12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Feridun Andaç'tan "Türkân Şoray ile Yüz YüzeGözlerinden Bellidir" Yaşananlardan edebiyata birlikte geçirdiğimiz evdeyim. Sonuncu bahar ayrılığımız oldu. Aylar sonra döndüm, o dönmedi, dönmcyecekti de... Sonu bilinmeyen bir yolculuğa götürülmüştü. Kitaplarımı, kalan eşyalarımı toparlayıp ben de ayrılacağım. Acdarımı sağaltacak bir sahil kentine gitmeye, başka uğraşlar edinmeye kararlıyım. // Toparladığım kitaplar arasından onun bana yazıp verdiği Aksal'ın Eşik'ini bir yana ayınp, yol kitabı olarak yanıma ahyorum. Bundan sonra yazacağı her şey; çocukluk günleri, arkadaşının vanlış (!) Dİrihbar sonucu yaşantılarından çekilip alınışı, ikısinin, birlikte bir 'iç sürgünlüğü yaşamaları', o dağlann ardında yeniden buIuşma, birbirlerini zenginleştiren 'dostluk bağY, birlikte sevilen yazarlar, kitaplar, aralarında Türkçenin tınısından inleyen 'söz', 'insanın gizsel yanı'nı sözcük lerle sarmalayan Aksal... Vazarın yaşam ortamı böyle bir duyarlık dünyasıdır. Sanatla bezediği tekyurttaşlı bir dünya kurmuştur iç evreninde. Bilirim, Aksal'ın şiiri içseldir; ınsanı kendi içine kapatır. Yalınlıkta, açıkiıkta üstüne yokturbu şiirin; ama " Ne tuhaf ömrümü sonuna kadar / Kelimelerle yaşarnam" gibi sıradan görünen bir söz bile iç karmaşıklıkların arasında bir yol bulmaya iter insanı. Andaç'ı, "Onun penceresi hep açıktır hayatın solgun yiizüne. Yer yer onu ışıldatır, yer yer de hüzün doldurur" yargısına vardıran, Aksal'daki bu gizemdir, gün aydınlığının şiire kattığı renktir. Andaç'ta kurgu budur; yaşam alanlanndan bakar edebiyata. Ele aldıöı yazarın dünyasında, sözcük sözcük ilerleyerek, okuru kendi yaşam alanlanna çeker, onu anlatısal arayışlarda dolaştırır, duyarlıklar dünyasına sokar. Sanatsal yaratının paylaşımıdır bu. Bunu, son yazılarından birinde, Cumhuriyet'te yayımlanan " Beyaz Geceler'de Yaşar mıydınız?" (2) başlıklı yazıda bütün boyutlanyla görüyoruz. Dostoyevski üzerine yazmak tepeden inme olmaz; onu hayatın içine almadan Dostoyevski uzak kalır ınsana. Çünkü, Dostoyevski duygular çıkmazıaır; yaşama kendi aydınlığı vuran bir yaratıcıdır. Andaç, onu kendi dünyasında bir yere yerleştirmeden; kendini, yaşadığı anda, ya da geçmiste, bir gemi gibi, demirlere bir halatla bağlamadan işe koyulmaz. Okur, rıhtıma atılan halatları da, halatların a^ındırdı^ı 'baba'ların gövdelerini de görmeli, orada halatla, direnen odunun savaşımını yüreğinde, duyarlıklarının her telinde yaşamalıdır. Sanat da, gerçekte, direnenle direnci kıranın arasında doğan varoluşsal bir savasım değil midir? "Kar usulusul yağıyordu. // Nehrin üzerinde oluşan buz tabakası yüreğimizin şenliği olmuştu. Kimimiz patcn kayıyor, kimimiz de topaç çeviriyorduk. // Kentin dışında kalan evimizin geniş verandası nehre bakıyordu. Ufkun sonsuzluSunu çağrıştıran bir boşlukta buluşan seyir yerimiz de kar altındaydı. // O ıssızlığa bakan odamın penceresinden, bir filmi izler