04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kapak konusunun devamı. * " da yaşıyorlardı. Benim lstanbul uzantılarım içinde ise Demir Özlü, Ferit Edgii, daha sonraları sen, Erdal ()z, Onar Kutlar vc başkaları yer alıyordu. Bu arada dcncmclerım oluyordu. Yeni tstanbul gazetesinin açtıgı "röportaj" ya rışmasına katıldım, dereceye girmcmiş olmakla birlikte yazdığım röportaj bu röportaj işportacılar üzcrineydi gazctede yayımlandı. Yayımlanan ilk öyküm "Kadın ve Içki" başlıöını taşıyordu. Mevhaneye giden iki arkadaş arasındaki konuşmalar üzerine bir öyküydü. "Kiiçük Dergi"nin OcakŞubat 1953 tarihli sayısında çıktı. Sanıyorum yayım lanmasında Kamran Yüce'nin etkisi oldıı. Bu öykii kitaplarımda yer almaz. Kitaplanmda ver almayan başka öykülcr de yayımladım bu arada. Ama Küçük Dergi'deki başlangıçtan sonra Seçilmiş Hikâyeler Dergisı, Ycni Ufuklar, Pazar Postası gibi dergiler öykülerime ve yazılarıma yer verdı. Vedat Cıünyol'un üzerimde çok etkisi olnıuştur. Bizim kuşağı hoşgörüyle yönlfndircn büyük bir nümanisttir o. Doğal olarak Pazar Postası'ndaki "Ikinci Yenı" tartışmalarını, Ankara'da Mavi Dergisindc bcliren hareke ti unutmamak gerekir. Aynca Ataç da 1 ürkçe'ye özcn göstermemiz açısından üzerimdeetkin oldu. tlk yazdığım öykiiler sıradan ve basit güncel olaylann birikinıi gibi anlatılardı. ()rada kalmadı bu. Bana ve benim gibi düşünenlerc öykü yolıınu açan Sair Faik olmuştur. ()nun da tünı öyküleri değıl de "Alcmdag'da Var Bir Yılan" kitabındaki Panco'lu döıtbeş öykü... Sait Faik'ın oncülü^ü beni yeni aramalara yöneltti. Ne yazık ki ben ilk öykümü yazdıktan bir yıl sonra onu yitirdik. ilk kitabın Bırakılmış liıri, 1959'da çıktı (îrı ya da be/ gıbı \oluk rcıık saınaıı kâg'ıdından bir kartoıı kapağı vardı. l lıç unutınam, ihlünde de bır gehe kadın rcsmt. Bırakılmış bıri, kapaktakı a kadın mıydı, yoksa bız ınıydık '•* "Bırakılmış Biri" Erdost'un yönettigi Açık Oturum Yayınlan'ndan çıktı. Sözünü ettiğin kapak da onundur. Sonradan bu kapağı dcğişürdi ve renkli bir kapak geçirdi kitaba. Aslında o kitabın adıyla bizim kuşagın arasında bir benzeşmc, bir uyum vardı sanırım. Nasıl Amcrikan yazınında bir "Lost Generation" (Yitik Kuşak), daha sonra "Beat Generation" varsa, bizde de "Bırakılmış" bir kuşak vardı. Belki biz hepimiz, o dönemde yazınla, şiırle ugraşanlar kendimizi "bırakılmış" sayıyorduk. Elimizden tutan yoktu, sokağa bırakılmış gibiydik. İJlkeyi yönetenlerin artık ya/ınla, düşünce yaşamıyla, toplumun bizim anladığımız anlamda ileriye götürülmesiyle bir ilgisi yoktu. Güven içinde değildik. Onlara göre sakıncalı kişilerdik. O yılların baskısını, yaşam sıkıntısını, boğulmuş ve bunalmışlıöı düşünün. Kitabın kapağındaki gebe kadın belki de toplumun bir şeylere gebe olduğunu yansıtıyordu. Kitabın yayımndan bir yıl sonra 27 Mayıs oldu. Aman ne kadar iyi derkcn 27 Mayıs'ı