Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
VVOLFRAM SCHUTTE T steyen "haksızlık ediyorsun" desin. Bu I ilkbaharın sürprizi çok sayıda AlmanJ . ca kitap arasında, Malatya doğumlu Emine Sevgi Özdamar'ın "Halıçli Köprü"sü, diğer DÜtün kitaplan gölgede bırakıyor. An ne Dilı (1990) ve Juan Goytisolo'nun Times Literary Supplement't» öve öve bitiremediği Hayat Bir Kervansaray (1992) kitaplartnın epik öykülerinin yaratıcısı, tiyatro ve sinema oyunçusu, oyun yazan ve reüsör Emine Sevgi Özdamar, son kitabında, hayatla ve dil lezzetiyle dopdolu öyle bir dünyavı öykülüyor ki bu Köpruden bakıldığında bizim yazarlanmızın deneyim ve imgelem malzemeleri, temalan ve başvurduklan estetik stratejiler, ziyadesiyle "Almancık" kalıyor. 1946'da doğan ve 1976'dan beri Almanya'da yaşayan Özdamar'ın kitabının olağanüstü kaynağını oluşturan şey (yani dünyayla, kendini sakınmadan kurulan kelle koltukta bir ilişki), aynı zamanda büyük bir dil ve öyküleme yeteneğinin patlayıcı yakıtını oluşturuyor. Bu yeteneğin sahibine sanatçı olarak hayranlık ve sevgi duyarken, Almanca yazılan edebiyatın Adalbert von Chamisso nun Fransızcadan getirdiği zenginlikten beri böylesine bir dil sanatıyla karşılaşmadığını da fark ediyorsunuz. Nasıl Hintli Salman Rüşdü Ingiliz edebiyatı için, Faslı Ben Jalloun da Fransız edebiyatı için büyük bir şans olduysa. Türk kökenli Emine Sevgi Özdamar da bizim için böyle bir şans. Neden mi? Çünkü bu kadın (okurken iyice kavrayabilmek için ikide bir kolunuza çimdik atmak zorunda kalıyorsunuz ama) Almanca yazıyor. Ve Haliçli Köprü, TürkAlman yazan Özdamar'ın şaşırtıcı, dahası cesur (alabildiğine özgürlükçü olduğu için cesur) yapıtının simgesel ve biyogranlc çerçevesini oluşturuyor. Haliçli Köprü, ne kadar romansa, bir o kadar da otobiyografi. Alman edebiyatında bu yapıtla karşuaştırılabilecek tek kitap, Moritz'in Anton Reiser'i olsa gerektir. Erotizmin korsanı Sevgi Özdamar, hayatının hikâyesini üçüncü şahsa "tercüme eden" psikolog Moritz'den daha açık koyuyor kendini ortaya ve birinci şahsın ağzından konuşuyor: "Tek kelime Almanca bümiyordum, cümleleri de, Ingilizce bilmeden 'I can't get no satisfaction şarkısını söyler gibi ezberlijjordum. Gak gak gak diyen pilıçler gibi. Gak gak gak, nahoş bir cümlenin yanıtı olabilirdı. Mesela biri, TJive böyle gürültüyle yürüyorsun' diye soruauğunda Almanca bir gazete manşetiyle cevap veriyordum: 'Wenn aus Hausrat Unrat wird' (Eski eşya çöp olunca)." Bu dil, Alman okuyucusu için hem tanıdık (Hausrat, Unrat) hem de yabancı (yürüyorsun) arazilerden geçiyor; Rolltng Stones'un isyan ateşiyle zanıana demir adyor ve sınırlan doyumsuz bir erotizmin ötesine geçen bir özlemin temeli oluyor. "Gak gak gak" ise bütün bunlara fonetik canlılık, ironi ve mizah gücü kazandınyor. Böyle bir dil, ancak kendine güvenen bir yazann lcaleminden çıkabilir. Her türlü kuru "belgeselliği, belgeleyici gerçekçiliği" daha kitabın başında ardında bırakân bu anlatım tarn, hayatın sunduğu malzemeyi, uykuda gezen bir insanın uyanıklığıyla görüfen bir düşün hassas ve kesin diliyle yeniden kuruyor. Altı yıldır Istanbul'da tiyatro sahnelerinde oynayan 18 yaşındaki kızın Almanya'ya gelmesinin nedeni, yine tiyatro. Berlin'de, Telefunken işçilerinin kaldığı bir kadınlar yurdunda, altı yatakb yatakhanenin penceresinden, Hebbel Tiyatrosu'nun ısıklı reklamlan vuruyor geceleri içeriye. Aüesinden kurtulma ihtiyacının ve özellikle annesiyle arasındaki göibek bağını koparma çabasının yollara düşürdüğu ve "Tıyatroda insanlardan alkış alıyordum, ama evde annemden alamıyordum diyen genç kız, Berlin'de seyircilerin alkışlanyla değil, kendi rolünün sorumluluğunu bizzat üstleneceği "yaşam tiyatrosuyla" karşılaşıyor vetanışıyor. "Yazgısı olan tiyatroylâ" mesleğinin bir araya gelmesiyse yıllar alıyor; siyasal kaynamalar içindeki Türkiye'de, fahişeleri konu alan kışkırtıcı bir oyunu sahneleyen tiyatrosuyla Anadolu'ya gidiyor. (Bugün olsa oralarda herSAYFA 10 Emine Sevgi Özdamar, yeni romanıyla Almanya'da yine gündemde Haliçli KÖDPİİ Almanya'da yaşayan ye yapıtlarını Almanca yazan Emine Sevgi Özdamar, her yapıtıyla olduğu gibi son romanı "Haliçli Köprü" ile de yine gündemde. Alman eleştirmen Wolfram Schütte.Frankfurter Rundscnau'daki yazısında Özdamar'ı yine göklere çıkarıyor. lann ve tuhaf anlann öykülerini zengin anekdotlarla iç içe örüyor ve yazar, büyük bir duyarlıhk ve sempatiyle, hem kahramanını hem de onun hayatına giren bütün insanları, bugune kadar keşfedilmemiş olan ve yazınsal haritası yeni çıkanlan bir geçmişten alıp gözlerimizin önünde yeniden canlandınyor. Ama, Haliçli Köpru'yü Almanca yazılan çağdaş edebiyatta DÖyıesine benzersiz kılan şey, bunlardan ibaret değil. Bu kitabın anlatımı, düşünsel ve bedensel özgürleşmeyi, yoğun bir siyasal tanıklıkla bireysel erotik özgürlüğü, birbirinin içinde başanyla eritiyor; gerek Berlin'de ve Paris'te geçen birinci bölümde, gerekse tstanbul'da ve Türkiye'de geçen ikinci bölümde. Böyle bir education sentimentale, böyle bir duvgu eğitimi, hiçbir erkeğin kaleminden çılcamazdı (her ne kadar bu hikâyenin içerdıği yaşamöyküsü, Henry Miller'in Pans yıllanru hatırlatıyorsa da). Ama Sevgi Özdamar, bir Emma Bovary öyküsü de yazmıyor burada. Çünkü, sevginin güvencesizliğine yapılan DU yolculuğun telc bir anı "duygusal değil; "romantik" oluşuysa, sadece, hiçbir tınının aJdatıa cazibesinin, korkunun, umutsuzluğun ve küskünlüğün zayıflatılamadığı bir erotik muduluk özleminden geliyor. Bir kadının "kendi yüzünden düştüğü 'ağzı var dili yok' çukurundan çıkması" bir "eğitim"se eğer, yüreğin kendi sesini kattığı ve beynin onayîayıp katıldığı bedensel arzunun eğitiminden söz etmek gerek burada. Berlin, Paris, Istanbul ve Kürt kenti Hakkâri arasında genç bir Türk kadınının bu romansal otobiyografisi (çünkü Emine Sevgi özdamar, yaşamın eksenini geniş tutuyor), toplumsal kurtuluş heyecanıyla beslenen ve hayatın her alanına yayılan bir Avrupa "kültür devriminin" manzaralanna dâhiyane bir bakış oluşturuyor. Bu "je ne regretterien" kitap, altmışlı ve yetmişli ydlann Avrupa gençliğinin ayaklanmasında yaşanan büyük siyasafumudan, özgürlükçü neyecanlan, uç noktada yoğunlaştınlmıs hayatı, kelle koltukta atıbmlan ve hayal kınklıklannı sergiliyor ve bunlan Türkiye'de, Avrupa'dakine paralel siyasi eylemlerinde Eisenstein, Engels, Lenin, Godard, Brecht ve Pasolini'den üham alan siyasi solunkilerle bir araya getiriyor. Böylece, bugune kadar Batı Avrupa gözlüklerinin göremedi^i bir tarihsel dönemin kapılannı açıyor Emine Sevgi Özdamar. İmgelem gücüyle yüklü anlatım tanayla varhk ve hayat kazanan bu dönem, yürek paralayıcı trajedisi ve komikliğiyle artiK gözlerimizin önünde duruyor. Romanın kahramanı 1968 öncesinde Istanbul'a döndüğünde, kızlığını kaybetmiştir; "clmas", Paris'te Ispanyol öğrenci Jordi'yle, bir Chagall tablosundan nrlamış bir aşk gecesinde kaybedikniş; sonra Berlin'de birlıkte yaşadığı" topal sosyalist" onu hamile bırakmıstır. "Topus Teyze dedi ki: 'Çok gezen tavuk, ayağında cok bokla döner. Sen Almanya'dan ne getirdin ayaklannın altında?' Annem dedıki: 'Almanca öğrendi. Bir lisan bir insan, iki lisan iki insan.' Babam dedi ki: 'Almanya'ya bülbül gitti, orada papağan oldu, Almanca öğrendi. Şimdi hem Türk bülbülü, hem de Alman papağanı.'" Tavuk, bülbül, papağan; yazar, kultürlcr arasında bir o yana bir bu yana uçan bu "garip kuşa" akıl sır erdiremeyen ailesinin teairginliğini, dikbaşlı bir cesaret ve hayranlık verici bir özgüvenle ardında bırakır ve yaşam macerasının ikinci kısmında bohemle isyanın, erotızmle ajitasyonun tehlikeli kansımının tam ortasına dalar. Hiçbir şekilde duygusal olmayan, ancak çok güçIü duyumsayabilen bu yazann, Marmara Denizi kıyılannda anlık fotoğrauarla ve toplumsal ve siyasal bir parçalanma içindeki Türkiye'den uzun epik sekanslarla gözlerimizin önüne serdiği şey, işte bu Türkıye düşü ve karabasanıdır. Yılmaz Güney bize bunu sinemanın görüntüleriyle anlatmıştı; Emine Sevgi ise, dilin görüntüleriyle anlatıyor ve bunu yaparken Almancayı, bugüne kadar hiç bilmediğimiz bir şiirsel erotik canlılığa kavuşturuyor. Bu kitapla birlikte Alman edebiyatı şöyle bir Boğaz a uzanıyor. Ve göz kamaştıncı armağanlarla dönüyor seferinden. • Çeviren: Recai Hallaç K İ T A P Romantal otoHyografl Erotiznıin koranı halde taşa tutarlar.) Ama bütün bunlardan önce, altmışlı yıllann ortalannın Berlin'inde, "misafir işçilerin" ortak yazgısına dalıyor bu genç kız; "babalannın soluğunu esnelerinde duyan" diğer kız arkadaşlan gibi. Birbirleriyle baş başa kalmış çok genç kadıniar bunlar, yabancı bir dünyada, kültürlerin birbirine dokunup bir Sevgi özdamar, üstte John Berger altta İse Juan Coytlsolo İle. bırinden avrıldıöı sınır çizgisi üzerinde, korkuyla tutku, kendinden sanlann evlerine giriyor. Berlin'in içinden teragade kendine güven arasında, hayata görünümü çıkıyor böylece ortaya, proleter duygulannın fırtınalanyla katılarak yaşıyorçevrelerden, Almanlardan ve Türklerden, lar. kadınlardan ve erkeklerden manzaralar. Bir "komünist" yurt müdürünün gelmesiyle birlikte, o güne kadar sadece "anneleBu genç kadının kız arkadaşlanyla birlikrini, kız kardeşlerini ya da kaynanalannı arate adımladığı Berlin, bir kış Berlin'i. Genelmış olan" ve "yağmurlu bir gecede, şimşeklikle gece saaderinin Berlin'i. Insanı zaman ten ve gökgürültüsünden ürken koyunlar zaman ürperten bir Berlin: "Kar, rüzgârla gibi, birbirlerinin nefeslerini boğarcasına birlikte otobüsün kapısından girer ve kabirbirine sokulmuş olan" kadınlar, "şarkı dınların saçlanyla, kirpikleriyle ve mantolasöyleyen bir çoban buluyorlar. nyla birlikte otobüsten inerdi" ve kadınlar, sabahın erken saaderinde" Wonaym"lannUU dan çıkıp otobüsle fabrikaya çalışmaya giSevgi Özdamar, koyun sürüsü ve "şarkı derler, akşamlan dönerken de, gün bojmnsöyleyen çoban" eğretilemesiyle, öyküsüca büyüteç alunda kıstırdıklan gözlerini hânün ufkunu, bu kadınlann Berlin ac kurlâ kısmaya devam ederlerdi: Fabrikanın duklan dünyada vankılannı sürdüren Türatölyesinde sadece kadınlar vardı. Her bir kiye'ye, yani uzaidarda kalan sılaya doğru kadın tek başına yeşil bir demir tezgâhın baaçarken, kadınlann yasadığı kısla hayatını şında oturuyordu. Çalışırken öteki kadınlada, erotik bir bakışın ailiyle anlatıyor. "tyi nn yüzünü unutuyordunuz. Sadece saç göçoban", kadınlar yurdunun yalnız kadınlarüyordu insan, yorgun saçlar, yaşlı saçlar, nnı kitaplarla tanıştınyor ve "al, sana en iyi genç saçlar, taranmış saçlar, dökulen saçlar. arkadaşımı veriyorum", diyor. Bu Brecnt Yüzünü gördüğümüz tek bir kadın vardı, hayranı oyuncunun "en iyi arkadaşlanndan ayakta duran tek kadın da oydu; Frau Miscbiri Çehov'du. Dolayısıyla, tek erkeğimiz o hel. Ustabası... Işçilerin vüzlerini sadece tudeğildi artık. Onunla birlikte bizim lcadınvalette görebiliyordum. Orada kadınlar belar yurduna başka erkekler de geldi: Dosyaz fayans kapb duvarlann önünde neon toyevski, Gorki, Jack London, Tolstoy, Joyısıklannın altında durur ve sigara içerlerdi... ce, Sartre; bir de bir kadın geldi, Rosa LuTuvaletin neon lambaları çok güçTü olduğu xemburg...Bazıkadınlaronaan kitap alıyor, için, sigara içmek de ayn bir işmiş gibi göbelki de niç okumuyorlardı, ama yabancı ülrünürdü." Aynntılann sinematografik ankelerin puılannı seven çocuklar gibi sevilatımı bu, ritrnik bir montajla fenomenoloyorlardı bu kitaplan, radyo lambası fabrijiden somut dünyasının sınırlannı aşan imkasına giden otobüse binerken kitaplann gelere uzanan bir çizgi. ceplerinde olmasını seviyorlardı." Gerçekliğın hep çok yakınında seyreden, yine de "Akşamdan geceye sıçrayıveren kadınkendi imgelem dünyasını oluşturan bir anlar" var işci yurdunda (yorgunluktan bitap latım bu. düşen kadınlar böyle betimleniyor), ama o, onlardan değil. "Ödalar susuyor ve her yaBu öyküleme tarzı, soğuk ve nemli "ikintaktan bir kadın yüzü bakıyor" iken, o, cin ci vatan" Berlin'de kurulan Türk "misafir" gibi uyanık, meraklı, ilgili. Türklerin ve Alişçileri dünyasının somut ve canlı, aynı zamanların dünyalannda keşif gezilerine çıkımanda hayali fotoğraflannı gözlerimiz önüyor, caddelerde, meyhanelerde dolaşıyor, inne seriyor; ilginç insanlann, Komik durum C U M H U R İ Y E T SAYI 538