Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kapak konusunun devamı. Söz vedilyurdum böylesi bir kentin gerçeğiyle çocukluk evrenimde yer etmişti. Söz ve yazı belirlerdi bu kentin belleğini. Yaşadıklarımıza.tanıklıklarımıza bunların mührü vurulurdu adeta. Sözle güne başlanır; söz'lc akşam karşılanır; geceye söz'ün ve yazı'mn büyüsüyle girilirdi. Ya evlerde, ya kahvelerde, ya da ortak eğlenti ycrlcrinde, iş mekanlarında masallar anlatılır, hikâyeler okunur, fıkralar söze dökülür, oyunlar oynanıp türküler söylenirdi. "Dadaş" sözcüğünün anlatnı ve içi boşaltılmamıştı henüz. Yaşadıklarımızda, tanıklıklarımızda; dostlugun, bağlılığın, dürüstlüğün, iyilikseverliğin, sevginin, mertliğin adının bu olduöunu öğrenecektik. Ve söz her dem gelip bizi buluvordu. Söz'ün yurduydu kentimiz. Ezgilere dil veren o sözler ki.hiç silinmedi belleğimden: Bu dağlar dcmirdendir, Geçen gün ömürdendin, Feleğin bir guşi var, Pençesi demirdendir. Yazı'ya geçış, yöneliş nastloldu? Söz'ün kuşatmasında geçen çocuklujun yazı'yla buluşması... Öncc dinlenicn masallan/hikâyeleri anlatan kitapların keşfiyle başladı diyebilirim. Cenk kitapları, taşbasması halk hikâyeleri. Sonra Kutsal Kitaplar... Tek engelim; okumayazmaya henüz başlamamış olmanv dı. Kitaplardaki resimleri çizmeye başlayınca, bunlarla yetinmeyip, yazıları da kâgıda yazdığımı anımsıyorum. O şekillerin anlamını çözme derdim, yazı'yı öğrenmenin sonra da okumanın yolunu açtı. Evimizde Emrah'tan deyişler, Yunus'tan ilahiler okunur; masallar, halk hikâyeleri anlatılırdı. Halam cşşiz bir masal anlatıcısıydı; babam da öyle, aynı zaman da iyi bir meddah hikâyeleri anlatıcısıydı. «•" Feridun Andac tartışır dururduk. Resim/hcykel, rotoğraf, baskı, oymacılık, matematik, edebiyat, bilim, müzik, tiyatro, spor... Bu evrenimizde yer ederdi. Kentin o meşhur bir aylık yazında gezilere çıkardık. Resim çizer, fotoğraf çeker doğayı keşfederdik. Kış günleri kömür sobasının çevresinde dönenip Gogol'den, Van Gogh'dan, Bedri Rahmi'den, Goya'dan, Steinbeck'ten, Galileo'dan, Cervantes'ten konuşurduk. Sonra çizdiğimiz resimler, okuduğumuz kitaplardan söz ederjçektiğimiz fotoğraflara bakardık. Arka planda mutlaka müzik vardı: Ya Ruhi Su nun sazının/sesinin tınısı gelir, ya Mozart'tan, ya da Beethoven'den bir plak yanı başımızda bize eşlik ederdi. lşte böylesi bir ortamda yazı yla, sanat'la asıl yüzleşmem/yetişmem basladı diyebilirim. lenıyor Bu da uzi ba\ka türlere, örneğin 'öykü'ye yakınlaşttnyor Bunu adlandırmak? Ille de "öykü", "anı" ya da başka bir şey dememi beklemiyorsunuzdur, umarım. Bence, bunlar denemedir. Bu türiin sınırlarını genişleten, söylemini zenginleştiren bir çaba orncği de diyebiliriz bunlara. Dcneme, çağın tanıklığını içeren bir tür. Bugünün deneme yazarı bu bakış açısından yola çıkarak kotarıyor yazısım. lster istemez de kendi biçemini de kurmak zorunda. Montaigne'den Uğur Kökden'e uzanan çizgiye göz atınca bunu daha iyi görcbiliriz. Hayatı karşılayan sözleri, duyguları en çok deneme Ue adlandırabüip, tanımlayıp yansıtabiliyoruz, bence. Bu anlamda denemeyi insanın kendisini ve hayatı en iyi ifade edebileceği bir yazı uğraşı olarak görüyorum. Sözün ve yazının yurdunda bir yazar f Okunaıdsrla hssapl8şnia Bu ızleri, etkileri, yönelimlen yent kıtabınızda yoğunca aıle getıriyorsunuz. Burada sunu surmak istiyorum: Eleşttrıye yüneîmcniz tıasıl oldu? Yazarken, dahası yazıya yönelirken tür ayrımı pek yapılmaz. Süreç içinde kendinizi tanıma, itade