yapanlar beni de 147 ögretim üyesiyle birlıkte ünivcrsite kapısının önüne bıraktılar. ()rneğin Demir ()/lü kısa bir süre sonra yedek subay olacağı ycrde çavuş çıkarıldı ve Muş'a gönderildi. Tüın bunfar daha sonra olacaklarm küçük başlangıç bclirtileriydi. Daha sotııaki yıllarda bunalım a^ırlaştı ve bizim kuşak en az dört askeri darbe yaşadı. Bunlara hapisleri, işkenceleri, toplum içinde patlak \eren kargaşayı ve terörü eklcyebiliriz. Bu kıidar deneyden sonra bizim kuşağa sadece "Bırakılmış Kuşak" değil, "Umudunıı Yi'tirmiş Kuşak" da diyebiliriz. Bugün ayakta durabiliyorsak bu varoluşcu bir eylemdir ancak. Kara gülmeceden bilimkurguya bir öykü ustası Orhan Duru çckçilik. Bir önceki kuşağt 1940 gcrcekçilerınt fotograf verçekçiliği yapmakla suçluyorlardı Sennu lavranediyorsun, 1950 kuşağının nrtaya attığt bu savt nasılaçıkhyorsun? • Biz yazmaya başladığımız yıllarda "gerçekçilik" ya da "Tbplumsal Gerçekçilik adına öncmli bir tartışmanın içinc düştük. () dönem()e daha çok köy öyküleri, ya da kentleıde yaşayan yoksul çev relerin, işşi sınıfının romanlan yazılıyordu. Köy Lnstitüsü çıkışlı yazarlar vardı. Onlar çok öncmli yapıtlar yayımladılar. Ama biz onlann izinde gidemezdik. Bu arada herkese "Toplumsal Cıerçekçilik" öğütleyip romantik şiirler yazanlar da vardı. Biz bunlardan ayrıydık. Köylerin durumunu bilmiyorduk. Bilsek bile başka türlii yazardık.. Bu konuda bir ömeK Ferit Edgü'nün "Hakkari'de Bir Mevsimi"dir. Kısacası "toplumsal gerçekçiliöi katı kurallı buluyorduk. O dönemde patlak veren "Güdümlii yazın" sorununu da unutmayalım. Üstelik büyük bır kentselleşme yaşıyordu toplum. C) sarsıntının yazını da başka türlii olmalıydı. Güncel gerçekçilik, ya da senin söylediöin gibi "fotoğraf gerçekçiliği" yerine başka türlü bir gerçekçilik arıyorduk. Yazınsal bir gcrçekçilikti bu. Bırakılmış Birı ile scrı dc, hepımız gıbı 1940 gı'rçekçlcrtne kar^ı çık/ın. Senin bıçim ve içertk açısından avkiicülüğüwüze getırınek tstcdtklerm nelerdı 1 • Ben kalıpların ve şablonların dışına çıkmak istiyordum. Gerçekçiligin dışına çıkmak degildi bu. Şunu anfamışlım önce, anılara, güncel izlenimlere dayanarak yazılan, gündelik yasamın ayrıntılarına saplanan bir öykü, bir ölçüdc gcrçeklerden uzaklaşıyordu. Gerçekler an latılıyordu belki ama tam gerçek olmuordu bu. tnandırıcı da olmuyordu. Asında öykünün ya da başka bir yazınsal ürünün kcndi gerçe^i vardı. Bu gerçek yakalanmalıydı berıce. Alınan sonuç istediğimiz bildiriye uyumlu bir biçime ulaşıyorsa sorun yoktu artık. Böylece öy l MUZAFFER BUYRUKÇU ir sigortanın atması, önemsennıeyen oirelektrik kacağı, ocakta unutulan bir tencere, devriler bir soba, çakılan bir kibrit ya da dışardan kaynak lanan bir ncden yüzünden başlayan yangın orada, o evde, o fabrikada, o otelde bulıınan her şeyi bazep. insanları da kül eder. Bu olay, nicc iyi kötü anılara tanıkIık