Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
mı sizce? Bir gün istanbul'dan başlayıı luyla Nepal'e uzanan biryolculuk yaptım. Bu yolculuğun bcnim üstümde garip bir etkisi oldıı. Özellikle çölün. Çöl sanki unuttuğum yüzlerce, binlerce anıyıgörüntüleyip, önüme koydu. Gcnc bir fflm çeker gibi, bu yolculuğun öyküsüyle birlikte, o günlcrde kcndi iç dünyamda yaptığım yolculuğun öyküsünü iç içe geçirip yazmayı denedim. Yazarkcn kcvif aldığırn işlerden biri oldıı bu. Su gibi akıp gitti. Bir yerlere gitmek, başka ülkclerde, başka topraklarüa dolaşmak insanı sınırlann vc zamanın dışına çıktığı için mutlu eder. Artık kendinizin olan bir zamanda gezinmcyc başlarsınız. Tıpkı karanlık bir salona girip rilm izlemeye başlar gibi. Yol sizi kendi zamanına çeker. Bu nedenle plansız programsız bir yerlcrc gitmek müthiş bir özgürlük duygusu verir. Bu benim başıma dana çok Doğu ülkclcrinc gidcrken geliyor. Avrupa fazlasıyla tanıdık, orada sınırın ötesine geçemiyorsunuz. Zaman yokolmuyor. Bakın bir yerlere gitmek üstiine konuşmak bile beni heyecanlandırıyor. Yakında Fas'a gidiyorum ve çok heyecanlıyım. Çünkü gerçek bir çölde. Ourazatate'de bir süre kalmayı planlıyorum. Kimbilir neler gelecek aklıma ve ben neler yazacağım. Derdım Yetcr Sakin Ol'dan sonra (1987) uzun bir aradan mnra Genış Mavı Bir Gök (1997) yayımlandt. Düneme tamklık, ölüm izleği ve actyla özdeşleşen yaşamlardan kesitler agırlıklı olarak bu öyhülerinizde yer edıyor. Önce bu tanıklık üzertnde duralım. Sizce, öykü yaşama tanıklık mıdır salt? Sinema ağır bastığı için uzun bir süre edebiyata ihanet ettim. Şimdilerde ikisini atbaşı götürmeye çalışıyorum. Iki hikâye kitabım arasında çok zaman var. Ve ben bu zaman parçası içinde çok şey yaşadım, tanık olduğum bir yığın olay oldu ve garip bir biçimdc Geniş, Mavi Bir Gök adlı kitabımdaki öykülerde bir ölüm izleği ortaya çıkü. Enıin Karaca da bunun üzerinde durdu, hatta "Işıl Özgentürk'te intihar izleği" adlı bir yazı yazdı. Bu yazı üzerine düşündüm. Gerçckten intihar duygusunu sürekli hissctüren öyküler yazmışım. Bclli ki, çok acı çekmişim vc farkında olnıadan ölümü yanıma çağırmışım. Kitapta gcrçekten damardan denir ya, öyle hikâyeler var. Kendi yaşamımdan çok açık bölümlcr var. Kısaca tümüyle bana ait bir kitap. Benim bir yanıma ait. Sorunuza gelincc öykü clbette yaşama tanıklık eder, başka ne olabilir ki. Öyküyü, kendınızı tfadc etme biçimi ularak nilelendiriyorsunuz? lanıklık düşü/ıcesı buradan mı kaynaklamyor? Benim işim bu. Kendimi yazarak, çizerek ifadeediyorum. Kendimi ifadeederek yanıma yandaş, sırdaş arıyorum. Sıısarsam kimseler ne düşünuüğümü bilmcyecek. Neler hissettiklcrimi bilmeyecek. Tanıklık işimin bir parçası. Ben Ay'da yaşamıyorum. Yıne öykülertnizdeki kadın izlepne dönmck istiyorum. Bir söyleşinizdc iöyte di yorsunuz: "Kadınları anlattıpmda daha kartna^ık vc ilginç şeylcr yakalamak müm kün " Oysa, yaşama aönük bakısınız vegözlcmlcrinizdc daha karmayk İlginç olanla rı yazılarınıza (röportajlartntza) konu ediyars urnız. Öykülcrinizde önccliklcrinizi kıyaüarken yıne de farklt bir boyut çıkıyor karsımıza. Bireyin karma^ık dünyasına içten bakış. Öykü bu anlamda başka ndcr içermeli, iizce? Sanırım röportailarımda, gazete yazılarımda yazdıklarımla, lıikâyelerim arasın da