cdebilme ve birikiminizi ortaya çıkarma eyleminiz seçiminızi belirliyor, bence. Ökumayazma yordamı birbiri sarmalında var olan, giderek de biri diğerini açan/geliştiren/etkileyen bir uğraşı. Insan önce okuduklarıyla hesaplaşıyor. Bu aşamada kendisi için yazıyor. Ilk gençlik notlarım, defterlerim nep bunlarla doludur. Bir de edebiyat içtenlik, dürüstlük gerektiriyor. Önce kendine, okura; topluma, çağına karşı sorumluluk duygusunu taşımadan yazmanın bence pek bir anlamı yok. Sanırım, biraz da, yetişme koşullarım gereği; sorumluluk duygumla birlikte öğrenmeye, öğrendiklerimi paylaşmaya yönelik bir yanımın olması. Bu bakım dan eleştiri/inceleme benim için hep bir okul olmuştur, öyle de devam edecektir, sanırım. Bu denemelennizde batfan sorta (birkaçtnt saymazsak) duygu yoğunluğu göz Öykü ve poman Duygu yoğunluğuna gelince, bunun özündc varolandır. Bir de sizin yazı belleöinizin/yazı bilincinızin oluşup geldiği bir iklim var. Siz bunun üzerine yeni şeyler ekleyip, kurup, zenginleştirseniz de o özsel oluşumu bir yana bırakamıyorsunuz. Yazarken/bir simyacı gibi, o doku kendince gelip ağar anlattıklarınıza, biçeminize. Benim anlatıcılığımda ait olma duygusu, bu tür bir yerdeşlik, hatta mckân duygusu ağır basar. Bölge ve yerellik olarak da algılanmamalı bu. Gezip gördüğüm ya da bir süre yaşamak durumunda olduğum bir yer/mekân bende hemcnce bu duyguyu oluşturabilir. Ornegin Selanik'te bir süre yaşarken; kendimi, geçmişimle/yaşadıklarırnla/bir anda oraya ait hissettim. Ve bu hissettiklerimi yazarken de hem bunun boyudarını, hem de neyin/nereye kadar aitlik taşıdığını görebiıiyordum. Uzamsal olarak dün, bugün vardı. Yarın ise, işte o buluşma noktalarının ışıltısı üzerine kuruluyordu. îşte bu aşamada yazıda bir başka kanala giriyordunuz. Onun adı clbetteki deneme dcğildi; öykü ve romandı. Iştk Ol Günüme Ag\ Fertdun Andaç bibltyografyaunda birçok yazarltk kesitini birden içeren bir kıtap sözlerden yü'zlere geçılır ve tzler, ızlekler, söylemlcr ve an'lartn oluşturduğu Türdeş bir coSrafyamnyükünü taştnırken bırdenbire kentler dlkıliyor karşımıza? Böylesi bir kesitleme yazan, hele hele yaşama biçimi yazı üzerine kurulan birisi için kaçınılmaz. Biraz öncede imlemeye çalıştım. Bu, bir nevi türler arası bir yolculuk. Okurken de bunu yapmaz mıyız? Hepsi birbirinin ivdiricisi, açımlayıcısıdır üstelik. Tüm bu bileşenlerin, ayrışanların debisinde, yeryüzü cofirafyasında kendi rengi, sesi, soluğu olabilmenin bir mekânı vardir. Yani, kentler. îmgelemimizin kaynağı. Yazının vurdu. Biüncimizin, belleğimizin ait olduğu yer. Yazının yerdeşligini, yazann kimliğini bununla açıklayabiliriz, sanırım. Ait olma duygusu da bu kanaldan geçmez mi? Oyleyse kentlerin yaşantımızdaki yeri kaçınılmaz. Yaşanılan yerin, terk edilenin, özlemi çekılenin izlerini taşırız hepimiz. Içimizdeki sıla hep bununla örselenmez mi? Aşklarımız, tutkularımız, alışkanlıklarımız hep bunlarla tanımlana, biçimlenegelir. Balzac, biraz Paris'tir; Dostoyevski, Petersburg; Çehov, Taganrog; Kavafis, Iskenderiye; Kafka, Prag'dır. Bir de kentler arası gezginler vardır: Lawrence Durrell, John Berger, Demir Özlü, Nedim Gürsel... gibi. Mekân duygusu yazarın/yazının vazgeçilmez kaynağıdır. Yazı'yla oraya dönmeyiz aslında, oradan yazı'ya varırız. Bu anlamda kent, kentler her dem yazının alınlığında yer alır. Sözler, yü'zler, izler, izlekler, iöylemler ve an 'lar'a açılan yedı kapt ya da yedt yol acaba bıltşmek, anlamak ve anlatmak üçgenine de açıltyor rnu ? Simurg oyküsünü bilirsiniz. Ben, bunu, çocukîujjmmda (daha Feridettini AtOkumaya yönellş günlerl tar'ın Mantık alTayr"! elime geçmemişResim/müzik söz'ün/yazı'nın yanı baken), bir aşıklar kahvesinde dinlemişrim. şındaydı. Ama o günler, 67 yaşlarında Karıncaların dünyasından.kuşların diliokumaya yöneliş günlerinde farklı bir ni çözmeye yöneldiğim bir an'dı. Müthiş dünyaya adım attığını keşfetmiştim. Bimeraklanmıştım! Bu masal/hikâye bana raz aceleciydün galiba! Söyledikçe sesi hayatın gizlerini anlatıyordu sanki. Bir açılan, bir türlü sahncden inmek bilmeömür boyu arayış. Kazı ve kazıcı gibi. yen acemi türkücü gibi hissediyordum Yazının ve hayatın gizlerine döndürükendimi. O hızla her şeyi okuyordum: yordu beni bu serüven. Sonra Binbir Kemalettin Tuğcu'dan Jules Verne'e, Gece Masallan'ndan Don Kişot' a uzaEsat Mahmut Karakurt'tan Kerime Nanan ilk okuma serüvenim. Bana "bilmek, dir'e, Aptullah Ziya Kozanoğlu'dan anlamak ve anlatmak"tı. Anahtarını veOğuz Özdeş'e uzanan bir okuma oburrecekti sanki. Hep bu düş iziyle yürüluğu. Öte yandan da resimli ve çizdüm, havatı her yanıyla kavrayıgi romanlar: şa bu bakışımla ermeye çalıştım. Teksas, Tommiks, Kinova, Red Ki, bu sonsuzdu. Siz yolcuyduKit, Tex, Kaptan Swing... nuz. Uğraklarınız belliydi belki, yönünüz de. Ama ulaşmak Mahallemizin en güzel kızına ıstediğiniz ülkc belki de hiçbir (Handan Abla'ya) âşık, üniversitczaman ulaşmak istemedifiiniz de okuyan Yıldırım Ağabey'in bir yerdi. Yazı/yazmak böyle bir (Derya) gelip gitme an'ları oturup scrüvendir, bence. Varılan yerresim çizmeleri, yanında getirdiği dense/yol alma scrüveni daha kitaplar, bizimle konuşmalaçekici geliyor bana. rı,"gerçek edcbiyat"ın varhğını kcşrettirmişti bana. Binbir Gece ilginçtir ki, çocukluğumun Masallan'nın ardından Don Kikentinin de (eski kent'in) yedi şot'u o coşkuyla okumuş; Al Mikapısı vardı. Zamanla bunukeşdilli, Sardalye Sokağı, înci, Yukafedince; adlandırmaların öykürı Mahallc, Kodin, Minka Abla, sünü, her öykünün, sizin imleBaragan'ın Dikenleri... ilc bu endiğiniz "bilişmek, anlamak ve ginliktc yolculuğa çıkmıştım artık. anlatmak"ı da içerdigini görüyordum. Burada şunu anlatmak Ortaokula başladığımızda (bııısterim sizc: Kentin merkezinrada çoğııl söyfemcK istiyorum) de, hemen Kale'nin ucunda bübizi güzel bir insan karşılamıştı: yük bir Saat Kulesi vardır lirzuResim öğretmenimiz Ressam Furum'da. Çocukluğumuzda o yoat tödebeli. Sezgilerle.el yordareoyunyerlerimizdendi. Saatin mıyla bulmaları bir y.ına bıraktıranasıl çafıştığını, o oval Kule'ye rak; bize sanat egilinıi vermeyı* nasıl çıkıidığınımcrak ederdik başlaınıştı. Uç yıllık bir öğrenim hep. (3ylc ki bu düslerimize bi süreci, bir ömrü kuşatabilecck ka le girmişti. Bir giın, kapısını zorpıları açan biı okul olmuştu bizlcr lamadan açtık; o oval duvar ara için. Işte sanata yoneliş burada lıklanndan sızan ışık huzmcleribaşladı asıl. Resim vc edebiyat aynin büyulü görünümüyle, yürerılmaz bir bütündu benim için. gimiz ağzımızda, Kule'nın tepeYeryüzünün mcrkezi diye adlan dırdığımız İş Salonu'muzda her işi "Yazar, yaşadığı coğrafyaya bakmak zorunda. Cörduklerlni, hissettlklerini. tanıklıkiannı anlatmak İse onun asal gö sine doğru merdivcnleri adımlırevi. uğraş edinir/her sözü konuşur, dlyorcerçektenkaçılmaz,gercekebakılır;anlamlandırıiır Yazann/sanatcınınIşlevibunugörupvansıtabllmesldlr" yorduk. Tepeye ulaştığımızda • Feridun Andac. SAYFA 4 CUMHURİYET KİTAP SAYI 496 Bllmek, anlamak ve anlatmak