Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
keşif bitmişti. Saatin nasıl çalıştığını öğrcnmiştik. Kan ter içindeydik. Kcntin tek hakimi gibi Kule'den seyrediyorduk çevreyi. Saatin çalışmasını dinliyorduk, çarklan ve çalan çan sesini. Bir süre sonra büyüsü bozuimuştu buranın. Yinc de/Kule'nin sırnnı tek biz biliyormuşçasına, arkadaşlarımıza anlatmadan da edememiştik. Onlar düşlere dalmıştı, belki. Ulaşılan Kule ise artık düşümüzden silinmişti. Eğer anlatmak çizgisine gelmişseniz birçok anaforu da yaşamışsınız demektir. Bu, çağımız yazarının her dem gündcminde olan bir olgudur. Bakışınız bugiin'ü de içerse; siz dün'ü birikiminizle varedersink. Yazı coğrafyanızın sürekliliği buradadır iştc. Arayış, yenileşme, kcşfetme ve yeni iklimlere kanat açmak. Bunların ardında işte o metafor vardır. Jstk Ol Günümc Ag1 isimli denemeniz 1994 Abdi îpekçt Barış ve Dostluk Ödülü'nü almıştı. Budeneme 30. uluslararast Kosta Raçin Bulusmalan nın kardeşlik havasınt soluyan bir yazı.. Bunla rtn yani sıra dtsgöç olgmu, göçmen yazını, azınlık kimlig'i, kültiirleri ve edebiyalları'na olan yoSun ilginız sızi tçtmtzdeki öteki'ne dönük özgül bir yazarlık konumunun içine çekiyor.. Bu da kuskusuz renkli, yoğurt, acttı bir edebiyat cog'rafyasıyla yüz yüze kalmak anlamına geliyor . Yazan insan soran, sorgulayandır. Rahatsız eden, rahatsız olandır da. Hayata elbetteki salt yazının ııcuyla, ya da bununla konumlandığı, bunu konumlandırdığı yerden bakmaz. Onun için kaçınılmaz olan; yaşadığı çağa niçin, nasıl bakmalı, ncden kendini sorumlu tutmalı gerçekliğidir. Burada, ister istemez, yaşadığı coğrafya (siz buna isterseniz ycrellik devin yöresellik değil), içinde doğduğu kültiir ortamı, yaşanılanlar, gelenek, birikim, tanıklıklar, anlatılagelenler... insan belleğini oluşturur. Bir su sarnıcı, bir ayazma gibidir. Suyun imbikten çckilir/geçercesine nereden, nasıl geldiği bilinmcz. Ama sırlı bir dünya gibi nep saklısında damı tır bir şcyleri. Işığa çıkınca bunun anlamı, dcğeri, verimkarlığı anlaşılır. Sözünü ettiğiniz izlekler/konular/sorunlara yazının içinden bakma düşüncem, ötelerden beri süre süre gelen bir şeydi benim için: sürgün, sürgünlük; göç, göçmenlik; azınlık, bcn ve öteki... Çocukluk kenlimin dört bin yıllık tarihin her dönemine iz bırakan olgulardı. tnsan, bence, kendi iç coğrafyasını algılamaya/tanımaya baslayınca ; her şcyi öğrenmeyc, her şeye bununla aralanan bilinç kapısından bakmaya/bunları anlamlandırmaya başlıyor. Çocukluk kentim tüm bunlann yurduydu diyebilirim. Dört bin yıllık tarihinde her birinin izi, rengi, kokusu, öyküsü vardır. insan, yazarken, önce ait olduğu yerden başlıyor. Sözü sözcelemi, düşü düşleği o ırmaklardan taşarak geli yor. O kcntin alınlığında göç vardı, sürgün vardı, ben ve öteki vardı.. Birbuluşma kavşağındaydı çocukluk kentim. Kültürlerin buluşma yerindeydi. Varolan, varedilen birçok şey gibi; tüketilen, yokcdilenlerin de barınağıydı. Bazen hayatın içinden yazıya bakarsınız, bazen dc yazının içinden hayata. Kavrayış, algüayış süreci iç içe gelişir. Bu nu ayırmak zor. Yazar, yaşadığı coğrafyaya bakmak zorunda. Gördüklerini, hissettiklerini, tanıklıklannı anlatmak ise onun asal görevi. Gerçek'ten kaçılmaz, gerçek'e bakılır; anlamlandırılır. Yazarın/ sanatçının işlcvi bunu görüp yansıtabilmesidir. Camus'nün deyişiyle: "Sanatçı, her zaman bu iki anlamlılık içindedir. Bir yandan gerçeği inkâr edemez, öte yandan, gene de sonsuz bitmemişlik sürdükçe gerçeği tartışmak zorundadır." Yapmak istediğimiz biraz da bu. Sanırım ardından daha da oylumlu, yaratıcı CUMHURİYET KİTAP SAYI 496 çalışmalar gelecektir. Yeter ki biz o gerçek e bakalım, onu tartışmaktan çekinmeyelim. Soyu tükenen bir yazar türünün içindetıniz. Romancıların, öykücülerin ve $airlerin sayıst gitgide artarken cleştirmenler de ters oranlılı olarak azaltyor Bu bir ilüzyon mu, yoksa evrtmin ala\an bir evresi mi... Çağımız ele^lirmenlik kurumu nitelikli ve sınırlı bir nıcelıkte kurulmak zorunda mı kalacak bu gidt'ile? OylemiPSanmıyorum! Tükcnmek... Bu duyguya inanmıyorum. Solmaya yüz tutan bir gülün dalına bakın, toprağına dokunun ycni sürgünlerin izini, kımıldanışını göreceksinizdir. Yazı, yazmak eylemi de öyle. Hangi türde yazarsanız yazın. Yazı hayatın içindedir, oradan akıp geliyor. Yazıdan hayata dönülmez; bakılır, yorumlanır, anlamaya çalışılır ancak. Artış... Doğrudur. Tlayatın her alanında oldıığu gibi. Onceleri sokaktaki eczanclerin sayısıydı 'azgelişmişliğin'ya da 'geri kalmıslığın' göstergesi. Sonrafarı bankalar ofdu "gelişmişiik"c gösterge. Daha sonraları "fast food"lar türedi. Kiiltürsanat yaşamımızda hiçbir döncm böylesine endekslemelcre gidilmedi. Öteki'lerin çogalmasını cleştirinin kıırumsallaşamamasına baölayabiliriz. Tabii ki bu, nedenlerdcn yalnızca biri. Eleştiri bir ortamın üriinüdür. Cclişmesi, etkinliği bu ortama bağhdır. Bugün böyle bir ortanun var olduğunu söylemek güç. Yani edebiyat ortamının. Toplumdaki çözülme, yabancılaşma; hayatın hcr alanında tüketime özendirilen birey'in trajedisini de getiriyor bize. Yazar'ın/ sanatçı'nın bundan etkilenmemesi, pay almaması; hatta medyanın metasına dönüşmemesi mümkün değil. Beştirinln geDşmesl Edebiyattan uzaklaştırılan bir toplumda nicelıksel artışın pek bir anlamı yok, bence. Bugün insanlar edebiyata, yazıya ya da okumaya Bukovski'den, Âhmet Altan'dan, Ayşe Kulin'den, Murathan Mungan'dan başlıyorsa; Steinbeck'i, Faulkner'ı.Camus'ü, Çehov'u, Sabahattin Ali'yi, Sait Faik'i, Orhan Kemal'i, Yasar Kemal'i, Kemal Tahir'i okumayıp; Fakir Baykurt'u, Füruzan'ı, Nezihe Meriç'i, Leyla Erbil'i, Tomris Uyar'ı, Hulki Aktunç'u cs geçiyorsa; toplumda bir yerlerin niçin K.anadığını, çürüdüğünü görmek gerck. l^te eleştiri bu bağlamda kaçınılmaz biçimde gerekli. Var olan birikim yeterli mi? Değil! Eleştiri kısa vadedc beklentisi olmayan bir uğraş. Zahmetli de üstelik. Toplumun Birçok anlamda geliijmisliğinin de (tcrsinin de) göstergesidir eleştiri. Bu anlamda eleştiri nitelikli olmak zorunda, düzeysizliği kaldıramaz. Birikim, donanım olmadan başka şey