çok ince bir sınır var. Ben röportajlarımı da, gazete yazılanmı da lıep bir hikâye gibi kurgularım. Olayın bana değen noktasını alır, gerisini beslerim. Bu da o röpor tajları, yazıları ilginç daha dogrusu farklı kılar. Hikâyeye gelince orada ister istemez ben biraz daha razla işin içine girerim. Benimlc birlikte pek çok duygu pek çok kansıklıkda işın içinegirer. ITiçbırzaman bir hikâye neler içermeli diye dü^ünmedim, ya CUMHURİYET KİTAP SAYI 487 Renmni hikâveden alan PÖDortailar NECATİ GUNGÖR ana sorarsanız, röportaj, bizde geleneği olan bir yazı türü. Evliya Çelebi gibi çok güçlü, çok parlak bir örncğe uzanır bu geleneğin kökleri. Gazetenin, derginin olmadığı bir çağda, at sırtında, nice dağlar taşlar aşarak dünyayı dolaşmış ve gezip gördüğü yerlerden topladıgı bilgileri, edindiği izfenimleri, kendisinc anlatılan öyküleri; masalsı, mizahi, abartıh bir çerçevede zaptetmiştir üstat Çclebi. Birçok yönden dönemiyle il gili tek başvuru kaynağı olan Evliya Çelcbi'nin yaptığı iş, çağdaş anlamıyla röportaj yazarıığından başka bir şey değildir. Bugün iletişim fakültelerinde Evliya Çelebi ders konusu olarak gündemde değilse, o okullarda ders veren hocaların, mesleğe gelenek açısından bakmayı bilmediklcrini gösterir sanırım. Matbaanın Türkiye've getirilişinden sonra kalem erbabı kişilerin bu alanda at oynattıkları bilinir. Mehmet Tevfik, Sadri Sema, Ahmet Şcrif, Ahmet Rasim, röportajlarıyla dönemlerindc ilgi çeken bellibaşlı isimlerdir. Ele aldıkları konular, günümüz Türkçesinde dc ilgi ve keyille okunuyor olması, dikkate değer bir nokta... Röportaj, Cumhuriyet dönemi boyunca da gazetelerin vazgeçilmez yazı türlerinden biri oldu. Falih Rıfkı, Ahmet Emin, Hikmet Feridun, Yaşar Kemal, Fikret Otyam, Sait Faik, ilk akla gclen adlar... B yor. (Kimileyin Selim Deri imzasını taşıyan ve üslup sahibi bir kalemden çıktığı hemen belli olan röportajlara rastlasak da, bunlar süreklilik arz etmiyor yazık ki.) ütesi yok... Yanılıyor muyum acaba? Böyle birileri var da, bcnim haberim mi yok? Bilen söylesin. Işıl Ozgentürk çok yönlü bir yazar: Yandmıyorsam, kökeni Sokak Tiyatrosu'na uzanıyor. Sinemacılık, hikâye yazarhğı, oyun yazarlığı, radyo programcılığı, Ozgentürk'ün başanyla üstesinden geldiği alanlar... Aynı başarıyı röportaj yazarlığında da gösterdiğini söylemek hiç de yanlış olmaz. Bunun kanıtı da " Alevin ve Acının tçinden" adlı kitabı. Röportaj yazarlığinda başarının sırn nc? Bu konuda başarının sırrı iki sözcükte gizlidir dersem, yanlış olur mu bilmiyorum: Onlar da §u: Sevgi vc tutku! Ne diyor Özgentürk? "Insanlarla birlikte olmayı hep sevdim. Birlikte gülmcyi, söylemeyi de. Canırn sıkılınca sokaklara vurdum kendimi, sokaklarda her zaman bana gülümseyen bir yüz, sırlarını paylaşacak bir yürek bııldum." Sokaklaruaki insan yüzlerini sevmek, evet! Sorunların üstiine yürümcyi sevmek. Ait olduğun coğrafyayı sevmek, kültiirleri sevmek... Sonra, nangi taşın altında nasıl bir sorun yattığını öğrenme tutkusu; öğrendiklerini, toplumla paylasma tutkusu... vs. Işıl Ozgentürk sevgisini ve tutkusunu, kitabında topladıgı röportajlanyla gösteriyor bize. O, anlattığı tiplcri tepeden tırnağa seven biri. Yaşlısı, genci, kadını, erkeği, kentlisi, köylüsü, gccekondulusu, gurbetçisi, sokak çocuğu, uyumsuzu, kadercisi, mahkumu, üniversitelisi, okuma Sevgivetutku nedir bilmeyeniyle herkcsi insan gözüyle görüyor, gönül dolusunca seviyor vc nayat maceralarını öylc dinliyor. Belki şöyle demek de mümkün: Işıl Ozgentürk scvmcdiğini yazmıyor... Yeryüzünde bir şeyi, bir kimseyi yazacaksa, onu mutlaka sevmesi gerekiyor. Nedeni de belki şu: Röportaj, kurgu gücüyle ya da yazar muhayyilesiylc yaratılan bir yazı türü değil. Somut bir olay ya da olgudan yola çıkmak gerekiyor. Yer, zaman, kişi somutluğu, söz konusu... Bunlara ulaşmak için, Evliya Çelebi gibi at sırtında, eşkıyanın hüküm sürdüğü yollarda dcğilsc bile güçlüklere katlanmak ırak yolları yakın etmek, rahatından, konfonından vazgcçmck; dahası sağlığını, hayatını ortaya koymak durıımundastnız çoğu kez. Dcsclcr ki, konu Kafdağı'nın ardında, yazma tutkusuyla alır başınızı gidersiniz! (Şöyle söylcnebilir: Savaşı sevmeyiz ama, savaşla ilgili röportajlar yaparız. Ama burada seviıen, savaşın kendisi değil; ateş, kan, gözyaşı değil; ölmeyi, acı çckmeyi hak etmeyen savaş kurbanlarıdır.) Kcstirmeden söylersek, Işıl Ozgentürk yazdıklarına, duyarlı yüreğini koyuyor. Vürcği anlattığı insanlarla birlikte çarpıyor. Yazar, anlattığı insanlarla özdcşlcşi•orjonların derdiyle yanıyor. Bunuyapar :en sırtını hep hikâye yazarlığına dayıyor Röportajlannın duygu derinliği hikâyeden besleniyor. Yer yer hikâye ile röportaj, birbirlerinden ses alıyorlar. Iki tiir arasındaki fark, altını çizdiğimiz yer, zaman, kişi somutluğundan ibaret kalıyor, o kadar... O, hikâyeci gözüyle baktığında, bütünü oluşturan en gerekli aynntıları, karanlıkta bile tanıyor! Dilc egemen oluşu ve sözcük zenginüği, attığı taşı istediği kuşa vurabilme Decerisini artınyor ayrıca. Sözcükler, ışıltılı suların dibindeki göz alıcı taşlar gibi adeta gülümsüyor okurun yüzüne. Tümceler, melodik bir uyumla ekleniyorbirbirine... Sonuçta, şiirselliğin yatağında akan bir suya cıönüşüyor anlatılan lar. Bu özellikler, "muhabir" ile "edip" arasındaki kalın çizginin açıklanması anlamını da taşıyor. IşılOzgentürk'ün "Alevin ve Acının Içinden" auıyla kitaplasan röportajlarını okurken aldığınız cclebi tadın açıklanması anlamını da taşıyor... Düzen li geliri olsun diye bir dönem gazetelerc röportajlar yazan Sait Faik'in yazdıkları da aynı tadı içermezler mi? Orhan Kemal'in, Yaşar Kemal'in, Tarık Dursun K.'nın o güzelin güzeli röportajları da gücünü hep edebiyattan almaz mı? Işıl Ozgentürk'ün röportajlarını okurken, hem keyif duydum, hem de yazarları bu işten soğutanlar yüzündcn hayıflandım!" kitap okudum. Sadece yaşadım. Bundan da pişman değilim. Şimdi daha sıkı çalışmayı seviyorum. Hem söyleyecek sözlerim çoğaldı hem de önünde artık çok uzun bir zaman yok. Falcının biri bana "sen emckli olmayacaksın, çalışırken öleceksin," demişti. Dilerim bu (al tutar. Kuşağıma gelincc her ne kadar devrim yapamadık ama gene de iktidarda sayılırız. Gazctelere, bankalara, rcklam ajanslarına bir uğrayın ya da penceresinde sardunya çiçc;i bulunan herhangi bir evin kapısını çaın, mutlaka bir 68'li bulursunuz. Bugiirılerdc neleryazıp, ediyorsunuz? Uzun metraj çckilecck bir filmin scnaryosu üzerinde çalışıyorunı. Bu arada galı ba Avluda oyunumu bir dc Istanbul'da sahneye koymam gerekecek. Ayrıca ben de iz bırakan her kent için bir öykü yazmaya başladım. Şimdilik l'oça vc tsfanan bitti, kitabı on öykü olarak tasarlıyorum. Bir de haftada iki gün Cumhuriyet'tc öyküler anlatıvorum ve böylc uzun söyle Hkâyed gözüyto Röportaj yazarlığı, sıradan muhabirlerin üstesinden gelebildiği bir iş değildir.. lyi kötü kalem erbabı olmayı gerektircn bir sanattır. Eline kalem alan kışinin bir yoğurt yiyiş özelliği olması gerekir. Başka dcyişle, bir üslup sahibi olmalıdır röportaj yazarı. Bu bakımdan yazılı basın, uzunca zaman edebiyatçılardan yararlanmıştır. Ama edebiyat dünyasında ncdense röportaj yazarlığı hep küçümsenegelmiştir. Derinliksiz hikâye ve romanların yazarları, "röportajcı" eleştirisi almışlardır ki; edebiyatın ölçüderiyle bakarsak, haklılık içeren bir eleştiridir bu. Ama konumuz o tfeğil tabii. Söylemek istediğim, yazdı basınla edebiyatçı arasında bir soğukluk yaşanıyor olması. Ne zamandan beri soğukluk yasanıyor? Gazete yönctenlcrin, edebiyat adamlarına karşı bir kompleks içinc aüştükleri gündcn beri... tstc bu soğukluk nedeniyle elini eteğini basından çekti edebiyat adamları. Sonuçta gazete yazıları kuru, ruhsuz, duygu titreşimi olmayan, insani boyutu "nakış", rengini hikâyeden almayan "mülakat 'lardan ibaret kaldı. Şimdileyin, Işıl Ozgentürk ve Refik Durbaş dışında röportaj yazarlığına gönül indiren ikinci yazar adına rastlanmıda bir oyun, bir film. Bana değen bir duygu vardır ve o beni yönetir. Sürprizlcrle cİolu olduğu için de ben o duygunun peşinden giderim. Bakalım derim nerclcrc varacağız. Tabii bütün bunlar kendiliğinden olur. Daha doğrusu işimiz buysa beyninizin çahşma biçimi dc buna adapte olmuştur. Masa başına geçtiğinizdc tıpkı bir bilgisayarın düğmesine basar gibi sizde iz bırakan olayları, o andaki acıyı ya da sevinci yardıma çağırıısınız. Ve her şey birdenbire olup biter. I liçbir şey düsünmeden serseri bir kamcıa gibi o sokak senin bu sokak bcnim dolaşmayı sevcrim. Ve birden bir sokağnı başında, kalabahk caddcck' el arabasında taşıdığı fenerleri ışıl ışıl yakmış, çok yaşlı, çok yorgun bir adam göziimc çarpar vc işte o an bir hikâye anı olur benim için. Bir yazıdan, bir hikâyeden, bir filmden hiçbir zaman çok şey beklcmem. Isterim ki, yazdıklarım birilcrinc dcğsin ve bir an başını kaldırıp gökyüzüne baksın. Bu anlamda şanslı bir insan olduğu Röport«| yazarfeğı isıl Ozgentürk kızı lle birlikte... mu söylemeliyim. Daha geçenlerde bir arkadaşım bcnim anlattığım bir hikâyenin kendisine yeni bir resim yapma isteği vcrdiğini söyledi. O hikâyede birdenbire karşıma çıkan fenerli adamı anlatmıştım. O rcnerli adamı "sen uydurdun" dedi bana, güldüm hayır ben uydurmamıştım. Evet, iştc böyledir hayat sanatın yarattığı her şeyi aşar gider. ' Ku^ahnıza dünelım Umutlanyla, sevınçlerıyle, acılanyla gclınen yere bakar ken; yazı, %anal adına nelcri kotarahıldınız, neler 'yartm' kaldı? Acı, can yakıcı bir soru. Kim kendi adına kotardığı şeylerin yeterli olduğundan i,öi edebilir? Ben de bilmiyorum. Çok umutlu, çok iyimserolan benden geıiye ne kalacak bilemiyorum ama yaşadığım hayattan hoşnutum. Kendi seçimlerimden hoşnutum. Belki zengin olmadım ama hayatım boyunca hep ibtediğim işleri yap tını. Zamanı kendi istediğim biçimdc kullandım. Bir dönem her şeyi anlamsız bularak, ne yazdım ne film işimlc uğraştım ne f şüer. • SAYFA 7