eden dilsiz eşyaları, belgeleri, o belgelerle birlikte yaşama ve savaşma gücünü arttıran moral zcnginlikleri yitiren kişilerin iç dünyalarını, ilişkilerini de etkiler. Delirenler bile vardır. Bir dcprem aynı tahribatı, hatta daha çoğunu yapar; evlcri başlara yıkar, evleri başlara yıktıgı yetmiyormus gibi aile bireylerini, yanı annelcri, babalan, eşleri, oğullan, kızları, kedilcri, köpekleri, kuşları alır, ölümün doymak bilmcyen obur midesine fırlatır. Cîerıde kalma şansını yakalayanlar ise ölülerinin, yitiklerinin acılarıyla kıvranır, aeıların tutsağı olur... Depremden önceki aydınlık, ner ilmiginue umutların gövcrdigi do^urgan ve verimli durumları karartır, hiçbir şey ürctemeyecek hale getirir; yalnızlıklarla, karamsaruklarla boguşturur. Çok sevilen birisinin cinayete kurban gitmesi yüreklcri varlı^ın her yanında nabız atışları gibi zonklayan öfkelerle, öç alma istekleriyle, nelretfcrlcdoldurur. Çevredeki herkesi, tehlikeleri ve pusuları bakışlarında" barındıranları düşmanlar gibi gösterir, ömür boyu yas tutmalarına, tcdirginliklerin pençelerinde kıvranmalarına zcmin hazırlar. Ekonomik bir çöküntü, henı bireysel hem de sosyal konumları sarsar; tıpkı yangın gibi, tıpkı deprem gibiellerde avuçlarda bulunanları sıhra indirir, canavardan korkar gibi korkulan yoksulluğun cehen nemine savurur; can bahasına korunan, savunulan onurları yarabere içinde bırakır, kişilerin ba^larını gevşetir, koparır, her an utancın, aşağılanmanın hissedileccği dramatik bir serüveniıı uçummuna yuvarlar. Patlayan bir bomba, igrenç bir terörist 1950 ktışafcının gencl tavn, gcrçeğc baskını, bir trafik kazası, giderilmesi olabakış açtlan, gerçcğt ycnidcn yorumlayış naksız oyuldar açar benliklerde... ( )ldürür, larıydt. Öncmlibirsavları vardr Ycniger öldüremediklcrinin vücutlanndaki organ B Fıptına lan eksiltir; insanlara duyıılan güveni yok eder. Deprem gibi yıkan, öldüren, canlı cansız nesneleri sürükleyip götüren sel de, yaşam tarihine damgasını vııran, belleklerde her saniyc "mahvetme" lilmleri oynatan bir lelâkettir. Ya fırtına? O da akıllan durduranyıkıntıların yaratıcısı, çeşitli olumsuzlukların anasıdır. Ben fırtınaya göklcrden gelen deprem adını veriyorıım. Bu "ana' son aylarda, Avrupa'yı, Amerika'yı allak bullak etmiş, ağaçları köklerinden, evleri temellerinden sökmüş, pck çok araç gereci, pek çok tasıtı kullanılamaz hale getirmiştir ve bu olguyla karşılaşan herkesin gözlerindcki ışığı söndürmüştür. Fırtınanın hedeü, ditndik duran ne varsa hepsini devirmek, ycrlebiretmcktir. Bu fırtınanın bir de denizlerin huzurunu kaçıran biçimi vardır. Sandalları, motorları ordan oraya tırlatır, binlercc tonluk koca koca gemileri batırır, yolcularıyla birlikte dibe indirir. Bütün bu sıraladıklarım filmiere konu olmuştur. Yönetmenler, o konuları, yaşananları kişilerc anımsatmak istercesineünlü aktörler, aktrisler