yazılır; belirli kategorilerde de anılınır, hatta ödül bile alınabilinir; ama bunların ne olup olmadığı ancak iyi bir eleştiri kurumu/ortamıyla sergilenebilir. F^debiyatımızı bundan yoksun bırakan da yaşanan düzeysizliktir, bence! Bu da, eleştirinin nitelikli bir uğraşı olduğunu, özveri istediğini, sorumluluk bilinciyle yapılması gerektiğini gösterir. İyi bir sanat eğitiminden geçen bir toplum hem edebiyat ortamını, hem de kendi eleştiri kurumunu var edebilecektir. Bu açıdan, sizin kadar, umutsuz değilim. İMOT klMflp, ne yapar? Son günlerde iki resim (görüntü) çok sıkıştırıyor beni. llkindc (bu bir dergi kapağObir deniz kıytsında masanın başına geçtniş ve daktüosunda bir şeyler yazan yazarın baştna beş kisi adeta üşüşmüş. Işadamt, gezgin vs gibi görünümlere sahip bu kişilerin ortak eylemleri yazarın ne yaptığtnt incelemek Iktncı görüntüde ise yine bir masa başma oturmuş ki bu kişiyiözellikle biryazarolarak alguamak için kendimi zorluyorum ve televizyon izlerken ensesine kamera yerleştirilmis bir kişi var. Ellerini masanın üzerinde kavuşturmuş kisiden biraz ötede bir cep telefonu. Kendime çok sordum ve size de sormak istiyorum. 'Bu soruya sıkıstırılmış da olsa Yazar'ın bu tkt görsel yorumu sizi nerelere götürüyor? Bu bir yanılsamadır olsa olsa. Şaka bir yana. Bu kuşatma her an, her gün yaşanılan bir olgu. Yazar kimdir, ne yapar, işlevi nedir? Bugün bunlan pek kimscnin düşünüp ettiği yok, benee. Sartre'ın o ünlü denemesini bilirsiniz. Orada şunları söyler: "Yazar, konuşan kimse'dir: o gösterir, ortaya koyar, buyurur, yadsır, çağırır, yal Dil vupdunda aezinen denemeci AGNETA İGVAS ' uzeyden gelip, sık sık Anadolu'nun Doğu bölgelerine giderim. Bazen bir araştırma için yaparım bunu, bazen de buralı dostlarımla buluşup "doğu seyyahlığı" yaşamak adına olur. Bende iz bırakanlar ise, hepnedense bu ikinciler olmuştur. Uzunca bir süre o yaşadiklanmızın, gördüklerimizin etkisini taşırım içimde. tnsanlara, onların yaşadıklan yerlere, yaşattıklan ya da yitirdikleri kültürlere dönüp bakmanın; onlan bir 'iş' gibi görmenin ötesine geçerim bu gezilerimde. Zenginleşirim, arınırım adeta. O bende yaşayanların, yaşattıklarımın bir gün yazıya dönüşerek önüme gelmesi... Şaşırtıcı olmaktan öte, sevindirici, duygulandırıcı benün için. Feridun Andaç'ın Işık Ol, Günüme Ağ adlı deneme kitabını okumaya baslayınca, daha ilk saytalardaki sözleri ile bunu sezer oluyorum: "Yürüyorum. Yol ıssız değil. Yalnızlığımızı tlağıtan bir izin peşindcyim. Birlikteyiz. Sözlere tutunuyorum en çok. Kaçınılmaz olana, diyorsun sen. Ki, doğrudur. Beni kendine çeken de bunlar. Bizi sarsalayan yani. Bir Çocukhık ksntton K düş, bir giz gibi sarmalıyor beni her biri. Bunlann anlamını çözmeye çalışıyoruz birlikte" Önümde aydınlık, güneşli bir yol açılıyor. Andaç'ın denemelcrinden oluşan kitabın ortak bir özelliğidir gezginlik, onun deyimiyle "yurtsama", sürgünlük. Dencmelerindeki zenginliğin bu üç kavramla, tema ile açıklanamayacağını düşünerek, öncelikle nenim için ilginç gelen yanlarına ueğinmeK istiyorum. Bunun için de kitapta yer alan "Işık Ol, Günüme Ağ", "'Sürinlüğün Izinde", "Sözün cu Ayrılık", "'Yeryüzünün Bir Ucunda", "Bir Kentte Yasamak, Bir Kenti Yaşatmak", "Bir Kentin Solgun Yüzü" adlı denemelerdeki özellikler üzerinde duracağım kısaca. Andaç, yaşadığı topluma içinden bakıyor. Yazısını hayatla buluşturuyor. Kültür katmanlarına, dil, duygu, düşünce atmosferine yazıyı, yazan var eden coğraryadan bakıyor, evct. Bunlar içinde Farklı bir yol seçiyor kendine; adlandınyor da bunu: Deneme. Çeşitliliği, zenginliği olan; birçok şeyi bir arada söyleyebifme özelliğini taşıyan bir tür olan deneme için yeni ve yan anlamlarda getiriyor üstelik. Yaratıcı yazının bütün türlerinden bir kolaj yapıyor adeta. B Kitabın bölümleri de bunu çağrıştınyor zatcn: "Sözler", "Yüzler", "izler", "Izlekler", "Söylemler", "Kentler", "An'lar". Ayrıca resim, müzik onun denemelerinin pastoral görünümünde yer alır. Anuanı değil, yaşananı anlatır. Iz bırakanı, söz ile yazının buluştuğu yerdeki sıcaklığı getirir. Yazdma olmasa da, gezilme serüvenin bir bölümünc tanık olduğum "Bir Kentin Solgun Yüzü" çağdaş bir romans. Bir yazarın, Andaç'ın deyişiyle; "dilyurdu"na dönüşünün izlerinde yürüyüşü... Hayatın aşkın gerçeğinebakışı... Kentin kimliğini gösterişi, bir yazarın duygu / düşünce dünyasını kapsayanlann, biçimlendirmelerin izlerini anlatışı... Yer yer masalcı, yer yer bir Doğu hikâyecisi gibidir. "Gibi""si fazla, yersiz bence. O bir Doğu hikâyecisidir. Hikâye anlatmayı seviyor Andaç. işte anlatımcılığıyla her denemesinde birçok hikâye yer alır. insanlığin ortak değerleri, günlüt yaşam kültüründen kesitler, insan ilişkilerinin var olduğu sıcak ortamlar hikâyesini kurduğu gerçeklerin içindedir. Anadolu'nun renklerini, seslerini biriktirerek getiriyor. Öyküleyici, şürsel, akıcı, bir dili var Andaç'ın. Gezgin ruhun sokaklarında dolaşırsınız onunla. Yazanmız, insana bakışını temellendirdiği coğrafyayı iyi tanıyor. Sözel, değerlerin varolduğu, halen de yaşandığı dil yurduna dönüyor yazı bellei • I Andaç, bir üst dille alt dilin kaynaklanna iniyor. Kat manlıdır Andaç'ın denemelerinin dili. Anfatımı da öyle. Sürgünlüğü, dostluğu, savaşın yansuarını, savrulmayı, gezginliği, yurtsuzluğu, hasreti, aşkı, sevgiyi, paylaşmayı, hüznü, sevinci nep o anlatım çeşitliliğinde yansıtır. Bireysel duygulanım anlanndan yola çikar, toplumunu kuşatan gerçeklere yönelir. Gerçeğin görünmeyen yanlannı gösterir adeta.. Aynalara suret çizen halk ressamları gibi sır döker. Bir simyacının sabn, sezgisi ile sözünü kurar. Andaç'ın sözün, yazının yurduna yolculuğu bir yazann, yaratıcının beslenen duyarlığını, oluşan dilini göstermesi açısından önemlidir. Denemelerin bu yanlan ise yaratıcılık sorunsalının açılımlannı sunmaktadır. Andaç'ın yoğun anlatımı, çok yönlü bakışı, denemelerindeki tcmatik zenginlik vc içten söyleyişi her bir yazısını bir öykü, bir roman gibi okutuyor. Hem de dönerek, düşünerek, içlenerek kaulıvorsunuz onun dil yurdundaki gezginliğine. • * TürkologAraştırmacı SAYFA 5