gibi, dışarısını seyrediyordum. // Önceki gün eve kan ter içinde gelmiş, he Feridun Andaç'ın sinemamızın ünlü oyuncusu Türkân Şoray ile yaptığı söyleşi, değerli sanatçımızı yakından tanıyabilmek için okumanız gereken bir kitap. ADNAN BİNYAZAR Feridun Andaç, yaşanan duyarlık alanlanndan beslenerek yaklaşıyor edebiyata. Kötü olanın yanına uğratnadan, iyi olanı duyumsama çabalanyla, bir masal çilecisi gibi, ayaklarında demirden çank, elinde asa, yaratıcı insanın özüne doğru yol alıyor. Bu yolculuğun aşamalarında, duyarlıklar ülkesine, nalis'ı 'kalp'tan ayırmanın içtenlildi emekleriyle ulaşmaya çalışıyor. Edebiyatın demir kapılarını, yaşananlarla beslenen duyarlıklarla aralıyor. Yıllar önce, Sabahattin Kudret Aksal'la iljgili "Solgundur Yüzü Hayatın" (1) başEklt denemesini okuduğumda anlamıştım bıınu. Edebiyatımızın yükünü gönüllü omuzlayarak bu alana büyük emek veren Andaç bu yönüyle ilgi çekiyor. Okuduklanndan sızan (Juvarlıklar onu kendi yaşamının derinliklerine yöneltirken, o da yaşadıklannın duyargalı ayaklarıyla giriyor yazann sanatsal dünyasına. Hangi tanıma sığınılırsa stğınılsın, sanatsal yaratının ürünü olan edebiyat, zaman içinde savrulan kisinin yasananlara tutunması edimidir. Yansımalar, çağrışımlar, duyumsamalar, algılamalar, kisiyi bilinen gerçeklerin ötesindeki kendi duyarlık alanlarına götürür. Andaç, sanat eserinden yansıyanlarla kureuluyor yazdıklannı. Denemelerinde olsun, eleştirilerinde olsun, şiirsel bir biçem yaratma çabalarının derinliğinde yatanbudur. Şürsellik, Andaç'ın tutunduğu en sağlam daldır. Onun için önemli olan, karşısındakinde yazdıklanna anlatımsal inanç uyandırmaktır. Duyarlık geçişmelerinin birbirini beslediği yazınsal ortamı böyle kurgular. Sabahattin Kudret Aksal'ın "Sana güney kuşları getirdim / Ve rüyalarırnda memleketler / Bir masal kadar eski ve eüzel /Çocukluk akşamlanndan bahçeIer." dizelerini nasıl duyumsadığını şiirin dünyasını kendi dünyasında yaşayarak anlatır: "îki kış, üç balıarı onunla yecanla kızak yarıl i ' i u l ı ı ı t \IK1.K şını anlatıyordum II K \ t / VI /Y anneme. O da; 'bak şu haline, yüzün al al olmuş, hasta olup kalaçaksın,' demişti. Öyle de oldu. // Günlerdir, babamın deyimiyle, 'evde kitaplı gözhapsi'ndeydim! Kendi kendimi oyundan alıkoymuştum, bilmeden! // Dayımın, Istanbul'dan gelirken getirdiği, içi silme kitap dolu meşin bavulundaki kitapları okuya okuya Dİtirememiştim henüz. Cronin'ler, Pitigrilli'ler, Zeveco'lar, Pearl S. Buck'lar, Kerime Nadir'ler... birbirelimden geçiyordu. O bavul, aç kaJdıkça gidilen Kİler gibiydi! Gözümde ise, DÜyük bir kitaplık'tı adeta! // Pencerenin önünde oturmuş, gazetelerden kestiğim yazı ve fotoğranarla film afişleri yapıyordum. Genellikle okuduğum romanlar da, filmlere konu ve ad oıuyordular. O gün de yenı bir konu düşünürken, bavuldaki incecik bir kitaba gitmişti elim: Beyaz Geceler. Okumadığım bir kitaptı, adı da çekiciydi." Dostoyevski, okuru eksiksiz ilişkilerin karmaşasına, varoluşsal gerçekliklerin ortamına sokar. Kaımaşa gibi yansıyan bu ilişkileri çözmek, yaşamayı derinliğine algılayıp kavramaya Dağlıdır. Andaç, Beyaz Geceler romanının yaşam alanlarına girmiştir: usul usul yağan kar, nehrin üzerinde oluşan buz taoakası, ıssızlığa bakan pencere, ufkun sonsuzluğu, meşin bavuldaki kitap... Bunlar bir yandan yalnızlık çağrışımı yaratır, bir yandan da, kişiye, yalnızlık ortamında sığınılan iç dünyanın dinginliğini duyumsatır. Andaç, romandan yansıyan o 'beyaz aşk'ın dünyasını kendi beyaz dünyasıyla kaynaştınr. Yazının amacı, okuru Dostoyevski nin dünyasına sokmak olduğuna göre, bu aynntılar öne çıkar. Yoksa, körDÜyükannenin, yanından aynlıp sevdiği pansiyonere gitmesin diye eteğine iönelediği torununun 'beyaz geceler kadar büyülü aşkının duygu kanatlarının aynmına nasıl varılır? Dostoyevski okurları bilirler; Dostoyevski, yaşama bodoslama girmez, çit aralıklarından sızar. Onda roman, neredeyse tek bir tümcenin dallanıp budaklanmasıdır. Sıradan bir play, yeni açılımlarla kendini geliştirir. Öyle bir noktaya gelinir ki, orada yaşananlar kişisellikıerin çemberini aşar, evrensel duygu yoğunluğuyla donanır. Andaç'ın, Dostoyevski ye yönelirken, onun yöntemini, yazınsal beğenisini kavrayarak işe girişmesi buna Dağlanabilir. Ona kenai yaşamsal dünyasında bir yer bulmalıdır. Adım atılmıştır; gerisi ardından gelir. Heryazısının genel biryapısı (Struktur) vardır, ama her yazara biçti^i kurgu aynı değildir; kurgu, yöneldiğı yazarın yaratıcı çağrışımlanyla oluşur. Çalışmalarında, yaptıklan Kendi yaşamsal deneyimlerinae odaklaşır. Yaşananı yazdığını ince aynntılarla belirten Oya Baydar'ın dedikleri ("Ben hep yaşanmışı yazdım. Kendimi değil, ama bfldiğ'im, içinde yaşadığım veya tanığı olduğum zamanları ve olayları, çevremizdeki insanları, bildiğim duyguları, yaşadığım veya yaşadığım gördüğüm tutkulan...") (3) Anuaç için de geçerlidir. Onun için, Aksal'ın aünyasına girerken ayn, Dostoyevski'nin dünyasına girerken ayrı duyarlıklan yokladığı, öyküsel bir kurguyu basamak yaptığı, yazınsal yapıtları okuma yeteneği ltazanmış okurun gözünden kaçmayacaktır. Bir olayı, hatta hayatı yaşamak önemli değil; herkesin bir yaşamı vardır; süreç içinde herkes o devinimin içindedir. Ancak yaşadıklarını duyumsamak, hele onu dile getirmek herkese vergi bir yetenek değildir. Andaç'ın, bir yaşamı de rinlikli duyumsayışı, ilginç gözlemlerle aktarması, onun biçeminin bir yansımasıdır. Içi kitap dolu meşin bavulu, 'aç kaldıkça gidilen kiler'e benzetmek, ancak biçem olgunluğuna ernıiş yazarlara özgü bir nitefiktir. Cumhuriyet'teki, "Hayatın OteYakası" (4) genel başlıklı yazılanndan birinde ('Camus, söylememiş miydi?'), Albert Camus'ye yönelirken, intihar etmiş olan kızına sürekli 'Bizleri neden cezalandırdın!' inlemeleriyle söylenen bir kadının dünyasından, Yabancı'nın, intiharı neredeyse önemsız bir olgu gibi g6ren dünyasına girer ve şu tümceae çakılır kalır: "Ama nerkes bilir ki, hayat yaşamaya değmez. Aslına bakarsamz, insan ha otuzunda ölmüş, ha yetmişinde, pek önemli değil." Çünkü Camus'nün yazma eyleminde, yaşamöyküsel bir roman etkisi uyandıran Yabancı'nın vardığı düşünsel yoğunlaşmadır bu. Andaç, yazarların dünyasına kendi görünür dünyasından, 'gün' içinde yaşananlardan girer. Bu bağlamda, olaylann derinliğindeki anlam, ya yazarlann yararı aşamalarında çözüm kazanır, ya da karmasıklıklar arasında, Camus'de olduğu gibi, çözümsüzlüklere uğrar. Sanki, yaşam dediğimiz, şairin de dediği gibi, 'ahştığımız bir şey'dir; onun anlamı sanatçıların yaratı dünyalannda boyutlanır. Andaç'ı, yazılannaa hep bu bağlantıyı arayan bir deneme yazan olarak algılıyorum. Bu bağlamda, örneğin Bilge Karasu'nun dünyasına girerken şunları söyleyecektir: "Bilge Karasu'nun yazı coğrafyasının debisini bulabilmek için; sanırım, yüreğimizi kum saatine, usumuzu Galilei GaJileo'nun teleskopuna, yönümüzü Kristof Kolomb'un karavelası Santa Maria'nın düşüne göre ayarlamamız gerekecek. // Hayatm süreğen işlerinin seyrinden koparsınız bir an! Sonrası... Gizil aşkların, uçuk sevgilerin, yalnızlık düşlerinin, acı ve korku barınaklarmın denlizlerinde söngün izlerle yürürsünüz hep onunla. // Yazının serüvenine çekip alır sizi. Yalnız, bir başınadır. îçkındir bu hali. Duru, dupduru bir bakışla çevrelenirsiniz hemence. Işte o an; günlerin, izlerin, tutkulann kıtabına bakarsınız onunla."(5) Andaç, okuru sanatsal duyarlıklanyla donattıktan sonra Bilge Karasu'ya yönelmenin yollarını aramaya başlar. Okur, Andaç'ın, 'edebiyatın yol naritası'nın noktalarına tuttuğu ısıktan gözünü ayırmamalıdır artık. Öyle ki, ışıtıcı aygıtın bir ucundan da o tutmalıdır. Ferit Edgü'nün öyküsü ise, yazan yalnızca kenaı yaşamına çekmez, yazınsal çağrışımlara da yöneltir; "Halckâri'de Bir Mevsim'i, Göksun ile Andınn arasındaki bir dağ köyünde, günlerce kar altında kaldığımız bir gece, içinde meşe ve ardıç odunlarının yandığı soba basında, derin yürek burkulmalanyla okumustum. ÎKİ adım ötemde yasanılan gerçeklere dönüp bakabilmemde; bu tembel, fesat, bencil insanlara inancımı yitirdiğim bir anda; 'dur', demişti Edgü; 'tanı, anla ve iletişim kurmayı cfene', sen onu beklersen kaybtdcrsin/yanılırsın... 'onların dılinden konuşmayı dene'... Sonra, Yaban'ı (Yakup Kadri) okumaya çalışmıştım. Aydının yuzyıllık yabancılık'ının nedenlerini sorgulamaya götürüyordu Yakup Kadri de Edgü gibi." (6). Edgü ayrıntıların yazan olduğu için, Edgü'ye yönelirken ayrıntıları gözden kaçırmaz Andaç. Önyargılı bırçoklan gibi, Edgü'yü Yaban'a öykünen bir yazar gibi göstermiyor; yalnızca Yakup Kadri ile Edgü arasında bağlantı kuruyor. Şu aynntı çok önemli! Andaç, "Edgü de Yakup Kadri gibi" demiyor, 'Yakup Kadri de Edgü gibi' diyor. Burada, sıralama yönünden zamanaşımsal bir du • CUMHURİYET KİTAP SAYI 568 Feridun Andaç. Soray'a hayranlığını hlç glzlemlyor. SAYFA 8
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle