25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

bir kılıç ve büyü okuru olsun, genellikle Batı kültürüyle yetişmiş vc bu kültüre uygun yaşamaya çabalayan, kendi toplumuna bir noktada yabancılaşmış dar bir kitlenin içinden çıkıyor. Toplumun bütününe mal olmuyor. Bilimkurgu için konuştuk, polisiye için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Polisiye yazılması için toplumun çok organize, kentleşmiş ve suçu inceden inceye hesaplayarak işleyen bir toplum haline gelmiş olması gerekir. Türkiye o kadar kentıeşmedi henüz. Hırsızlıği belki çok ince hesaplayarak yapıyoruz ama cinayeti spontan olarak işliyoruz. Paldır küıdür işleniyor cinayetler. Bunun da edebiyatı falan olmuyor tabii. Belki Türk yazarları bundan sonra cinayet değil de hırsızlık üzerine yazarlarsa dünya edebiyatına önemli katkıda bulunabilirler. Asltnda ilgisiz gıbı görünüyor ama bence aralannda önemli baülantılar var; sözünü ettiğımız türlerle hinikte çizgi romanda da epey bir harekellenme yaşandı son yıllarda. Ökur profili açtsından da değjsim var. Eskiden çacukîann saklı gizli okuduğu çizgi romanla bugün çok daba entelektüel hır kıtle ılgılemyor. Yayınevleri de birbirinden şık, çok özenli basktlarla çizgi romanlar yayımlamaya başladı. Türk edebiyat çevreleri, daha doğrusu paranın kokusunu alan yayınevleri, kaçırılmış bir trenin son vagonuna atlamaya çalışıyorlar. Dünyada çizgi roman yüz elfi yıl önçe başladı ve büyük patlamalar yaptı. Önemli yapıtlar verildi. En azından benim çocukluğumda bu tip yapıtlara küçümsenerek bakılıyordu. 1 lalbuki Avrupa'da olsun, Çin Halk Cumhuriyeti'nde olsun, eski Sovyet blokunda olsun çizgi romandan hep yararlanılmıştır. Ama Liz hep küçümseyerek baktık. Ha/ta Batı'daki birçok üniversitede çizgi roman kürmlen kurulmuş. Son yıllarda da çizgi romanm sekizinci sanal olarak kabul edilmesi tartışıltyor. Bizde ise hep bir altkültür ürünü olarak görüldü. Buna korkuyu, bılimkurguyu da katabtliriz; bu türferhep ajağtlandı, ikincisımf muamelesi yaptldı... Edebiyatımızda her şeyi çok iyi bildiğini sövleyen emekli misali totemlerimiz vardır. Bunlar her konuda ve mutlaka fikir sahibidirler. Ama bu tür konularda konuşmazlar. Çünkü bilmezler. Türkiye'de edebiyat da ne yazık ki ordumillet yaratılışımıza uygun olarak işliyor. Birisi başbuğluk yapıyor, ardındaki de çıt çıkarmadan izliyor. Çünkü biliyor ki sesini cıkanrsa aforoz edılecek. Işin doğrusu, bizim totemlerimiz korkudan da, bilimkurgudan da, fantazyadan da habersizler. Öğrenmek yerine de işin kolayına kaçıp aşağılamayı tercih etmişler. Ama bu türler satmaya ve konuşulmaya başlanınca kazın ayağının öyle olmadığını görüp paniğe kapıldılar ve öğrenmeye çalıştılar. Yabancı kaldılar bu konulara. Ama dünyanın en büyük yazarları bilimkurguya ucundan bucağından bulaşmışlardı. Iştejack London. Sapına kadar sosyalist, mücadeleci, üstelik de çok iyi bir yazar; adam kalkmış bilimkurgu ve fantazya öğeleri taşıyan öyküler yazmış. Ya da Amerika'da cadı avı günlerinde bir Howard Fast çıkmış, eleştirilerini uzayda geçen öykulerle yapmış. Ama o baski günlerinde bile çatır çatır eleştirebilmiş. '1984' bilimkurgudur. Huxley'in 'Cesur Yeni Dünya'sı bilimkurgudur. Zamyatin'in 'Biz' adlı yapıtı bilimkurgudur. Sen bunları kücümsemeye kalkarsan haddini bildirirler. Bu kadar basit. Ama ne yazık ki Türkiye'de bu totemlere, bu anlayışa karşı çıkacak kimse bulunmuyor. Tekkecilik, lobicilik aynen devam ediyor. Umarım bundan sonra bulunur. Çünkü toplum artık yaCUMHURİYET KİTAP SAYI vaş yavaş da olsa birtakım çemberleri kırmak durumunda. Ha, bilimkurguyu bu güne kadar topluma 'Yıldız Savaşları', 'Uzay Yolıı' gibi kıytırık Amerikan çerezlerinden seçip vermişsen, toplumu afyon gibi uyutacak, yanlış yönlere kanalize edecek örnekleri öne cıkarmışsan, bu senin kabahatin. Yoksa bilimkurgunıın da, diğerlerinin de çok güzel, çok sıkı örnekleri var. Modernizrnin uç aşamalarına geldiğimiz, teknolojik anlamda bu denli gelişmiş bir çag'da insanlar bir korku öyküsünden hâtâ zevk alabiltyor. Ya da ılkçağlarda geçen Conan türü öyküler okuyabiliyor. Sizce bunun psikolojik açtklaması nedtr? Insanlığın gelişimi iki ayrı kanalda oluyor. Birinci kanalda teknolojik gelişme, ikincisinde insan ilişkileri, insan duygulan var. Tamam, özellikle son otuz kırk yıldır teknoloji aldı başını gidiyor. Ama duygularımız, sevgilerimiz, korkularımız, yani insanı insan yapan akla gelebilecek tüm yapılar Eski Yunan'da, Mısır'da ne idiyse, şimdi de aynı. Korkularımız, arzularımız, ihtiraslarımız bin yıl önceki insanlarca da yaşanmıştı. Onlar da bizim gibi korktular, sevdiler, düşlediler. Arada nicel farklar olabilir. Hepimiz hâlâ karanlıktan ve bilinmeyenden korkuyoruz. Zaten insanın en temel, en değişmeyen korkusu bilinmeyen karşısında duyduğudur. Dinlerin hepsi bu noktadan çıkmıştır. Belki evrenin sınırlarını keşfetmeye başladık ama her keşif daha büyük soru işaretleri doöuruyor. Günümüz okuru da istediği kadar btlgisayar kullansın, istediği kadar jet uçalclarına binsin, yine de mezarlıktan geçerken ıslık çalacak. Çünkü bu bilinçaltına kazınmış. Bazı kitaplarda tahtaya köpüğün ya da tırnagın sürtünmesinden çıkan sesin insanı neden irkilttiği örnek olarak verilir. Bunun, mağara adamı karanlıkta otururken, yaklaşan vahşi bir etoburun tırnaklannın taşa sürtünmesinden çıkan ses olarak bilinçaltımızda yer ettiği belirtilir. On bin yıl öncesinin korkuları bilinçaltımızda var olmaya devam ediyorlar. Bir de ölüm konusu var... Ölüm başlı başına ele alınması gereken bir konu. Nâzım'ın dediği gibi öleceğimizi bile bile yaşıyor olmamız en büyük cesaretimizdir. Aslında panik halinde sokaklarda koşuyor olmamız gerekirdi. Şaka bir yana, yarın öleceğimizi bildiğimiz halde, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Yani ölümü yadsıyoruz. Bu bir savunma düzeneği. Ama bir yandan da ölümden sonrasını açıklamak, ölümü akla uvgun hale getirmek için çabalıyoruz. En Düyük savunma düzeneği olan din bu noktada devreye giriyor. Cennet yoksa reenkarnasyon var, o da yoksa hortlama ihtimali var... Ölümle her şey bitmiyormuş gibi bir hava yaratıp içimizdeki o korkuyu bastırmaya çalışıyoruz. Bundan sonraki çalışmalartna neler olacak? Yeni tasarılar var mt? Bir kere Kılıç ve Büvü ayrı bir tür olarak devam edecek. Türk okuru Robert E. Howard'la (çizgi romanların dışında ) ilk kez tanıştı. Kılıç ve Büyü'nün ustalanndan çeviriler ve derlemeler yapmaya devam edeceğim. Bu arada 'Karanlıkta 33 Yazar' üçlemesini bitireceğiz. Daha sonrası için tasarladığım derlemeler de var. Örneğin bilimkurgu ortamında geçen korku öyküleri gibi... Yine polisiyeyle fantazyanın karışmış hali de olabilir. Ama benim için en önemlisi yine de saltık bilimkurgu. Yani tamamen bilimsel tabana dayanan, fantastik öğelerin hiç kanşmadığı yapıtlar. Bu türde birkaç kitap çevirmeyi planlıyorum. Özellikle de saltık bilimkurgunıın çağdaş ustalanndan... • 508 ŞaiPin Nergisi Ali Cengizkan, "Şairin Nergisi"nde çağımızı, yaşadığımız günleri şiirleriyle ele alıyor, gözler önün seriyor. Dünyanın ipliğini pazara çıkarmıyor ama, gidişin hiç de umut vermediğini, hiç de iyi olmadığını imliyor. GÜLTEKİN EMRE Gerard'ın 1597'deki şu sözlerin derinin anlamı kitabın temasına iyice sinmiş: Amaryllidacaeailesınden bir bitki olan Narcissus'un kökleri balla ezilip macun gibi uygulandığında, ateşle yananlara iyi gelir ve derin kesikleri olan kasları birleştirir." Ali Cengizkan'ın yeni şiir kitabı "Şairin Nergisi", bu aydınlatıcı girişle başlıyor. O, 'Görüntü değil, söz" aedikten sonra "körlere seslenirim ben" diye sürdürüyor sözünü. Sağırlann da duyabileccgi "görüntüyle" yazıyor şiirlerıni Ali Cengizkan. Çünkü her şey görüntüdür onda, onun dizelerinde, şiirlerinde: "Kola ş.işesi, şarkçıbanı, karpuz kabuğu, egzoz dumanı, gönül alma öpücüğü, tahrık gülümseyişi, pasla parlayan teneke minare..." Evet, bunların tümü sözdür ve şiire girer körleri sevindirmek, "sevgiyi icra" etmek için. Ya durmadan kendıni büyüten "kuruntu" ne olacak peki? Durmadan büyüyen "kuruntuya karşın hayat kendinı göstermeyi sürdürmüyor mu? " Ayaklann yeri öptüğünü, kuşlann göğe uçtuğunu, avuçlann memeleri tuttuğunu, kosnünün ölçüsüz ve hoş durduğunu..." biliriz de efimizden hiçpir şey gelmez "kuruntuyu" gidermek için. Bu şu demektir; nesnelerin kendilerince söz verdiğini de biliriz: Bir kez daha bu şu demektir: "Ey gömleği eprik, nemli kitap/ Yazmıyor, söylemiyor gibi yaparak/ Ciıtbezi, şıraze ye kokuyla/ Nasıl da benimsetirsın bilgiyi." Ali Cengizkan, "Şairin Nergisi"nde akılla duyguyu ustaca dengeliyor, daha doğrusu dızginliyor. O, "kalemle'' "bazı şeyler yazılamaz dese de, "Göğüsle aynanın buluştuğu noktada" "Ve bir düş güzelliği..." yaratmayı başanyor şiirlerinde. Böylece ya2ilamazı yazılır kılıyor ustaca. Gülten Akın, "Ah, kimselerin vakti yok/ Durup ince şeyleri anlamaya" mı diyordu? Onun bu dizelerinden sonra insanlar ince şeylerin ne olduğunun farkına vardılar mı acaba? Insanlar hâlâ ince şeylerin farkına varmıyorlar ki, öyle olmalı ki, Ali Cengizkan da şu dizelerle çıkıyor okur karşısına: "...kimseler/ Şapka çıkarmıyor kimseye, merhaba efendım/ Ilerkes kimseleşince..." Globallesen bir dünyada insanlar da" kimseleşiyor', kimlik yitimine uğruyor, aynılaşıyor; herkes birbirinin kopyası yani. Halbuki.'.'Ne kadar da yükselıyor onummuzun/ Üstünde bilincimizin bilinci." "içimizin ormanları"nı büyüten de bu değil midir? Evet, " Kimler geçip gitti, görmeden geçip gideni?.." "Bir Üniversite Yöneticisi" şöyle derse, varın gerisini siz düşünün: 'Ormanların yarısı ölüyorsa/ napalım yani, bekçisi miyiz?" Vay ülkenin haline, vay ormanlann haline, vay ülkemiz insanının haline! ... îçinde bulunduöumuz çağ "zor" bir "çağ",Kabuledelim bunu. Bu 'zor çağ", aynı zamanda "fena âşık" ve "kötü öğretmen"dir de. Ormanı gözden çıkardınız mı. sıra gelir insanı kıymaya, güzellikleri yolmaya, soldurmaya. Sonra da Ali Cengizkan'ın yazdıöı gibi olur her şey: "Toprağı çimentoylalcarıp havayı taş Kildık mı/ Sıra gehr söz ormanına, harfleri kara bir/ Kazanda kargışlamaya, sıra gelir/ Konuşmayı unutmaya." Kendimizle yiizleşemeden ölümün elini sıkanz bir bir. "Önce toprak bozuFur elbette, "akhmızdaki toprak", sonra da her şey. Bir süre sonra da ortalığın "alçaklık"ıa kaplandığını görürüz: " Yanan duvarlar, hacimler, yük^ seklikler/ Harpuştalar, küpeşteler, trabzanlar/ Kanallar, çörtenler, derz ve mahfiller/ Sahneyi terkedince alçaklık kal"ır geriye; ne yapacağımızı bilemediğimiz, alçaklık! "...taş çağlayanlarından" bir dünyaya kanat çırpıyoruz, cağ şöyle çünkü. Öyle ki "aşkı yarayla gizlemenin gızi" "nerede kaldı?" diye sorsak da, yanıtı yok ki yanıtlayalım. Her şey ortada olunça, giz basıp gider uzaklara. Ortalığı "istençsiz" kaslar, kafalar ordusu kaplarsa, bundan kimler tedirgin olur acaba? "Çekilmez" bu "hayat", 'yük" çok "ağır" derseniz, o zaman size şunu söylerler. "Beyim, susarak nasıl yaşanır?" Her şeye susan, tepkisiz bir toplum oluşumuzdan hoşnut olanlar elbette olacaktır. Onlar öyle ıstiyor diye biz de öyle mi olacağız yani "Tarihin çopur yüzünü" seyrede seyreder' Ali Cenizlcan'ın şu dizesine kim karşı gelebilir i? "Ne kadar da geç olgunlaşıyor insan!" Bu hayat böyle çekılir mi? ' Akşam yağmur, sabah kar? Elbette her şey değişiyor, "iklimler bile". Tükenen biz, tüketilen biz olunca, geçiyoruz "bir çeviri dünyasından". Geldik yine başa: Söze, sözde görünene, sözün gösterdiğine: "Görüntü değil söz/ Körlere seslenirim ben./ Sağırlar duyar görüntüyle/ Ve kuruntudur aklın gö Ali Cengizkan âan yeni şiirler t £ zu... Ali Cengizkan, "Şairin Nergisi "nde pek çok çiçeği ağırlıyor şiirlerinde. Çiçekleri yaşamın tam ortasına, yani ateş hattma sürüyor: Onun dizelerinde "Çiğuem", ince, "şebnem", pişkin, "Gül" ise tırnaklıdır... "Fulya, zerrin, yalancı nergis, kardelen/ Ama ille de çanaklı nergis' diyor ya şair, bir nedeni var elbette; bu saydıklannın soğanlarından "müshil", "Çiçeklerinden parfüm, nefsi mülhime" yapılır da onun için onları aynı dizede buluşturuyor sair. "Ful, zerrin, kardelen" başkaldırırfar çiçekçe, çölleşmeyi ayıplarlar kendilerince. Sıra gelir nergisin övülmesine ve özelliklerine: "Kendisiyle pişer kendi ateşinde/ Şu bildiğimiz nergis çiçeği/ Nasıl da birleştirir akhmızdaki her şeyi/ Direnen çiçek, küstah ve mağrur," Ali Cengizkan, "Şairin Nergisi"nde çağımızı, yaşadığımız günleri şiirleriyle ele alıyor, gözler önün seriyor. Dünyanın ipliğini pazara çıkarmıyor ama, gidisin hiç de umut vermediğini, hiç de iyi olmadığını imliyor. İnsanlar arasında giderek kopan iletişimsizliğe, sevgisizliğe de yer veriyor dizelerinde. Giderek birbirine daha ç ok benzemenin yarattığı yozluğun kendi mührünü günlerimizin üstüne iyice vurmaya başladığına da dikkat çekiyor. 17 şiirlık "Şairin Nergisi" kitabındaki şiirlerin başındaki alıntılar şiirlerin içeriğini daha da zenginleştiriyor. Eprimiş, ama bu tarihin içinde olup bitenlerden süzülüp gelen duygulan, düşünceleri şiirleştiriyor Ali Cengizkan. Usta bir şairin yeni şiirlerini kimler merak edecek acaba? Ben de bunu merak ediyorum işte! • Şairin Nergisi/ Ali Cengizkan/ Şiir/ Varlık Yayınları/Hazıran 2000/45 s. SAYFA 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle