23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OGUZ DEMİRALP dlarca önce Somalili bir tamdığun ülkesinde kızlara "îstanbul" adı verildiğini söylemişti. Bunun nedenini Osmank döneminde îstanbul sözcüğünün hâlâ akıllarda kalan ölçüde cekicilik ve güzellik çağnşımları yaratmış olması biçiminde açıklamıştı. Makedon yazar Luan Starova'nın romanlarından, yüzyıllarca îstanbul sözcüğünün yalnızca uzaklarda değil burnumuzun dibindeki Balkanlar'da da aynı büyülü çağrışımlara kaynak olduğu anlaşılıyor.Gerçi, Robert Mantran'ın aktardığına göre, on yedinci yüzyılda Jean Thevenot, tentin "içi başka dışı ba|ka" olduğunu, dışandan çok güzel göründüğünü, ancak içine girince bambaşka bir kentmiş izlenimi verdiğini söylemiş. Gene de bu tür yaklasımlar aztnlıkta kalmış ve îstanbul hemen bütün Osmanlı dönemi boyunca bir güç ve zenginlik merkezi olarak çekmiş insanları. Osmanlı Istanbul'u hâlâ çekiyor insanlan, özellikle de bizleri. 1453 ten aşağı yukarı Birinci Dünya Savaşı'na dek süren dönemin Istanbulu bizim toplumsal imgelemimizde dünyanın en pahalı mücevheri gibi parlayıp duruyorhâlâ. Phih'p Mansel'in deyimiyle, bütün dünyanın arzuladığı kent. Onu öyle bildik, düşündükçe büyüyoruz, kimi zaman geçmişimizle avunuyor, kimi zaman da geçmişimizden güç alıyoruz. Kısacası, Osmanlı Istanbulu duşlemek, düşünmekle tüketemediğimiz, bizi sürekli besleyen bir mitos. Ulusal benliğimizin özel birparçası. Ekrem Işın, "Istanbul'da Gündelik Hayat" başhkL kitabında Osmanh îstanbulu'nu yeniden üretiyor, hem imge hem de gerçeklik olarak. Istanbul'la içli dışk bir aydının Osmanlı Istanbulu'nu içten dıştan derinlemesine kavrama, anlama girişimi bu kitap. Kenti enine boyuna dolaşan denemelerden oluşuyor. "Gündelik hayat"ın merkez konu olarak alınması, bir bakıma, hayatı, masaya yatırıp incelenmesi en güç yönlerinden birini, akışı içinde anlamaya çalışma amacını yansıtıyor. Işın iki bölümde toplamış değişik tarihlerde yazılmıs denemelerini: "Mitos ve ütopya arasında gündelik hayat" ve "Insan, küftür ve mekân". Ekrem Işın'dan "îstanbul'da Gündelik Hayat" Y Eaik dalın bulbulu •• m •( Ekrem Işın, "Istanbul'da Gündelik Hayat" başlıklı kitabında Osmanlı Istanbulu'nu yeniden üretiyor, hem imge hem de gerçeklik olarak. Istanbul'la içli dışlı bir aydının Osmanlı Istanbulu'nu içten dıştan derinlemesine kavrama, anlama girişimi elimizdeki kitap. Kenti enine boyuna dolaşan denemelerden oluşuyor. toplumsal / devletsel mutluluğun üzerinde kara bulutlar kümeleniyor. 