aracılıgıyla ölümsüzleştirmişlerdir. Ayrıca yazarlar da e^ilmişlerdir bu doğasal ve insansal sorunların üzcrine. Ve dünya edebiyatı, bu doöasal ve insansal lelâketlerin altüst ettiği kisilerin öykülerini oya gibi işleycn yapıtlarla donatılmıştır. Hem deııizlerde hem de insanların rulılarında kopan fırtınaları yazıyadökenlerin.onlardan "şaheserler" çıkartanların idndeConrad vardır, London vardır, Melvil vardır, B. Traven vardır, I lalikarnas Balıkçısı vardır. Halikarnas Balıkçısı, Akdcniz'in, Ege'nin dilinden anlayan, gcliştirdifii ilginç bir "deniz anlatımı"nı öykülerine, romanlanna yediren usta bir yazardır. Fırtına'yı en son olarak gündemdeki yerine oturtan büyük öykücü, sanat adamı Orhan Duru'nrn on dört öyküsünü bir araya getiren Fırtına adlı kitabıdır. Etkileri bugün dc süren vc daha kimbilir nc ka Duru'nun öykücütüğümüzB kattalan dar sürecek olan 1950 kuşa^ındandır Orhan Duru. O kuşak, edebiyatın, kültürün her alanında çok önemli bir atılım yapmıştır. Bugün edebiyatunızda, özellikle öykücülüğümüzde bir ilerleme, bir yenileme, sonsuz olanaklara açık bir gelişme varsa (ki vardır) bu çalışmanın harcında Orhan Duru'nun da katkısı bulunmaktadır. Orhan Dum'nun adına ilk kez Ankara'da yayımlanan "Mavi" dergisinde rastladım. Yazdıklarında, benim de üretimindenyararlandığım yaşamın hiç denenmemiş bir biçimde yorumlanışını saptadı^ım için benimsedim, sürckli olarak izlediğim, okudu^um yazarların arasına koydum. Aziz Nesin'in sahibi olduğu Düşün Yayınevi'nde Orhan Duru'nun 'DengeUzmanı' benim de o yıl Türk Dil Kurumu Odülü'nü kazanan 'Bulanık Resimler' adlı öykü kitaplarımız yayımlandı. Ve o dönemde sık sık görüştüğümüzden, dostluöumuz pekişti. Bir sürc Meclis Muhabirliği, gazetecilik görevlerini başarıyla yüriıtcn Orhan Duru, uyarladıgı 'Durdurun Dünyayı Inccek Var' oyunuyla ortalığı ayağa kaldırdı. Denemeleri, anıları, çevirileri yankı uyandırdı. Oyküleriyle TRT Sanat Odüllcri yarışmasında başarı ödülünü, Sedat Simavi Vakfı Edebiyat ödülünü kazandı. Kitabın ilk öyküsü olan Fırtına'da anlatıcı, "Deniz önce uzaklarda kabardı. Ufku izliyorum. Çok ötelerdeki adaların di binden köpükler görünüyor, dalgalann uçlarındaki köpükler. Sular lâcivertliğini yitiriyor ve giderek aklaşıyor. Belki de bu yüzden 'Akdeniz' diyorlar" saplaınasını yapar ve denizdeki oluşumları dakik bir dikkatle okurlara iletir. "Denizin yüzeyi derin derin soluk alıp uyuyan bir canavarın göğsü gibi inin çıkıyor, yükseliyor, alçalıyor. Kıyıları jilct gibi keskin kaya parçalarmdan oluşan karaya miithiş bir hırsfa vuruyor dalgalar ve patüyorlar birbiri ardından. / Ağaçların gövdelcri ve tlalları fırtınanın önünde eğilip yerc vuruyor, sec decdiyorlarmışgibi." Denizin bu "biçim değiştirme" vc "eyleme geçme" halini en ' CUMHURİYET KtTAP SAYI 437 SAYFA 4
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle