Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yasamak hatıplamaktıp SENNUR SEZER edense hep Sirkeci Gan'nı anımsıyorum, gişelerin biraz ötesinde durmuş konuşuyoruz. Tomris, Ülkii Tamer, Ccmal Süreya. Tomris, bir kabare projesi anlatıyor. Genco gerçekleştirecekmiş. Küçük imaların tad tuz vereceği şarkılar. Bir örnek de veriyor. tki dizesi hâlâ belleğimdc: Astronomiye inanıyor/ Yıldızlar küçükse de." Ben, belli hccelerin üstüne basılarak yapılacak bu muzır kabarcnin Ülkü'nün muzipliğinden türediğini sanıyor, ama soramıyorum ncdense. Oysa, o dönem "üç ahbap çavuşlar" gibi hiç aynlmayan bu yazarların hepsi dc şaşırtıcı projcler üretebilirdi. Ülkii Tamer, şiirlerini kendisinden önce tanıdığım şairlerden. Bana bir cocuk imgesi çizmişti dizcleri: "Sana teşekkür ederim, beni scn öptün"den "Unutma yarın sabah beni erken uyandır"a uzanan çizgide bana çocukların saflığını vc içtenlig'ini duyuran bir şeyler vardı. "Ama kendini asmış yüz kiloluk bir zcnci" derken dc, ölümü içselleştirmemiş bir çocuk değil miydi? Ulkü'yle tanıstıdığımdaysa, o çocuk şairin, Ülkü'nün bir yansıması olduğunu düşünmüştüm. O, bütün öğretmenlerin hem beğenip, hem yaramazlığından yaka silktikleri öğrenci leri andırıyordu; zeki, disinlinli ve ne zaman ne muzırlık yapacağı Dİlinmez... Ve bütün çocuklar gibi alıngan. N leri, "1991 Yunus Nadi Öykü Armağanı'nı almıştır. Ülkü'nün başarısının sırrı, beni çok şaşırtmadı. O kısa tanımlamaların içine, biraz alaysılık desteğiyle, psikolojik yorumlaryerleştirmesini bilir. Bir futbol maçını anlatırken bile. Altuniza de Maçları başlıklı anısıysa, adını ettiğı yazarların kisiliklcrini, onları tanımayanlara tanıtacak niteliktedir: "Yılı hatırlamıyorum. 1960'ların başlarında bir yaz günü Kemal Özer,. Adn^n Ozyalçıner, Onat Kutlar, Kara Ünal (Üstün) toplandık, Altanuzide'ye Memet Fuat'ı ziyarete gittik. O sıralarda birkaç evle birkaç konaktan başka bir ş^ey yoktu Altunizade'de. (...) Memet luat, çevredeki çocukları eğitmek için harika bir yol bulmuştu. Boij alanlardan birini futbol sahasına dönüştürmüştü. Semtin çocuklarına futbol ögretiyt>rdu. Bunun çekiciliğine kapılan çocuklar, sadece futbol oynamıyorlardı tabii. Birlikteliği, yardımlaşmayı da öğreniyorlardı. Sanata, edebiyata merak salanlar da çıktı aralarından. En azından, kitap denilen nesney le ilişki kurmaya alıştılar. (...) Biz o yaz günü Memet Fuat'ın bahçesinde ağaçlar altında oturup çene çaldıktan sonra futbol sahasına geçtik. Ba^ladık kaleye şutlar atmaya. Oylesine keviflendik ki bundan, her hafta sonu Altunizade'ye gitmeye başladık. Düzenli maçlar vapıyorduk artık. Kemal, Adnan, ben en nas "müdavim"lerdik. Adnan kalede oynuyordu. Kemal savunmanın belkemiğiydi. Memet Fuat, sırtında ceketi, orta alanda takımı yönetiyor, ayağına gelen topları milimctrik paslarla dağıtıyordu. Ben ise "gole giden bir panter" olarak koşturup duruyordum. Her keresin de 810 kişi oluyordu mutlaka. Arada bir Demir Özlü, Ferit Öngören, Feridun Metin Aksın, Ccmal Süreya, Edip Cansever de katılıyordu bize. Bir keresinde Asım Bezirci bile gelmişti. Adnan'ın kaleciliği müthişti. lıepimiz pantalon gömlekle oynarken, o kaleci kaza^ını, şortunu giyiyor, dizlik bile takıyordu. Kendini bütünüyle oyuna veriyor, önündeki bekleri hırsla uyarıyordu. Sanki Altunizade'de top tepmiyorduk da, Wembley'de final maçı oynuyorduk." Bu maçların öyküsü, Ülkü Tamer'in şutuyla kale direğinin Adnan Özyalçıner'in kafasına düşmesiyle ilk sona ufasır. Ikinci son ise üstüne karabiberle Ülkü Tamer yazılan bir tepsi menemendir. Eski esnarların inceliklerini anımsatır. Ağızda ve bellekte bir hoş acılık bırakaralc. Olayların ayrı kişilerce yazıldığında, birbirine benzemez yanları vardır. Hangisi doğru diye düşünürsünüz. Bence nepsi de doğrudur. Bir olayı çeken kameraların görüntüleri birbirlerine nasıl benzesinler. Hepsinin açısı ayrı. Ülkü Tamer, bir kameraman gibi değil, bir yönetmen gibi yansıtıyor anıları. Anlatmak istediği olayı, olguyu anılann çevresine serpiştirerek. Futboldan okula toplumumuzun geçirdiği değişimi göstermek için. Küçük şakalarla altını çizerek. Anı yazarlarının olayın merkezine kendini yerleştirdiği söylenir. Bence onu da pek yapmıyor, oyunun gerektirdiği kişiyi tamamlamak için giriyor sahneye. Kitabın sonundaki "Düş" dışındaanlattıklarının odak noktası olmamayı sağlıyor sonıın da. Düş ise bir yazarın portresini veriyor günümüzde, coğrafyamızdaki bir şairin yaşam koşulİarıriı...: "Yolda yürüyorum. Kalabalık bir cadde. Boynuma bir tabla asmışım. Seyyar satıcılar gibi. Tablanın üstündc bir daktilo, bir de Kİtap. Bir yandan yürüyorum, bir yandan çeviri yapı yorum." Düş'ün sonunu merak ediyorsanız, Yaşamak Hatırlamaktır'ı okumalısınız. Bir şairin düşlerini ve gerçelderini de öğrenmek için. • ReflkDurbaşla birsoyiesısırasında. 1991. Ülkii Tamcr'in "Yaşamak Hatırlamaktır başlıklı anılarını okurken yeniden hatırladım Ülkü'yü yeni tanıdığım günleri. Gençlik arkadaşlannın ona taktığı lakabı da: tzci. Bana yardımseverlik, ataklık yanında, izei yemininin anımsattıği bir imgesi vardı bu sözcüğün, "her zaman lıazır olmak". Yasamak 1 latırlamaktır'da bütün bu özellikler görünüyor. Istanbul'un bir "malırumiyet bölgesinde"ki yedek subay öğretmenlikteki güçlükleri aşmak için yaptıkları. Sınıfa ünlü aktör leri getirmek, giysi yardımı sağlamak, öğrencisini hayırsız babasından kaçırmak, öğrencilerin yararı uğruna kııral ve yönetmelik çiğnemek.. Bunlardan da bir yiğitlik gibi değil bir şaka gibi söz etmek. Yaşamak Hatırlamaktır, anılann pişmanlık, özlem, böbürlenme gibi alıştığımız özelliklerini taşımıyor, ya da bana o izlenimi veriyor. Daha çok arkadaslarını, iş ve uğraş yakınlığı duyduğu kişilcri anlatıyor: Sinemacılar, tiyatrocular, yazarlar, ozanlar. Onların en tipik özellikleri çiziliyor, bazen bir karikatür biçiminde. (Ülkü karikatüristtir d c . ) Bu karikatürize etme alışkanhğı, yaşanmış baskı dönemlerine büe bir îestival havası veriyor. lşte Robert Kolej Tiyatrosu'nun, Kiitahya tumesinde, Samuel Beckett yüzünden yaşadıkları: "(...) Beckett'in oyunu sıradışı bir yapıt olduğundan , seyircilcrle biraz sohbet etmek, onların sorularını yanıtlamak, öncü tiyatro üzerine konuşmak yararlı olabilirdi. Perde kapanınca, dileyen seyircilerin salonda kalabildiğini belirttik. Kimsc yerinden kalkmadı. Sahneye ben çıktım. Söyleşiyi yönetecektim. Birkaç seyircinin sorusundan sonra, ön sırada, ortada oturan bir adam, "Siz bu oyunda Bolşeviklik görmediniz mi?" diye gürledi. Yandık! Dö nem, Demokrat Parti dönemi! "Görmedik", dedirn. "Görseydik, buraya getir mczdik." Sonra yanımdaki Kütahyalıya eğilip "Kim bu adam?" diye fısıldadını. Kütahyalı'nın sesi titriyordu: "Vali". Yandık ki tam yandık! Salonda buz gibi birhava. "Mademöyledüşünüyorsunuz, bunu konuşalım" dedim valiye. "Bunu yarın makamımda konuşacağız", dedi vah. Ertesi sabah erkcndcn, misafirhanenin kapibina koca bir otobüs dayandı. Dokuz kişi otobüse bindik. Doğru vilayete. Büyük bir odaya aldılar bizi. Vali masasının başında oturuyor. Önünde Beckett'in oyununun bir gcce önce bizden aldırdığı kopyası. Yanında jandarma komutanı. Vali, teker teker öğrenci oyuncuların ifadesini alır. Sıra grubun en yetenekli oyuncularından birine gelir: "Sıra Manfred'e geldi. 'Adın ne?' 'Manfred'. 'Harf harf söyle.' Manfred adını kodladı. 'Soyadın?' 'Bormann.' Vali, başını kaldırıp gülümsedi. Şöyle otuz saniye kadar Manrred'i süzdü. 'Babanın adı?' 'Max.' 'Işi?' 'Propagandist.' Kalemi fırlatıp masaya attı vali. 'Hmmm', de di. 'Demek propagandist. Ne propagandisti. Ne propagandası yapar?' Tlaç satar', dedi Manhed." Ülkü Tamer, bütün bu ifadelcr sırasında gelmck istediği halde, rolü yok diye getirmedilderi bir arkadaslarını diişünmektedir. Dönemin Içişleri Bakanı Namık Ciedik'in o^lu Arda'yı. Onu sorguya çeken valinin düşeceği durumu.. valiyse "Kimsenin kuşkufanmadığı katili yakalayan Hercule Poirot" havasındadır. Altını çizdiği satırlarla oyunun Bolşevikliğini kanıtfama çabasındadır. Sonunda, oyuncuların oyun oynayacakları Manisa'ya gitmelerine izin verir. Ama oyunun tehlikesi konıısunda Manisa Valiligi'ni uyarmayı da savsaklamaz. Neyseki Manisa Valisi kültürcl konulara yabancı degildir. Ibrahim Tevfik Kutlar adındaki bu vali, öğrencileri dinlediktcn sonra "Siz haklısınız tabii" dergülerek. "Ama yine de bu oyunu oynamayın. îki vilayetin arası açdır." Ülkü Tamer, anlattıklarına özlem katmamış ama, ben bu olayı okurken yine de iç burkan bir özlem duydum. BolşeviklİK ettiklerine inandığı öğrencileri sorguya çekse de, tutuklatmayan valiyi de, olayı ciddiye almadığını uyuklamakla belli eden jandarma komutanını da özlem kadar beğenerek izledim sanki. Olaya sahin çıkan Bedii Faik'i alkısladım. belki de anlatılan şehirlerden birinin Manisa olmasıydı beni etkileyen. "Ah, eski günler" diye düşündüren... Ülkü Tamer'in iyi bir şair olduğunu bütün edebiyat okurları bilir. Yazdığı şarkı sözleriyse, örneğin "Günes Topla Benim İçin", "Memik Oğlan" diılerden düşmcz. îlk öykü kitabı Alleben Öykü ülkü Tamer 1991 Yunus Nadl öykü ödüiünü Bertn Nadlden aiıyor. vanda Ise genç ülkü Tamer SAYFA 6 Yaşamak Hatırlamaktır/ Ülkü Tamer/ Yaşantt/ Yapı Kredi Yayınları/ 163 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 468