1683 'teki Vıyana bozgunuyla Osmanlı'nın belki de bütün alanlarda geri çekilmesi baslıyor. Kantemiroğlu'na bakılırsa, Osmanb en büyük askeri utkularını on yedinci yüzyıl bitimine doğru kazanmış ve o dönemden sonra "eğik bir dal" üzerinde duran bir yapı görünümü almıs. Yıllar önce Alma Ata da iken aklıma gelmiş, bir kenara not etmişim: "Osmanlı, Istanbul'u, ele geçirmeden önce kızıl elma olarak tanımlarmış. îstanbul zümrenin işine yarasa bile, içten çürüme getirir. Ayrıca Osmanlı karşısında ner bakımdan güçlenen bir Avrupa ve Rusya vardır. Uğradığı yenilgiler varuğını tehdıt eder boyuta ulaşınca Osmanlı değişmesi gerektiği sonucuna varmış. Gel gelelim, bu gereği varoluşsal bir gereksinim gibi duyumsayamadığı için tam olarak içine de sindirememiş, beflu bu vüzden değişim istenilen ölçüde başarılı olamamış. Bununla birlikte, toplum neden 4eğismesi gerektiğini tam olarak anlamasa da, aeğişim rüzgarlanyla birlikte toplum un önüne "medeniyet ütopyası" konulmuş. Daha iyi yaşamanın, dana güçlü ohnanın yolunun "medeniyet"ten geçtiği belletilmiş, bellenmiş. Ekrem Işın kavramsal düzlemde iyi anlatıyor iki yüzyıldır yaşadığımız bu ikilemi: Bir yanda içinde mutlu olduğumuz ama asla dıriltemeyeceğimiz, özellikle on altı ve on yedinci yüzyıl Istanbulu'nda ifadesini bulmuş Osmanlı mitosu; öbür yanda Batı uygarlığıyla bütünleşebilmenin getireceği ütopik yaşam. Toplumsal ruhumuz hâlâ bu iki uç arasında gidip geliyor. Ekrem Işın, kitabının ikinci bölümünde firtınalı modernleşme serüvenimize çeşitli açılardan bakıyor. Bunlar arasında "adabı muaseret" konusundaki denemeler özellikle ilgimi çekti. önce geç Osmanlı sonra Cumhuriyet döneminde yönetici sınıf ve avdınlann, halkı, ortalama Türk insanını değiştirebilmek için günlük yaşantı davranışlanna dek her alanda nasıl bir sosyal mühendislik çabasına giriştiklerini ortaya koyuyor. Bir salona girdiğinde nasıl duracağını, oturduğunda oacaklarını nasıl ayarlayacağını, elini kolunu nereye koyacağını öğrenmesi yıllar alan Şark insanının sorunsahnı pek güzel betimliyor Ekrem Işın: "Kendinden emin bir insanın hareket rahatlığı ya da esnek jest kabiliyeti henüz tam anlamıyla yerleşmemişti." Değişim zorlu bir uğraş. Çünkü Osmanlı gerçekten aynmlı. Zaten kendi kendini değişime iten bir dizge değil Osmanlı'nın düzeni. Siyasal bakımdan güçlü ve üstün olduğu sürece değiştirmeye, yenilemeye ge koymak bir ulusun devingenliğini, kendini aşma yetisini yansıtır. Ancak Osmanlı tarih sahnesinde at koşturduğu dönemlerde iç fetihler dış fetihler kadar önem kazanmaya başlamıstı. Osmanlı kendini içten defciştirme gereksinimi duymamanın bedeüni ödedi.* Elbette, Istanbul bütün Osmanlı dönemi boyunca o eğik dalın üstünde bir bülbül gibi şakıdı. Buna karşın, Istanbul'un hiçbir zaman bir Bağdat ya da bir Kordoba gibi bilim ve sanat merkezi olmadığını, Osmanlı'nın da Endülüs'ün yerini alamadığını söyleyenler vardır. Giderek, Endülüs uygarlığınm arkasını getirenin, Rönesans Avrupası olduğunu öne sürerler. Bu yönde düşünenlere göre, Osmanlı Avrupa'nın tarih sahnesine Endülüs'ten sonra ıkinci büyük Müslüman siyasal güç olarak çıkmış, ancak ilerleme anlamındaki uygarlık meşalesini Endülüs'ten devralan onlar değil Batı Avrupa olmuştur. Osmanlı kendinden