Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ce saygısına ilişkin Madam Frances Osgooa'un düşüncesini destekleyen şey, groteske ve iğrençliğe olan şaşılacak yeteneğine rağmcn, bütün eserlerinde şchvetliliği ya da hatta tensel zevkleri ele alan tek nir bölümün bile olmamasıdır. Kadın portreleri, sanki hale ile çevrilidir; doğadışı bir sis içinde parlarlar ve tutkun birinin tumturaklı tarzında çizilmişlerdir. Ilayalperest mizacının onu içine attığı kimi önemsiz küçük şiirsel olaylara gelince, belki de temel özelliği güzelliğe susamışjık olan bu kadar canîı bir varîığın, zaman zaınan, tutkulu bir istekle çapkınhğı, tercih alanlan şairlerin beyinferi olan bu volkanik ve misk kokulu çi çeği iş edinmcsindc şaşkınlığa düşecck bir neden var rm?" (5) Yazmak tek kurtuluşyoltj Poe'nun kadınlara özenli yaklaşmasının nedeni sevdiği kadınlann erken ölümlerindcn başkası değildir. Sevdiği ölü kadınlar şairimizin olaya mistik bir saygıyla bakmasını sağlamaktadır. O en çok ihtiyaç duyduğu anda yitirdiği kadınlarıyla yapıtlarında buluşmaktadır. Ama hayafi bir iyırnserlikle değil, gerçekliğin olanca çarpıcılığıyla. Onların ölümleriyle tekrar tekrar yüzleşerek. Tıpkı öykülerinde olduğu gibi onların tabutlarını tırmalayan tırnaklarının sesini kulaklarında duyarak, kıpırdanışlarını hissederek ve bu korkuyla beti benzi atmış bir halde titreyerek. Bu övküleri yazmanın Poe'nun ruh sağlığını bozduğunu, onun delirmc sürecini hızlandırdığını, daha çok içmesine yol açtığını söyleyenler çıkabilir. Oysa yazmak Poe için tek kaçış yolu, tek kurtuluş umu duydu. Çcvrcsini kuşatan maddi dünyanın anlamsızlığından, yeteneksiz edebiyatçıların kurduğu erkin acımasız cenderesinden, kendi acılarmdan ancak yazarak uzaklaşabiliyordu. Yazmak, soluk alabileceği, heyecan duyabileceği, kcndini bulabileceği yeni bir dünya yaratmak demekti. Her şiire ya da öyküye başladığında içinde yaşadığı çıkar dünyası siliniyor, harflcrin arasından açılan gizcmli bir yolla kendi düşlerindeki gerçek dünyaya ulaşıyordu. Düşler Poe icin o kadar önemliydi ki felsefi yapıtı "Eureka"nın girişine şunlan yazmıştı: "Bu kitabı, düşIerin tek gerçeklik olduğuna inananlara adıyorum." Belki korkuları, acıları bu düşler dünyasında da onu yalnız bırakmıyordu, ama bu onun dünyasıydı. Bu dünya aracılığıyla birçok yazarın fark etmediği insana ilişkin bir başka gerçekliği yakalıyordu. îçimizdeki kotülüğü, yıkıcıhğı, nefret duygusunu olanca açıklığıyla aktarmaya başlıyordu. "Kara Kedi"de, "Berenice"de, "Geveze Yürek"te saf kötülüğü, ancak öldürmekle yatışan duygulan aktararak insan gjjrçeğinin bambaşka bir yönüne ışık tutuyordu. Bu anlamda Marquis de Sade'ın düşüncelerine bir ölçüde yakınlaşırken, ayrıksı şair Baudclairc'e, insan psikolojisini dcrinlemesine yansıtacak olan Dostbyevski'ye de öncülük ediyordu. Bunu yaptığı için de dönemin 'saygın' edebiyat çevrelerince çöküş edebiyatı yaptığı öne sürülerek suçlanıyor, tepki görüyordu. Poe bunların hiçbirine kulak asmayıp kendi bildiği yolda yürüyerek, çizgiîeri, sesleri, kokuları, renkleri ve runu kendisine ait dünyalar kurmayı sürdürüyordu. Onun dünyasında renkler solgundu, etraf korkulu bir kederle kaplıydı, bakılan her yerde ölüm seziliyor, nafiften bir çüriime kokusu gcliyordu, ama Poe orada mutluydu. Belki de mutlu olduğu tek yer orasıydı, beynini alkolle uyuşturduğu anları saymazsak. Poe'ya yapılan suçlamaların başında ayyaş olması gelir. Gerçekten de şair sıkı bir içicidir. "Kuzgun' yayımlandığında, herkes onu konuşurken, o sarhoş bir halde Broadway'den geçerek evine gider. Zamanın saygın sanat çcvreleri ölümünden önce de sonra da onu küçümsemek için sık sık bu zaafını dile getirmişlerdir. Onu savunmak yine Baudelaire'e düşuyor: "Poe'nun sarhoşjuğu hafızaya yardımcı bir araçtı, bunun bir çalışma yöntemi, enerjik ve ölümcül ama tutkulu doğasına uygun bir yöntem olduğu kanısındayım. îjair, titiz bir edebiyatçının not defterlerini tutmayı öğrenmesi gibi içmeyı öğrenmişti. Olağanüstü güzelya da korkutucu görüntüleri, önceki bir fırtınada rastlamış, olduğu incelikli düşünceleri yeniden bulma isteğine karşı koyamıyordu; onu zorunlu olarak çeken eski bilgileriydi ve onlarla yeniden ilişki kurmak için en tehlikeli ama en dolaysız yolu tutuyordu. Bugün bize zcvk veren şeylerin bir bölümü onu öldürmüş olan şeylerdir." (6) Ancak Baudelaire'in bu savunusunda biraz abartı vardır. Poe'nun yalnızca zihnini açmak, yeteneğini harekete geçirmek için içtiğini söylemek pek doğru olmaz. Zaten Poe da ayyaşlığından rahatsızlık duyuyordu. "Kara Kcdi" adlı öyküsündc, "İ langi hastalık alkolle kıyaslanabilir", dert yandığı görülür. Poe içiyordu çünkü içki, tıpkı sanat gibi onun var oluşunun temel dayanaklarından biriydi. Bu dayanak sonunda onun bedenini yok oluşa sürüklese bile. 1849 yılının 3 Ekim'inde sabaha karşı Baltimorc kaldırımlarına yığılıp kalıncaya kadar bu iki dayanaktan; sanattan ve içkiden vazgeçmedi. Belki çok genç yaşta yaşama gözlerini yumdu, ama özgün bir kişilik, kalıba dökülmeyen bir ruh, cesur ve yetenekli bir yaratıcı olarak insanlığın ortak belleğinde yer etmeyi başardı. Amabundan daha önemlisi, insanlığın üzcrinc giydirilmcyc çalışılan sahte erdemlerle süslenmiş, o pembe elbiseyi sıyırıp atması, yüreğimizdeki karanlık kıyıyı bize göstermesiydi. Uygarlığımızın ulaşmışolduu yıkıcılığı gördükten sonra, oe'yu çok adha iyi anlıyor insan. • (1)" Usber Malikânesi'nin Çöküsü", Çev Gökçen Ezber, Adam Derghı Poe Ozel (23) Sayısı. (2) Düşler Dergm, Ocak 1995, Poe Üzerine Yeni Notlar, s. 52, C. Baudelaıre Çev: Dost Körpe 0) Age, ,v 45 (4) Adam Öykü Poe Özel (2 3) Sayısı, Çalınan Meklup, s 25, Çev Yurdanur SalmanDcmz Hakyemez. (5) Poe, Baudelaıre, Nısan Yay. Çev: l$ık Ergüden, i 31 (6) Age, Î Î5 Yedinci Edcbiyatımızda benzeri olmayan, kendine özgü bir kitap Yedinci. Gerçeküstücü anlayıştan kaynaklanan bir üstmetin gibi de okunabilir. Ilatta, böylc okunması gerekir. Hoş gcldin Halil Gökhan! NEDİM GÜRSEL Halil Gökhan'dan bir ilk kitap D ergilerde çıkan yaiîi ve şiirlerinden tanıdığımız Halil Gökhan'ın ilk kitabı, Yedinci adıyla yayım landı. O da, kitaplılar arasına katılmış oldu böylece. KitaDin özellikle roman demiyorum, yayımcısı tarafmdan "roman" olarak niteîendirilse de bir de alt başlığı var: "Sinemanın kesin egemenliğine karşı edebiyatın bir tür direniş öyküsü." Halil Gökhan'ın, her gerçek edebiyat tutkunu gibi, sinemayla Dİr alıp vcrcmcdiği olmalı. Yedinci sanat, yazarın gözünde bir hedef tahtasına dönüşüyor, dahası anlatıya bir vesile oluyor. Gökhan'ın asıl amacı bir roman yazmak değil çünkü, gerçeküstücü bir anlatı kurmak. Bunun için de, yedi yönetmeni bir kkaplığa kapatıp onlara yedi ayrı öykü anlattırıyor. Her öykü kendi içinde bağımsız bir bütün. Dolayısıyla istediğiniz oölümden başlavabilirsiniz okumaya, kitaba dilediğiniz kapıdan girebilirsiniz. Yalnız, şunu unutmayın ki, her kapı bir labirente götürecektir sizi, zihnin dolambaçlı yollarında yitcbilir, daha da kötüsü bunalıp kitabı elinizden bırakabilirsiniz. Ama sabredip sonuna dek okursanız, yolculuğun, şiir ve fel sefe konaklarında oyalanmanız gerekebilir. Bunun için de hazırlıklı olmalısıruz. Yedi bölüm arasında benı en çok etkileyen "Kırılganlık Sapması" oldu. Yazar askeri okulun yatakhanesinde çorapsız uyandığını sanan bir gencin korkusunu anlatırken Kafka'nın alegorik öykülerini andıran bir dünyanın kapısını aralıyor. Orada, ilk bakışta saçma gibi görülen her ayrıntı gerçek bir varoluş sorununa dönüşecektir artık. Bir Çehov öyküsünde de rastlayabileceğimiz en sırauan olay korkunç bir karabasan olarak yaşanacaktır. Halil Gökhan ahştığımız anlamda bir roman yazmamış. Hatta Yedinci'yi bir roman olarak nitelendiremeyiz sanıyorum. Her cümlede bir şair edası, yazdığına kendisi de şaşıran, okurla olduğu kadar kendisiyle de alay edebilcn bir haşarı çocuk var. Ama ne yaptığını, nereye varmak is tediğini bilen bir çocuk. Halil Gökhan'ın, Aragon'un gerçeküstücü döneminde yazdığı anlatılardan, özellikle de Anicet'dcn etkilcndiği, Kafka, lonesco vb. gibi yazarların izinden gittiği de öne sürülebılir. Ironiyi de, bu ustalar gibi, kitabın odağına yerleştirmış. Yine dc, bana kalırsa, bu görünür etkilere rağmen özgün bir yolda ilerliyor yazar. Örneğin şu nefis cümleler onun: "Çoraplarını ararken, eşyaların değişmez bağlılığım düşündü. Hiçbir eşya sahibine kırılmazdı. Sahibi eşyaya ne yaparsa yapsın, eşyanın küsmeye, darılmaya hakkı yoktu. Eşya köle ve buyruk aracıydı. Sövemez, öîkelenmez, yalnız gülümser, kırıldığında bile her parçada lcahka ha atar. Kırılmak, bütün eşyaların yazgısında saklıdır. Kırılmak, bir tek kırılgan eşvaların yazgısı değildir. Bir eşya kırılmasa; ezilse, bükülse, yansa, çürüse de bu gerçekte bir kırılmadır. Eşyanın kırılganlığjıdır, bu." Yedinci bir ilk kitabın eksiklerini, moda bir deyimle söylersek, "defo"larını da taşıyor. Örneğin "sesindeki titreklik" diyor yazar, "ufkun yutan dibi" gibi pek de açık seçik olmayan benzetmelere de başvurduğu oluyor. Ama Gökhan'ın yazısında ağır basan, felsefeyle şiirin kesişme alanlan. Buysa, düzyazı çerçevesindc üstesinden kolay gelinecek bir iş değil. Ve bazı cümleler başlı başına özgün, yaratıcı bir yazarı haber veriyor." Ağlamaktan, gözyaşlanndan korkan uluslar dört yıl önce birbirlerine girmişler, sırf başkalarının gözyaşlarını görebilmek için kendi uluslarının ve daha da önemlisi yazgılarının gözyaşlarına sırt çevirmişler, körleşmişlerdi.' Şair Owen in yazgısını konu alan bölümden yaptığım bu alıntıda Birinci Dünya Savaşı na atıf yapılıyor. nc yazık ki yazarın gözlemi günümüzde de geçerli. Sonra, yine aynı konuyla ilgili, şu nefis cümle: "Askerler cepheden daha güvensiz, zayıf adımlarla uönüyor ve geriye ölgün adımlarla yürüyorlar. Yağan onca yağmura, hiçbir askerin bir damla bile gözyaşı karışmadı. öldüler, parçalandılar, gözlcri aktı, zehirlendiler, ciğerıeri yandı, bağırsaklarını kustular, ancak gözlcrinden bir tek damla olsun yaş damlamadı siperlerin içine." Evet, askerler de erkek oldukları için mi? ağlamaz. Halil Gökhan bildiği, hayatının bir döneminde yakından tanıdığı bir dünyayı anlatıyor sanki, gerçeküstücülerin başkaldırısına ve Bolşevik devriminc yol açan Büyük Savaşı değil. Yedinci yi okurken beklenmedik olaylarla, yazarın anlatı zincirini kıran müdahaleleriyle, bazı kurgu hatalarıyla da karşılaşabilırsınız. Ama yalnızca şu cümle için Dİlc tüm kitap okunmaya değer: "Yastıklarımızın sayısını iki katına çıkarmış, sandalyeleri eskiciye vermiştik. Evdc uyanıkLğı, ayakta durmayı çağrıştıran ne varsa ya satmış ya da bodruma ındirmıştik. Evimiz nercdeyse bir uykular evine uönmüştü, ancak içinde hiç kimse uyuyamıyordu." Edebiyatımızua benzeri olmayan, kendine özgü bir kitap Yedinci. Gerçeküstücü anlayıştan kaynaklanan bir üstmetin gibi de okunabilir. 1 latta, böyle okunması gcrckir diye dtışunüyorum. Hoş geldin Halil Gökhan! • Yedinci / Halil Gökhan / Gendaş KülCUMHURİYET KİTAP SAYI 50 GBPçakuttücu antayış SAYFA 6