Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
0 KURL h R A Hasan Ali Toptaş 1958 yılında doğdu. llk Öykülerini çeşitli dergilerde yayımladı. Bu öykülerinden oluşturduğu ilk kitabt 'Bir Gülüşün Kimliği' adını ve 1987 tarihini taşıyor. Sonra Yoklar Fısthst've'ölü Zaman Gezginlerı'ni yayımladı. Bir de siir kitabı var: Yalmzhklar. 1992'de 'Sonsuzluğa Nokta' ile romana atladt. 1994'te 'Gölgesizlcr' dosyası ile Yunus Nadi Roman ödülü'nü aldı. 'Kayıp Hayaller Kitabı' 1995'tc yayımlandı. Sonra sesi soluğu çıkmadı Hasan Ali Toptas'ın. YoSun bir çaltşma içinde olauğunu ve yine bir roman üzerinde çalıştığını sık sık duyuyorduk. Beklenen roman 'Bin Hüzünlü Haz' 1998 yılı sonlarında okur önüne çtktt. Aradan geçen bes aylık süreye karşın neredeyse üzerinde hiç durulmadı bu romantn. Oysa eleştirimizin büyük ustası Fethi Naci Toptas'ın bir romanı için şu değerlendirmeyi yapmıştı: "Hasan Ali Toptas, temiz bir Türkçeyle yazıyor; cümle içinde sözcüklerin yerleriyle ustaca oynayabiliyor, devrik cümleyi yerli yerinde kullanıyor; 'roman dili' üzerinde düşündüğü belli; daha şimdiden birçok ünlü romanctrmzdan çok daha iyi kullanıyor dili. Bir salonu betimlemesi, o evin kadınıntn zevksizliğjni anlatmaya yetiyor. Ünutulmaz betimlemeleri var: 'Gökyüzünü büsbütün mavıleştiren bir uçurum' gibi. însanlartn ruhsal durumlannı, de&isimlerini ustaca verebiliyor. Ya küfürle ya övgüyle yaklaşuan 'devrimci gençler'i anlatırken oldukça nesnel davranabiliyor." Hasan Ali Toptas'ı yeniden ve yeniden kesfedebilmeniz dileğiyle. 'Bol kitaplı günlerl... . A \"İ*\ FETHİ NACİ Dernilerin netirdiâi T 7 itaplık dergisinin Bahar 1999 sayi1^ sında Tahsin Yücel'in "Komşular" JL \ adlı bir hikâyesi var; 16 sayfalık (büyük boy) hikâyeyi okurken, yılların alışkanlığıyla, sevdifiim, ilginç bulduğum, usta işi cümlelerin altını çiziyordum. Itikâycyi bitirip baştan sona yeniden bir gözden geçirince şaşınverdim: 16 sayfanın bütün satırlarının altını çizmişim! Tahsin Yücel, güzel şiirlerin dcgistirilemez, sözcüğü ycrinden oynatılamaz biçimlerine benzer bir biçim yaratmış. Hikâyc şöylc başlıyor: "Albay Atmaca, geçen yıl, temmuz ortalarında, ilk kez geldiği bir kıyı köyünde, küçük bir lokantada balıöını yiyip ikiduble raktstnı içtikten sonra, daha o sabah kiraladığı çatı katına döndü, merdivenlerden ağır ağır odasına çıktı, o anda, ne dergi, ne kitap, ne radyo, ne telcvizyon, hiçbir şey kendisini çekmedig'inden, birazbaîkonda oturmak ve her gece yaptığı gibi, bir tek rakı esliğinde, günün dördüncü ve son sıgarasını tüttürmek istedi. Tam oturmak üzcrcykcn, sağ yanında, bilemcdin bir buçuk metre aşağıda, bir başka balkonda, küçük bir odaya açılan camlı kapının yukarısındaki buzlu lambadan vuran ışığın altında, bir sofranın çevresinde, konusmadan, kımıldamadan, ncredeyse soluk bile almadan oturan dört kişi: bir adam, bir kadın, bir küçük kız ve bir küçük oğlan gördü; birdcnbirc, çok güzelhtr ezgidinhmis ya da çok güzel bir resvn «irmüş gibi, içinde bir ycrIerin derinden derine titrediğini, gözlerinin yaşardığını duydu. 'Ne oluyor? Bana ne oluyor?' diyc gcçirdiiçinden." (İtalikler benim. F.N.) Şu birkaç satır, Albay Atmaca"yı tanımaınıza yetiyor: Oğle yemeğinde "iki duble" rakı içiyor; dergi okuyor, kitap okuyor; "her gece bir tek rakı eşliğinde, günün dördüncü ve son sigarasını tüttürüyor"; "güzel ezgi" dinleyince, "güzel bir resim" görünce "içinden bir yerlcr derinden derine titriyor." (Atmaca, bildigimiz albaylardan değil!) Rakı ve sigara ölçülerine bağlılı^ı, hcm sağlığına düjjkünlüöünü, hem askerce bir disiplini gösteriyor. Ve Tahsin Yücel'in hikâyeci ustalığı: "Söylenmcycnin söylenenden çıkarılabıleceği ilkesi, yazınsal söylemin temelidir." (AKŞİÎ Göktürk, Okuma U$,ra$t) Yazınsal dil, budur isjte! Yoksa bol benzetmeli, siislü püslü cümlelerin yazınsal dille ilintisi yoktur! Hikâyenin bcşinci sayfasında ise askerlikle pek bağdaşmaz olduğunu sandıĞımız birözelliğini ööreniyoruz: "Bunca yıllık askerlik yaşamı boyunca hiç kimscylc kavga" etmemiş, "bir kere bile asker" dövmemiş. Hvlenmemis. "'Neden?' diye sorulduğu zaman, gülerek ellerini gösterirdi: 'Eller nep boş kalacak ki savunmaya hazır olacaksın!' (...) Kavgadan uzakkalmak dinginliğini sürdürmesinc yetiyordu, önemli olan da buydu." Atmaca, "Pek de alışık olmadığı bu bcklcnmedik iclilige bir nedcn" arar; Tahsin Yücel' o cümlede iki defa Atmaca için "tek başına" der; "kadının uzaksıl bir güzellik ulenimi veren yüzü"nden söz eder; "çocukların sarı ve kıvırcık saçlarının etkisi"ne dej^inir vc sonıında "ne olursa ol suıı, bu bcklcnmedik içlenmenin o güne dek benimsediği yaşam biçiminc koyıı bir leke diişürdüöü kesindi" der: "Albay Atmaca, bir buçuk metre aşağısında, bilinçle seçtiği ve bugüne tlek tlinginliklc1 sürdürdügli yaşamın vadsmdıgım görüyor, yadsınanı mı, yoksa yadsıyam mı tııtmak gerekirdi, bilemiyordu. Cîördü^ündcn ya da dü^ündiiğün SAYI 484 den ürkmüş gibi irkildi birden, başını çevirdi, gözlerini yıldızlara dikti." Sonra, gördükleriyle baödaştırması olanaksız bir "Ohaa!" bağırtısıyla şaşırır. Albay Atmaca, (...) gene az aşağısındaki masaya çevirdi gözlerini: "Masanın tam ortasında, ak örtünün üstünde, tersine dönmüş bir cam tabak, çevresine dağılmış yeşil salata, domates parçaları, turp ve salatalık dilimleri gördü." Ve karıkoca dil kavgası başlar." Albay Atmaca, içgüdüyle, ellerini kulaklarına götürdü, işaret parmaklarıyla sıkı sıkı kapattı kulaklarını." Kavganın ncdenini anlamak için elleri ni kulaklarından çekince, adamın, salata tabağını deviren karısına "Ulan karı, sen kıpkızıl bir komünistsin!" dediğini, karının da "Komiinist sana derler!" diyc karşılık verdigini işitir. Kavga sürüp giderken, bir yandan da adam "Beyaz pcyniri buraya sallar ınısın?" diyor, kadın hemen uzatıyor; kadın "Bir sigara yak bana!" diyor, adam da, sigarayı yakıp uzatıyor. Ve kavga sürüp gidiyor... Krtesi gün, Atmaca "ortalık kararır kararmaz, küçük bir lokantada çabucak bir şeyler atıştırıp erkenden balkonuna" dönüyor; kadchini alıp, bir seyirci gibi, parmaklığın hemen gerisine oturuyor. Ve kavga başlıyor. Çocuklar hayatlarından memnun: "Nedeni de, büyük bir olasılıkla, bir kez kavga başladıktan sonra, büyüklerinin kendilerini görmez olmasıydı." Daha on ikisine bile girmemiş oğlan, kavgadan yararlanarak, "Yeni Rakı şişesini usulca önüne çekerek bardağına yarı yarıya rakı doldurup oaşına" dikiyor. Atmaca, 'birdenbire, kavganın, yani bunca yıldır tiksindiği bir edimin, en azından başkaları için bir tür dinginlik nedeni de olabilecegini sezinlemeye" başlıyor. Tatile gelen Atmaca'yı her türlü kavgadan tiksinen Atmaca'yı, "bu kavga her şeyden daha çok çekiyor", "kadının ve kocasının tek sözcüğünü" kaçınnamaya çalışıyor: "Kendini atışmanın akışına öy lesine kaptırdı ki, aşağılama ve sövgü açısından eşler arasında açık bir cşitsizlik bulundugunu düşünmeye, (...) kadının yerine adama yanıt yetiştirmeye başladı: adam 'Hayvan kan!' dedi mi o içinden büyük bir öfkeyle, T layvan senin babandır!' diyor, adam, 'Yetcr be! Zırvalama artık!' diye bağırdı mı o hemen 'Ulan inek, senden fırsat mı kalıyor ki!' diye yanıtlıyordu. (...) öfkeden titremekte olduğunu ayrımsadı." Sonra, bir akşam, kavga sürüp giderken, kadın "Sen beni hiç sevmedin" diyor. Koca sı, "Sen beni sevdin mi hiç?" diye cevap veriyor ve tartışma başlıyor. Kadın, ağlamaya başlıyor. Kocası, aldırmadan, yalpalaya yalpıalaya içeriye gidiyor. "Albay Atmaca, sanki adamın işlediği en büyük kusur buymuş gibi, 'tşeyecek pczevenk!' " diyor içinden. Sonra gene kavga... Adam, çocukları yatmaya yolluyor, kadını zorla kucağına alıp içeriye götürüvor. "Albay Atmaca, balkonun ta ucuna gelip aşağıya doğru eğilmişti, öfkeden titriyor, 'Hayvan herif, nayvan herif! Bunu nasıl yapar!' diye söyleniyordu. (...) Hemen komşu balkona atlayıp zavallı kadını kurtarmak geliyordu içinden." Atmaca, yatak odasına koşuyor, adamın kadını yatak odasına çoktan getirdiuini anlıyor, kadın direniyor, bu direnme albayın hoşuna gidiyor, kadınla gurur duyuyor, ama, kısa bir süre sonra, konuşmaları kesiliyor. Karyolanın tekdüze gıcırtıları duyuluyor: "Arkasından önce adamın güçlü, övüngen, kendini befienmiş haz homurtuları, sonra kadının çekingen, gene de mutlu ve her saniye biraz daha güçlenen solukları gelmeye başladı. Albay Atmaca 'tbne!' dedi dişlerinin arasıtv dan, sonra böyle bir sözcüğü nasıl olup da kullandıg'ına şaştı, bir yangından kaçar gibi balkona attı kendini." Atmaca, düşünüyor: "Nc oluyordu böyle? Yüzünü doöru dürüst görmediği, adını bile bilmediği bu zavallı kadına tutuluyor muydu..." Atmaca, ertesi gün, gözlerini açınca, bir kadın sesi duyar, sesten de, şarkıdan da hoş lanır. Balkondan bakar: "... önünde boş bir çay bardağı, sırtında kocaman, kırmızı ciçekli bir sabahlık, göğsü açık, komşu kaıiının şarkı söylediğini gördü.1' / "Bu arada, sürekli olarak, kadının yüzüne bakıyordu: ışık saçan, dinlenmiş, bir gün öncesinin aynı, gene de bir gün öncesinden çok daha güzeldi. Sonra, kadın ayağa kalkıp kızın elinden tutarak balkon kapısına do^ru ilerleyince, Albay Atmaca başının döndüğünü duydu, düsmemek için parmaklıklara tutundu. 'Ba na bir şeyler oluyor'diye geçirdi içinden (...) ... belki de bu cvde her şey kavga için, kavgaya göre düzenlenmekteydi, (...) belki de sevişme gecesini olgunlastırmak için sık sık bu kavgaları yinelemeyi bir alışkıya dönüş türmüşlerdi. Ya da genç kadının yüzündeki ışıltıyı, sesinin güzelligini, varlığından yayı lıp nerdeyse tüm köyü saran rmıtlulıığu kaba adamın yatakta, zorla başlattığı edime bağlamak gerekmekteydi. "'Bi lemiyorum, biiemiyorum' diye mırıldandı Albay Atmaca, dalıp gitti oturduğu yerde." Atmaca, rakı içcn oğlana, denize yalnız mı gideceğini sorar, "1 layır, annem, babam ve kardeşimle birıiktc" ccvabını alır. Ve Tahsin'den nefis bir cümle: "Albay Atmaca gırtlağına bir şey, nerdeyse bir hıçkırık takıldıgını duydu, yutkundu, bir süre konuşamadı." îşte "yazınsal dil" budur! Atmaca'nın pişmanlıkları, özlemleri bu cümlede dile gelmekte. Atmaca, eşyalarını toplar, kasabanın yolunu tutar: Sevgiden ve değişmcktcn korkmaktadır. Steinbeck'in "Kasımpatları" adlı hikâyesi için 1992'de yazdı ğım bir eleştiride (Roman ve Yaşam, Can Yaymları, 1992, s.209), "Kasımpatları, edebıyat derslerindc üzerinde çalışılacak örnck bir hi kâyc." demiştim; Tahsin Yücel'in "Komşıılar"ı için de öyle düşünüyorum. Tahsin'in dikkatine: "Komşular" bence ncfis bir kısa oyun olabilir. • SAYFA 3 ' TURHAN GÜNAY Imtiyaz Sahlbl: Bertn Nadl o Basan ve Yayan: Yeni Cün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.$. o Cenel Yayın Yönetmenl: Orhan Erinço Cenel Yayın Koordinatörü: Hikmet çetinkaya Yazılşleri Müdürü: Ibrahim Yıldız o Sorumlu Müdür Fikret llklz Yayın Yönetmeni: Turhan Cünay . Craf ik Yönetmen: Dllekllkorur Reklam: Medya C L CUMHURİYET KİTAP