emin ve noşnut biçknde mitsel Istanbulu'nda yaşarken, Baü'da bilim, sanat, felsefe büvük atılımlar içine girmiştir. Batı Avrupa da insan yaşamı varoluşsal anlamda değişimlere uğrarken, Osmanlı bunlan büyük ölçüde görmezlikten, bilmezlikten gelmevi yeğlemiştir. Mustafa Altıoklar "îstanbul Kanatlarımın Altında" filminde Osmanlı'nın değişimi değillemesini ulema takımmın iktidan yitirme korkusuna bağlar. Ancak değişime kapalı olmak belirli bir MRsel tstanbul rek görmecÜği, kendi kendine yeterli ve kendi kendini üretebilir sandığı (ne yazık ki yanıldığı) bir dünyası var. Osmanlı bu içe dönük mutlu dünyasına karsılaştırmalar yoluyla eğiliyor Ekrem Işın. Orneğin zaman ve doğa kavramlarını ele abyor. Osmanlı düzeninde "kendiliğinden akıp giden mıstik zaman" var. Osmanlı'nın Baülılığa yönelmesıyle birlikte "akrep ile yelkovan arasındaki modern zaman" ile tanışıyor. "19. yüzyılın gündelik hayat bilgisi, önce, bu acemi öğrencinin (Osmanlı) kafasmdaki zaman kavramını yıkmıştır." Zaman kavramını, zamanı kavrayışı değiştirmek gerçek bir eşik atlama elbette. "Cumhuriyet aöneminde ise zaman kavramı adeta gündelik hayatı idare eden gizli bir güç." Işın'ın doğa konusundaki saptamalan da çok önemli. "Osmanlı kültürü ev ile bahçeyi bir bütün olarak kabul etmiştir. Bu anfayısa göre şehir, büyük bir bahçenin içine yerfeştirilmiş kır evine benzer.' OsmanL doğaşehirleri "çevrelerini kuşatan doğayı yıkarak genişlemek yerine, onu kendi bünyeleri içinde dekore ederek yaşatırlar." Elbette Batı Avrupalıdan çok, bugünkü Türkiyelinin ders alması gereken bir kent ve çevre anlayışı bu. Ancak Osmanlı'nın "ahşap ev yapacağım" diye Anadolu'daki ormanları hesapsız biçimde kesip tüketmesinin haklı gerekçesi, özrü olamaz. Öte yandan, Osmanlı'nın mahalle düzeninde kişiselliğin yer almadığını, Osmanlı yaşamının birey kavramına yabancı olduğunu vurguluyor Ekrem Işın. Osmanlı kültüriinü Batı'cian ayıran temel özelliklerden biri bu. Ancak Ekrem Işın, Osmanlı dünyasında koşullar elverseydi bireye evrilebılecek tiplerin varlığını cöstermekten de geri kalmıyor: tulumbacılar. Bu serüvenci ve günlük yaşamın kenannda kalan kişilerin Osmanlı insan hantasındaki yerini iyi belirlemiş Ekrem Işm. Bence dervişleri, leventleri, âşıkları, akmcıları, erenleri, daha da geriye gidersek, Batı'nın "sufi şövalyeler" diye bildiği fütüvet erlerini de bu kategoriye koyabUiriz. Bireyin olmadığı yerde bugünkü anlamıyla toplum da pek olmuyor. Ekrem Işın Osmanb mahallesinde "meydan" olmayışına dikkat çekmiş. Cami dışında bir araya gelmiyor insanlar, hamam ve kahvehanelerdeki "hemcins" eğlenceleri saymazsak, birbirlerine ve dışa kolay açılamıyorlar. Içe dönük toplum, içe dönük kişilerden oluşan bir tablo ilerlemeye de değişime de kapalı oluyor doğal olarak. Ekrem Işın, Osmanb düzeninde meydan bulunmadığı gibi sokakların da tümüyle ayrımb bir anlam taşıdıklannı anlatıyor. "Sokak, klasik dönem Osmanb şehir hayatında kimsesizlerin, meçhul kişilerin vatanı olarak kendi kaderine terk edilmiş ve 19. yüzyıla kadar bağımsız niteliğini korumuştur." Sokak ancak modernleşme döneminde insanJann gezindikleri, gunlükyaşantısının parçası bir yere dönüşüyor. Ekrem Işın, vitrinlere bakan insan tipinin Istanbul'da 19. yüzyılda modernleşmeylebelirdığini anlatırken, Walter Benjamin'i ve Yusuf Aulgan'ı aklıma getiriyor doğrusu: Osmanb Istanbulu'nda aylak adam herhalde yaşayamazdı. Istanbul'un tarini büvük ölçüde bizim toplum olarak ruh ve kültür serüvenimizin tarihi. Bütün kitap boyunca hissediyorsunuzbunu. Geçmişin mitosuyla uycarbğın ütopyası arasında saüanan bir toplumun üyesi olarak şu sonucu cıkanyorum Ekrem Işın'ın çalışmasından: geçmişimizi kazanmadan geleceğimizi kurmamız, modernleşmemiz oldukça güç. İki elle yazmaliyi2 artık, bir elimizle geçmişimizi, öbürüyle geleceğimizi. Artık kendi tarinimizi kendimiz yapmabyız. Çok vakit kaybettık. Çok çok geciktik. • tstanbul'da Gündelik Hayat / Ekrem Işıtt/ Yapı Kredı Yaymları / 361 s. SAYI S21 İÇ8 dönük tophın îlk bölümde Osmanlı Istanbulu kabaca iki döneme aynlarak incelenmiş. Birincisi, Robert Mantran'ın da Istanbul'un altın çağı dediği on altı ve on yedinci yüzyılları kapsıyor. Montaigne'in Osmanlı'yı yeryüzünün en güçlü devleti olarak görduğü dönem bu. Istanbul'un bu dönemdeki düzenini, gönül yakınlığı duyduğunu belli ederek pek güzel anlaüyor Ekrem Işın. Temel birimi mahalle" olan dingin ve zengin dönem: "Istanbul'un klasik dönemi gündelik hayatında belli bir toplumsal kökene bağh aılelerin en küçük ölçekli yaşam alanını, mahalle sınırlannın çizdiği bir gerçektir. Mahalle, kendi içinde tutarlı birküftürel değerler dünyasıdır. Aile ve ev hayatı bu dünya içinde şekillenir. Klasik Osmanlı mahallesi dini bir yapı etrafında şekillenen ye adını genellikle bu yapıdan alan, cemaat üpi bir örgütlenmenin ideal mekânıdır. Düzenin orta direği olarak cami var öyleyse. Ancak Osmanlı'da siyasal erkten bağımsız ya da siyasal erkin denetimi dışında bir dinsel otorite olmadı niç. Orta direk, camide cemaate yansıyan Osmanlı erki. Bu erkin yarattığı ortamın verdiği iç huzuru, güvenlik duygusu, fazla sorup sorgulamadan kurallara uyarak rahatlık içinde sürüp giden yasam özlenmeyecek gibi değil elbette. Üstelık bu dönem, Türklerin Orta Asya'dan koptuklanndan beri ulaştıkları en üst kerte. Dolayısıyle on ala ve on yedinci yüzyıllarm Istanbulu'nun bir mitos olması yersiz, haksız değÜ. ktanburun aton çafr Zaman vadoğa Gelelim, on yedinci yüzyılın sonlanndan başlayarak durum Celeneksel Istanbul'u modern Istanbul'a bafllayan calata Köprüsü. DofluBatı buluşmasının $ehlr hayatındakl belkl de en değişiyor. 1453'ten beri süren önemli merkezlydl. SAYFA 12 CUMHURİYET KİTAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle