Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
r doğru olur, yanhş olur; ama en azından ilgilenmeye değer şeyler olması gerekir diye düşünüyorum. Halbuki Türkiye'de genel yaklaşım, daha önceden doğruluğu kabul ediLmiş metinlere yakın olmak, dolayısıyla kendini sağlama almalc şeklinde sürüp gidiyor. Benim yaptığım türden bir girişim, bu kosullarda, tam çılgınlık olarak nitelendirilebilir. Bu durum çok büyük risk almayı gerektiriyor. Ama düşünce alanında böyle riskler almadan ilerlemek mümkiin değil. Benim burada söylediklerimin büyük bir çoğunluğunun yanlışlığı belki zaman içinde ortaya çıkacaktır. Ama en azından ben o riski göze almış aldım. Yaptığım çalışma eğer bir tartışma başlatırsa, en azından bir işe yaramış demektir. Ben insanlardan bu tür riskleri göze almalarını talep edemem, ama temenni edebiürim. Sayın Adanır, kitabtntzda aydınlara yönelik bir hayli eleştiri var. Burada bize kısaca Türk aydınıntn prnfilini çizer misiniz? Ülgener, Türkiye'de modern anlamdaki aydının Tanzimat ve sonrasında ortaya çıkmış olduğunu söylüyor. Ancak Tanzimat sırasında ve sonrasında ortaya çıkan bu aydınlann sosyoekonomik, kiiltürel, hatta politik konumları Üsmanlı ulemasından pek farklı değildir. Onlar da kapıkulu ya da devlet memuru konumundadırlar, dolayısıyla doğrudan siyasetin içindedirler. Sisteme karşı olduklarında bile sistemin değişmesi onlar için yeterli değil gibidir. Her durumda sistemi denetlemek, egemenlikleri altında tutmak ona hakim olmak ve kendi arzuları doğruitusunda şekillendirmek ister gibidirler. Dolayısıyla hangi dünya sörüşüne sahip olıırfarsa olsunlar genelde (istisnalar dışında demek istiyorum) diğer görüş sahiplerinin varlığını ya yadsırlar ya da kendi görüşlerine boyun eğdikleri ölçüde onlara karşı hoşgörulü olurlar. Bir başka deyişle egemenîiklerine boyun eğiluiği ölçüde başkalanna yaşama hakkı tanırlar. Toplum gibi aydınlar da kurum ve ideolojilerden (kuramlardan) çok kisi ve sözlerin peşinden giderler. Bu kolay yoldur çünkü tüm sorumluluk şef, lider, başkan.vs konumunda bulunan insana kaktırüır. Paylaşmak yerine vekalet vermek ve işler ters gittiğinde vekaleti alıp kaçmak ve bir başlcasına kaktırmak yeğlenir Zaten hemen hepsi bu şekilde davrandığından, özellikle sosyal bilimler, edebiyat, sanat, felsefe gibi alanlarda kisır, yaratıcılıktan uzak ve genelde insan değil "kimiinsanların" (yani yandaşlan) hedefleyen bütünsellikten uzak yaklaşımlarla karşılaşıyoruz. Bütün bunlann nedeni beyinlerin, sözcüğün gerçek anlamında, özgürleşememesi ve bu yüzden Türkiye'yi bir türlü bir bütün olarak kavrayamamasıdır. Beyinlerin özgürleşmesini engelleyen temel unsurlardan biri geleneksel kültürdür. Çünkü bir türlü ortaya çıkamayan bir Buriuvazi ya da benzer bir yapılanma yüzünden Türkiye'de bir Aydınlanma ve özgür beyinlere sahip Aydınlar aşamasina geçemiyoruz. lı düzeni içinden çıkıp gelerek, Cumhuriyet ideolojisine hizmet etmekle yükümlü görünmekle birlikte, tüm Atatürk sevgi ve saygısına rağmen demokrat, özgür bir beyin tanımına en çok yaklaşan isimlerden biri Niyazi BERKES'dir. Islamiyeti içten benimsemiş bir insan olmasına karşın, aynı tanıma en çok yaklasan bir diğer isim de Sabri ÜLGENER'dir. Türkiye'de felsefi düsüncenin ortaya çıkmasını engelleyen belli başlı nedenlerden biri de toplumda, eğitimde, ekonomide, politikada, kültürde, demokrasinin yaşama geçirilememesidir. Demokrasi kültüründen yoksun bir toplumuz. Demokrasi olmayınca tartışma olmuyor, tartışma olmayınca da gelişme olmuyor. Aydınlar klikfere bölünmüşlerse demokrasiye inanmıyorlar demektir. Demokrasiye inanmayan aydın tartışmalarınınsa demokrasiye hizmet edemeyeceği açıktır. Günümüzde demokrasinin toplumsal yaşamın tüm alanlanna yayılabilmesi için tüm koşullar mevcut gibidir. Oysa bu koşullann en az demokrasi kadar onun tersi sayılabilecek yönetimlere de açık olduğu görülüyor. Bu durumun iki asal sorumlusundan biri ortakhkta demokrasiden yana açıkça tavır almış egemen bir 'sınıf ya da benzeri bir yapılanmanm bulunmaması, diğeri bu gerçeğin farkına varmayan ya da varsa bile bu duruma sirtinı dönen (bilinçsiz ya da bilinçli) 'aydınlardır'. Demokrasi yalnızca soyut bir içerik değildir, somut bir uygulamadır. Yaşamın her anında ve her yerde karşılaşılabilecek bir uygulama. Demokrasi toplumun tümünii hedefleyen bir uygulamaysa siz böyle bir uygulamayı ilke olarak benimsemiş kaç aydın tanıyorsunuz sorusunu sormak isterim? Aythn ofenanm koşulu Kisıtlanmış, sınırlandırılmış, at gözlüğü takmış 'aydınlar' arasında en büyük sıkıntıyı çekenlerse genellikle özgür bir beyine sahip olanlar ya da olmaya çalışanlardır. Doğal olarak demokrat olmak aydın olmak anlamına gelmez ancak aydın olmanın belki de ilk koşulu demokrat olmaktır. Cumhuriyet'in kuruluşundan günümüze aydınlann çağın koşulları da göz önünde tutularak ne kadar demokrat olduklan sorgulanabilir. Yalnızca özgür bir beyne sahip olmak aydın için yeterli değildir. Eğer aydının temel varlık nedeni daha güzel ve mutlu bir dünyanın oluşumuna katkıda bulunmaksa bu durumda kendi toplumu, ülkesi ve dünya konusunda sahip olduğu bilgi birikiminin düzeyi belirleyici hale gelmektedir. Ancak toplumunu derinlemesine kavrayabilen bir aydın dünyayı derinlemesine tanıyabilir ve dünyayı derinlemesine kavrayabilen bir aydının kendi toplumunu daha iyi tanıyacağı kesindir. Işe Kendimize en yakın olandan başlamak durumunda olduğumuzu düşünüyorum. Günümüze kadar Türkiye'yi tanhsel, toplumsal, ekonomik, politik, kültürel vb. bütünsel bir kuramsal çerçeveye oturtarak açıklama girisimlerinin en niteliklisi bile somut olarak bu toplumu çözememiş, çözümleyememişlerdır. Yaşam felsefesi hoşça zaman geçirmek, rahat yaşayabilmek, varlıklı olmak, gösteriş, prestij vb. basit kavramlar üzerine oturan bir toplumu Batı felsefesi ya da îslam felsefesi terim, kavram ve kategorileriyle açıklayıp, çözümleyebilmemiz mümkün değildir. (Aynca bu felsefeler günümüzde radikal bir eleştiri sürecinden geçmek durumundadırlar.) Bu toplumun yaşam felsefesi bir anlamda felsefesiz yaşamak yani çıkarlarının hizmetinde olmaktır. Berkes'in dediği gibi, hazır şablonlann Türkiye'ye uygulanması işte bu yüzden bugüne kadarbir sonuç vermedi. Sorun onun içsel mantığını kavrayabilmekle çözülebilir. Bizimki de zaten bu türden bir denemedir. Berkes ve Ülgener'in başlattıkları bu sürecin devam ettirilmesi gerekmektedir. Türkiye aydınlan ülkenin sorunlan na önyargısız yaklaşabildikleri ve sorunlan derinlemesine irdelemeye çalıştıklan gün, ülkede içerik düzeyinde bir takım gelişmeler olması beklenebilir. Ozetle ben hâlâ Türkiye'de özgür beyinlere sahip aydınlann sayısının dığerlerine oranla çok kısıtlı olduğunu ve yakın gelecekte beklenebilecek tek devrimin demokrasi alanında olması gerektiğine inaniyorum. Yaşamın tüm alanlarında ve sözcüğün tüm anlamlannda demokrat bir Türkiye çağ atlamış bir Türkiye olacaktır. Sayın Adanır, bu arada akltma takılan bir soru oldu. Batı'ntn artık dünya için çözüm üretemediğinden söz ediyorsunuz, ama diğer yandan Batı karşımıza yeni çözüm önerueriyle, globallejme teorileriyle çıktyor. Bu teorileri nastl deSerlendiriyorsunuz? Yenituzaklar mt, yoksayenizthinsel hegemonya biçimleri mi? Bence bu teoriler bizi yine bir öznenesne oyununa gönderiyor. Önemli olan dünyanın bu oyunu nasıl algılayıp, nasıl oynadığma bağlı. Globalleşme, küreselleşme aenildiğinde bunun Batı'nın anladığı anlamda bir küreselleşme olduğu gölektedir. Diğerlerinin fikirlerinin ne kadar sorulduğu, onlara ne kadar danışıl dığı, onların neler yapabileceğinin ne kadar araştırıldığı konusunda açık seçik bir bilgiye sahip değiliz. Avnca onlann anlamış olduğu anlamda küreselleşme oyununda bile Baudrillard'a inanmak gerekirse kazığı yiyenlerin baş sıralarında Amerika da vardır. Daha önce de söylediğim gibi, bu yine bir öznenesne oyunuyla açıklanabilir. Dünyaya kazık atmayı düşünürken dünyadan kazık yiyen sen olabilirsin. Globalleşmeyi anlayıp algılamak, kendinin ne tarafta olduğunu, bu ölçütün ne olduğunu çok iyi bilmek gerekiyor. Adam Türkiye'de yasıyor ama Amerika'dan yana tavır koyabiliyor, ya da başka bir ülkede yaşayıp, Türkiye'den yana tavır koyabiliyor. Böyle sayısız gruplar, birliktelikfer var. Bunların neler olduğunu bilmek gerekiyor önce. Göründüğü kadanyla Türkiye'deki genel eğilim, küreselleşmenin nimetlerinden^yararlanndan söz etmekten yana. Ama Türkive'nin bu konuda somut çıkarlannın ne olduğu konusunda, hâlâ somut bir düşünceye sahip değiliz. Küreselleşmeden bizim payımıza düşen nedir? Zarar mı, kâr mı? Voksa başka bir şey mi? Bu konuda tartısmalar var gerçi. Ve gördüğüm kadanyla da genel eğilim küreselleşmenin pozitir olduğu üzerine. Ama bıından kimse emin olamaz. Göstergeler, argümanlar ne? Neye göre konuşuluyor? Dünyaya tahin pekmez satacaklar, ama tahin pekmez saularak köşe dönülebilir mi? Başka şeyler satılsa bile acaba, ekonomik açıdan kurtuluş yolu açılabilir mi? Bunlan derinlemesine düşünmeden, araştırmadan bir şey yapmak bence doğru değil, Globalleşmenin yeni bir zihinsel hegemonya biçimi olup olmadığı sorusuna gelince, bu nem doğru hem de yanlış olaLilir. Globalleşme teorilerini ortaya atanlann kendilerine yönelik çıkar politikalan gütmeleri söz konusu ise de, diğer ülkelerin de kendi çıkarları doğniltusunda alternatifler üretecekleri düşünülebilir. Bu teorilerin bir hegemonya niteliği taşıması durumunda , diğer toplumlardan karşı çıkan insanlar olacaktır; ama karşı çıkışın gücü kuvveti ne olacaktır, onu bilemeyiz. Öteki tarafın dayatmalarını tersine çevirme olanağı bulabilirler mi? Bence bulunabilir. Çünkü teknoloji ne kadar kompleks hale gelirse, ne kadar sofistike olursa, o kadar güçsüzleşir ve onu alt etmek de o kadar kolay hale gelebilir. Bir yandan baktığımızda dünyaya tek elden bilgi dayatmak bir olasılık. Diğer yandan da dünyanın ürettiklerini herkesin görebilmesini sağlamak da bir başka olasılık. Bu sonuncusu sanki pozitif bir olasılık gibi görünüyor. Ama dünyanın çeşitli yerlerinde üretilmiş bilgilerin dünyanın o bölgelerinde yaşama şansı nedir? Dünya nın diğer ta ma ya da yaşama geçirme şansı nedir? Örneğin Bangladeşli, ürettiği bir düsünceyi Bangladeş te hayata geçiremez belki ama bir Âmerikalı, Tapon, Âvrupalı onu alıp, onun yapamadığuıı yapıp, nem para kazanıp, hem de onu Bangladeş'e satabilir. Bence bu Batı'nın duraldama ya da simülasyon olarak nitelendirdiğirniz durumuyla daha iyi açıklanabilir. Çünkü bilgi konusundaki bu tür internet sitelerine kaülım çağnlan daha çok Batı'dan gelmektedir. Bu durum Batı'nın bütün dünyanın düş gücünden beslenmek istemesi anlamına gelebilir. Bir zamanlar Uctişim alanında sözü edilen kuzeygünev dunımuna benzer bir şey bu. Güneyden Kuzeye çok az bilgi gidiyordu, ama Kuzeyden Güneye bornbardıman vardı. Şimdi ise Kuzey düş gücünü yitirdi. Dünyanın düş gücüyle besleniyor, ama o düş gücünü somutlaştırabilecek maddi olanaklara sahip. Dolayısıyla dünyanın düş gücü dünyaya mı daha çok yarayacak, yoksa bu maddi olanaklara sahip toplumlara mı? Bu arada intemet gibi teknolojik olguların sanki herkesin işine yaradığı gibi bir hava estiriliyor doğal olarak. Görünüste herkes dünyanın her tarafını dolaşma olanağina sahip. Ve bu durum görüntüde olumlu olarak kabul ediliyor. Ama Türkiye'de orunıp da dünyayı tanıdıktan sonra, o dünyada bir takım insanlara ait bilgileri, düşünceleri alıp Türkiye'de ne kadar somutlaştırabilirsiniz, o da ayrı bir tartışma konusu. Diğer yandan hegemon ya konusuna gelince, bence diyalekn'k düşünce bunu engelliyor. Çünkü çok sağlam gibi görünen bu sistemler bakıyorsunuz üç bes kişi taraf ından çökertilebiliyor. Demek ki çok fazla korkmamak gerekiyor. Birileri zarar gördüğünü anlauığı andan itibaren alternatif düşünceler üreterek, önlem alacaktır. Evrensel ideoloiiler çağının sona erdiğini söylüyor, yerel illüzyonlardan söz ediyorsunuz. Bunlardan konusalım mt biraz? Evrensel illüzyonlar döneminin büyük ölçüde sona ermiş olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de doğrudan Türkiye'yi ilgilendiren ama gerek çevresindeki iilkelere, toplumlara gerekse dünyaya ters gelmeyecek yerel bir kolektif illüzyon üretmeyi başarabiliriz. Böyle bir şeyi başardığımız takdirde bunun bile çok önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü herkes böyle davranabildiği zaman bunun bir yöntem olarak benimsenmesi söz konusu olabilir. Her ülke doğal olarak kendi çıkarlarını düşünecek, bu çıkarlar başkalanna zarar vermeyecek düzeye getirilirse, evrensel bir bütünlük sağlanacaktır. Bu da tek bir bakış doğrultusunda gerçeklesemez. Her toplum kendine özgü özelliklere uygun ortamı yaratabilirse, hem kendine, hem de dünyaya yararlı olacaktır. Yani bugün için Marksizm gibi evrensel ideolojilerin çıkacağına inanmıyorum. Bu bana çok zor gibi geliyor. Bence yapdması gereken, yerel daha doğrusu bölgesel politikalar üreterek kolektif bir ya ua birden çok illüzyon yaratmayı becerebilmektir. • Potlaç: Yükümlülükya da armağan düzeni olan potlaç, tektanrtlı dinler öncesi yeryüzüne egemen olan bir yaşam biçimidir. Yasam biçimi olarak evrensel özelliklere sahip olduSu söylenen bu düzenin MÖ X. yüzyıl ile, MS X. yüzyıla kadar en safbiçimiyle dünyanın büyük bir bölümünde yaşanmıs olduVu ve zaman içinde etkınliğiniyitirmeyebaşladığı, Batı'da XIX. yüzyılda sanayi kapitalizmiyle birlikte tarihe kartştığı ileri sürülmektedir. Potlaçla ilgili olarak F. Boas, M. Mauss ve Claude LeviStrauss'un kapsamlı çalısmalan vardır. * DEÜ GSF Sinema TV Bölümü arastırma görevlisi * Eski Dünyaya Yeni Bir Bakts 111/ Oğuz Adanır/ Eylül Yayınlan/ Btrtnct Basım/ 1997/ hmir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 578 Ytoral Hüzyonlap Gtobatefme tBorUeri UZBÜP Türkiye'de aydın olarak nitelendirilebilecek insanlar ister devlet memuru statüsünde olsunlar, isterse özel sektörde çalışsınlar genel olarak vicdani/ahlaki açıdan ya özgür değildirler ya da özgür ofabilmeleri çok güçtür(bu özgürlüğü ne kadar arzuladıklanysa başka bir tartışma konusudur!). Bu yüzden gelenekler, alışkanlıklar, şef, patron, vb. şeyler arasına sıkışıp kahnış 'Aydınlar' arasında gerçekten özgür beyinlere sahip olanlar neredeyse istisnadır. Bana göre Cumhuriyet'in yetiştirdiği ilk 'özgür' beyinlerden biri Aziz Nesin'dir. Osmanlı gelenekleri, Cunıhuriyet ideolojisi, Marksizm ve bireysel, ekonomik, vb. pek çok sorunun arasında sıkışıp kalmasına rağmen beynini elden geldiğince özgür tutabilmiş, demokrat kavramma en yakın nadir aydınlardan biridir. Sosyal bilimlerdeyse aynı şekilde OsmanSAYFA 16 toylntop