tanesi bir arada olurdu bunların yaşadık. ilk yeni elbiseyi kendim çalışmaya başladıktan sonra giydinı sırtıma. İlk yeni ayakkabıyı da. 1938yılındailkokıılabaşladım. Ailemde, Cumhuriyet okullarına giden ilk insandım. Bunu hiç unutmadım, garipsedim çogu zaman. Okula başladıktan iki ay sonra Atatürk ölmüştü. O giin okulıı tatil edip bizi evlerimize yolladılar. O yılların en kalıcı anısı budur bende. Bir de, yaklaşan tkinci Dıinya Savaşı'nın hazırlıkları. Bir yer sarsıntısında olduğu gibi ıızaktan, derinden, dipten gelen bir uğultu. Mahallemizin yakınınua orduevinin yanında boş bir meydanlık vardı. Her gün, askere alınanlar toplanırdı orada. Bir de, halkın elindeki işe yarar atlar, motorlu araçlar. Anababa günü olurdu orası, gider seyrederdik korka korka. Sanki biz sokaktayken savaş çıkacaktı da bir daha eve dönemeyecektik. Koşardıkevlerimize. llkokul, savaşın da etkisiyle daha kaıa bir yoksulluk içinde geçti. Her iki ağabeyinıi de askere almışlardı. Anam, geceleri ve çamaşıra gitmediği giinler bir un fabrikasının yırtılmış, patlanuş çuvallarına yama yaparak evimizi geçindirmeye çalışırdı. Her şcye sıvanırdı un ve un bitleri. Beşinci sınıftan sonra yaz tatillerinde ben de çalışmaya başladım: Bir fırında çıraklık. Satıştan toplanan eknıek kar nelerini uzun bir listeye yapıtınr, bir gün sonra götürür belediyeye teslim ederdim, ekmek satardım tezgâhta; sıcak ekmekleri rallara dizerdim eÜerim yana yana. Haftadayüzellikuruşverirlerdi. Kitaba, okıınacak şeylere para vermeye o yıl alıstım. İki merakım vardı: Yerli Polis Hafıyesi Orhan Çakıroğlu'nun maceraları ile Ülucami dibinde kitap sergilerinde satılan halk masalları... Hayber Kalesi Ccngi, Tahir ile Zühre, Beyböyrek, Kan Kalesi Cengi gibi kitanlar. Bir okuma kaynağım daha vardı o yıllar: Müzede nıemur olan eniştemin müze kiraplığından okumam için verdiği Hayat Ansiklopedisi ciltleri. Balzac'ın masa başında yazı yazarken o ünlü resmi var ciltlerin birinde. Ogretmcnimiz bir tahrir ödevi vermişti: Bir rüya mızı yazacakük. O giinler uydurdum mu, SAYFA 10 Kmk vılın icinden karısında Adana sokaklarında dolaşan Arif Dino'yu uzaktan görürdüm. I Ier salı, halkevinin alt salonunda edebiyat geceleri yapardık. Çoğunluöumuz liseli gençler olurdu ama dışardan gördüğümüz ilgi hiç de az değildi. Arif Dino gelirdi, Orhan Kemal gelirdi işçi arkadaşlarından ikisini üçünü yanına alıp. Bir kenarda oturur dinlerlerdi. Salonda meraklı arkadaşların varlığı bilindigindcn kimse yanlanna gidip oturmak yürekliliğini gösteremezdi. Zaten iki üç ay sonra da yapılmaz oldu bu toplantılar. Salonu vermediler. Bir kez Ataç gelmişti Ankara'dan, bütün gece şiir okumuştu. Savaş biteli çok olmuştıı ama Türkiye daha yoöun, daha gürültülü bir çalkantınm içincleydi. DP kurulmuştu, sendikalarkunıluş kavgası içindeydi. Sendika ile komünistlik sözcükferinin aynı anlamda kullanıldığı bir dönemdi o giinler. Biz, gözümüzü dünyaya yeni yeni açmakta olan genç liseli öğrenciler, bizim istemimiz ve etkimiz dışında olup bitenlere çok yakın bir ilgi duyduğumuz halde, o dış dünyaya giris kapısını bulamıyorduk bir türlü. Bütün kapılar örülmüştü sanki. Ne bir gençlik örgütü, ne bir tonlantı, ne bir açık oturum, şu bu. Gençlik, politikacıların gerektiginde miting alanlanna sürdüğü bir yedek güçtü o günler. Otur dediğin yere otururdu. Bu durumda kapalı kapılar önünde bekleşmek istemeyenler, tek açık kalmış pencereden, edebiyat penceresinden atlardı içeri. Biz de öyle yaptık, birkaç arkadaş, elimizde Garipçilerin, 1940 dönemi şairlerinin kitpları, bir de Attilâ llhan'ın Duvar'ı, daldık o gürül tüden içeri. hk poVUk caza taplığına yardımcı ögrenci olarak seçti beni, ilk gün David Copperfield'i tutuşturdu elime. Çakıroğullan, dinsel nıasal kitaplan geride kalmıştı. Evde ufacık bir kitaplığım vardı artık. "Okuldan istiyorlar, sözlük alacağım" diye anamı kandınr, gider roman, nikâye kitapları alırdım. Üçüncü sınıfa geçtiğim yaz, aynı okuldan bir zengin arkadaşla tanıştım. C) da şiir yazıyordu. Ölçüsüz, uyaksız şiirler. Bir de kitap bastırmış ufacık: Insan Hali. ü yüzden Adana 'da olan Şükrü Enis Regü'den, Yeni Şiir'den, Orhan Veli'den söz ediyordu. Garipçileri ve Yeni Şiiri tanıyışım ve o tür şiirler yazmaya başlayışım da böyle oldu. ilk şiirim, yina aynı ar kadaşın çıkardığı "Genç Nesillerden Şiirler" (25 kuruş) adli antolojideyayımlaıv dı. (1945) Aynı yıl küçük hikâye yazmaya başladım. Hikâyelerimi, Yeni Adana cazetesine gönderiyordum. Her gün bir kısa hikâye yayımlanırdı gazetenin iç sayfasında. Gazete makineden çıkarçıkmaz basımevinin dışındaki camlı çerçevenin içine asarlardı dört sahifeyi de açık olarak, gelen giden okurdu. Bir çeşit reklam. ilk hikâyemi gönderdikten sonra basımevi kapısında bekleroldum gazetenin çıkışını. Kaç gün sonra bilıniyorum ama, bir gün yayımlandı hikâyem: San Recep. Yoksul, aç bir yankesicinin tam i§ üzerinde yakalanişını anlatıyordıım. Gözlerime inanamadım önce, kulaklarım uğulduyordu. Bir gazete aldım ve okula koştum. Artık meşnur (!) olmuştum. Ortaokuldan sonra lise yıllan da aynı coşku içinde geçti. Halkevi kitaplığı ile Halkevi Bahçesi, sanata, edebivata ilgi duyan gençlerin bııluşma yeriydi. Halkevine hemen bütün diöer kentlerin halkevi dergileri gelirdi. Adana'da bile biri halkevinin olmak üzere beşaltı edebiyat dergisi çıkardı: Görüşler, Çığ, Kalem, Ürün, Çukurova, Türkedoğru, Güney. Zamanımın çoğu bu dergileri izlemek, onlara şiirler göndermek, edebiyat toplantılarına, gecelerine katılmakla geçiyordu. Orhan Kemal'i, Yaşar Kemal'i (o zaman Kemal Sadık Göğccli idi adı) ve Ünıit Yaşar'ı o yıllarda tanıdım. Gözlükleri alnının ta yu Savaşytfan fekhkâyo yoksa gerçekten mi öyle oldıı bilmıyorum şimdi, Kendimi Balzac kadar ünlü bir romancı olmuş görmüşüm rüyamda, masada oturmıışum roman yazıyormuşum, bunlan anlattım ödevde. Beğenmişri öğretmen. llkokulu bitiriş armağanım, küçük ağabeyimin askerliğini yaptıfiı Eskişehir'den yolladı&ı iki ciltlik Çocuk Ansiklopedisi oldıı. Ben Adana I. Ortaokulu'na devam ederken ağabeyim askerden döndü, bir bavııl dolıısu kitapla. Bunca yıl sonra o kadar kitaptan aklımda yalnızca Sabahat tin Ali'nin KağnıSes'i, DeğirmenDağlar ve Rüzgâr'ı, Kuyucaklı Yusuf'u; Rıza Tevfik'in şiirleri; bir de sanınm Türk Edebi Şahsiyetleri adlı 3 4 ciltlik antoloji kalnıış. Nereden gelmişti bu kitapları okuma merakı ona? Yıllarca sonra koyu bir DP'li, daha sonra da AP'li olduğunda, ona okuma sevgisi aşılamış olan Sıvaslı bir arkadaşını anardı hep tunaf bir kızgınlık ama yine de içinden atamadığı bir saygıyla hep sol escrlcri tanıtmışmış ona. Ama benim de o kitaplan okumamı isterdi, ben okudukça sevinirdi. Sabahattin AÜ'yi ve Türk eaebiyatının o günkü göriinümünü onun elinden tanıdım. Bu yüzden ben, onun arkadaşına yaptığı gibi, ar dından iki yıl önce öldü kızmıyorum ona, saygıyla anıyorum adını. ilk edebiyat öğretmenim, küçük ağabeyimdir. Bir gün, nereden bulmuştum, hatırlamıyorum okurken elimde gördüğü Sesini Kaybeden Şehir'i, daha çok korkudan, alıp yakmış olsa bile. Ortaokul birinci sınıfta şiir yazmaya başladım. Ölçülü, uyaklı şiirler. Müzeye gelen bütün Halkevi dergilerini okuyordum. O yıl, Türkçe öğretmenimiz okul ki Toplumsal olayları, toplum içindeki yerimizi, verdiğimiz kavganın önemini ve menzilini kavrayacak bir bilinç verilmemişti o güne kadar bize. Bu gidişle verileceği de yoktu. Yolumuzu, Orhan Veli'nin söylediği gibi, bize o güne kadar öğretilen şeylerden şüphe ederek, araştırarak bulacaktık. Bize "yapmayın" dedikleri şeyleri didikledikçe bilinçleşiyor, onıı yapmamız gereğini daha iyi anlıyorduk: Orneğin Yeni Şiir'i, Orhan Kemal'i, Sait Faik'i, Sabahattin Ali'yi okumayın, diyorlar. Oysa bizi besleyen, doyuran onlardı. Lise son sınıf, bu ve benzeri kavgalarla geçti. Sosyoloji dersinde "sosyalizm" konusunu anlatmayı gerekli bulmayıp "Kitaptan okursunuz" diyen felsefe öğretmenine karşı ciriştiğimiz direnme sonunda aldığunız "bir hafta okuldan uzaklaştırnıa" cezası, egemen güçlerden aldıgımız ilk politik ceza oldu. Lise çok iyi derecelerle bitti. O yıllar üniversite öğrenimi demek, îstanbul ya da Ankara'aa dörtbeş yıl sizi destekleyecek, her ay size para gönderecek bir mali dayanağınız olması demekti. Bendeyse bu yoktu. Yazın çalısarak kazandığımı üstüme, başıma, bir de kitaplara harcıyordum. Adana'da kalamazdım. Çevremin smırlarına geldiğimin farkındaydım. O çevre içinde daha fazla kalırsam donacaöırnı, artan baslularla kabuğuma çekilip kuruyacağımı anlıyordum. Arkadaşlanmın çoğu îstanbul a, Ankara'ya gitmişler tıp, hukuk, iktisat Fakültelerine girmişierdi. Bir süre çaresiz dolaştıktan sonra I îarp Okulu'na girmeye, subay olmaya karar verdim. Ekım 1949'da Ankara'aaydım. İki yıl Ankara. Adana'dan sonra soöuk havalar. Kar. Talimler. tlk kez yatılı okul hayatı. Tek başıma kalışım. Yeni arkadaşlar buluşum. Dersler pek ağır değildi. Bütün gücümle klasikleri okuyor, Fransızca çalışıyordum. Sanki bir askeri okulda değil de Edebiyat Fakültesi'ndeydim. Ataç'ın Ulus'taki yazıları, Yeditepe, Seçilm« Hikâyeler dergisi, Yaprak dergisi, sait Faik'in hikâyeleri; o yıllar tanıdığım H. Heine, Raymond Radiguet: Elııard, Aragon... vb.; oyunlar, konserler, filmler... Günlerimizi bunlar dolduruyordu. Talimlerde dinlenme sırasında hemen cebi > K İ T A P S AY I S9İ C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle