25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

lerin saldırılarına borçlu olduğunu düşünmcsi gibi. Yine Herder'e göre Avrupa'nın yaşam biçimi ve görenekleri, (...) bir yandan karşılıklı kin, yabanaya karşı sevgisizlik, önyargılar; öbür yandan ulusal özyapıların önemsizleşmesi, dünya yurttaşlığı, tck dil, tek topluluk doğrultusunda biçimlenmiştir ve bu süreç sürüp gitmektedir. Avrupa topluluğu ülküsünü belki de ilk konulaştıran ve tanımlamaya çalışan yine Herder'dir. Herderhenüz 1790 lı yıllarda Avrupa'yı "Avrupa Cumhuriyeti" olarak nitelcndiriyor. "Avrupa Cumhuriyeti" tanımlaması lcısa ve öz; "Avrupa Cumhuriyeti" denen "yapı" sayısız topluluğun etkilcriyle oluşmuştur ve bütün dünyaya yaptığı etkilerle tanınır (s. 277). Batı ve Doğu'yu ayrımlaştırıcı düşünceler sürekiilık gösterse de, lcendini uünya yurttaşı olarak tanımlayan Johann Wolfgang von Goethe böyfe bir ayrımı yadsır. Fars yazmı ve Doğu masalları, Doğunun masalımsı dünyası onun için sadece bir kaçış değil, keşiftir. Doğu'yu kefşettikçe haz alır, zevk alır, Doğu'nun gizemli yönlerini, yazınını "BatıDoğu Divanı" adlı yapıtında şiirleştirir, kendi deyimiyle "anıtlaştırmak ister" ve "bütünleştirir". Doğu'yu tanıdıkça, BatıDoğu aynmına baş kaldırır. "Doğu da Batı da Tanrınındır. Oyleyse ayırım ya da ayırma niçin" diyerek şiirsel eleştirisini yapar. Goethe ayrımlaşmak yerine birleşmekten yanadır. Yaşadığı yüzyıhn belirgin anlayışını ve tutumunu da eleştirir ve insanoğlunu uyarır: "Salt çözümlemeye yoğunlaşan ve bireşimden çekinen bir yüzyıl, doğru yolda değildir" (s. 307). Kula'ya göre, Doğuluların "doğallıklan" Goethe için deniz gibidir; içinde, olmuş ve olmakta olanların karşıtlığını saklar (s. 346). Kula, Goethe'nin daha çok îran yazını ve Hafız'dan etkilendiğini, onlara övgüler dizdiğini belirtir. Goethe hep bireşime gitmek, bütünleştirmek ister. Bu düşüncesini şöyle somutlaştırır: "Amacım, Doğu ve Batıyı, geçmişi ve şimdiyi, lran'a özgü şeyleri Almanya'ya özgü şeylerle birleştirmek ve iki tararin göreneklerini ve düşünüş biçimleriniiçiçegeçirmektir" (s. 346). Burada bir ayraç açmak gerekiyor. O da; Goethe'ye gelinceye dek Doğu hep Türkler ile özdeş idi, Goethe Doğuyu "barışçıl, soylu halk" diye nitelendirdi;i lranlılarla özdeşleştirir, Türkleri olum; u tanımladığı Doğu'nun dışında tutma eğilimindedir. Goethe BatıDoğu Divanı'nda bir özlemini dile getirir. Kula'ya göre o özlem, Batı ile Doğu'yu düşünsel boyutta ayrı tutmamak, her ikisini evrensel bir bireşime ulaştırmak. Goethe bu özlemini şu dizclerde ölümsüzleştirir: Hüseyin Peker kitabını anlatıyor İnsan Arkadasımndır HÜSEYİN PEKER Ş Doğu'nun gtzamU yöntorl Doğmulapın "doflalhkları" f Özünü ve öbür insanları tanıyan Şunu da tanır: Doğu ve Batı Sanılmasın birbirinden ayrılır Duyumsayıp iki dünyayı Yurt bilmektir asıl olan En iyisini yapıyor derim, Doğu ile Batı arasında devinen insan. Goethe'nin özlemi, bir şairin özlemi olmamalı. Özlem, şairin dünyasında ve dizelerinde kalmamalı. tnsanoğlu, tıpkı şair Goethe'nin yaptığı gibi, hem şairin nem de insanların dünyasında, Doğu ve Batı, Kuzey ve Güney, öz ve yabancı, ben ve öteki arasında gezinmeli, devinmeli, bulmalı, anlamalı, sevmeli. • (*) Yrd Doç. Dr, Merstn Üniversitesi FenEdebıyat Fakültesi Alman Kültüründe Türk tmgesi \WOnur Bilge Kula/ Gündoğan Yayınlart, 359 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 410 iir anlatılır mı? Ben burada sizc biraz şiiri, biraz kendi şiirimi anlatmaya, tanıtmaya, duyurmaya calışacağım. Ama neresinden? Birluyısından. Belki şiirin o uçucu, kaybolan ama insanı titreten, bir beğeni ile çok kez üşüten, nemlendiren ve kanatlandıran beğenisinden. 'Çok uzaktayım sizlerden' Kitabımın ilk dizesi bu sayılır. Belki kolayca okuyup, geçebileceğiniz cinsten. Bu sözü biraz daha derinden düşünmenizi isteyeceğim. Niçin 'çok uzakta' olduğumu iddia ediyorum, hepinizden. Bu biraz da Istanbul'dan, Ikitelli'den (Eski ismiyle Cağaloğlu) ayrı düşmüş, ama içinde buram buram basın, yayın, rotatiflere her an biraz daha iz bırakma duygusundan mahrum kalmış eski bir yazıcının serzenişi. Sizlerden derlcen sanıyorum tüm gazete, basın uğraşanlarını kastettim. Onlardan uzakta, Izmir'de yazar olmaya çalışmanın ince serüvenini, eksik kalan yönünü tattırmaya çalıştım. Yine kitaptan, 'Cumartesi Çocuğu' adlı şiirimden sevdiğim bir dize, içinde ne arasanız bulacağınız cinsten: 'Efeydim, bu oütün sehirlerde yoktu' Bulunduğu alandan bir yerlere uzamay a, çıkıntı yaratmaya çalışan kadın, erkek hlerkesi efelik yapmış olarak görüyorum ben. Bir çeşit başkaldırmanın simgesi bende efelik. Burada 'şehir' kelimesi de bir simgeye dönüşmüş durumda. Bulunduğundan daha fazla anlam taşıyor. Bu her yerde, her alanda yoktu der gibi başkaldıran insan her zaman bulunmuyor, tanınmıyor der gibi çe*şitli anİamlar içeriyor. Bir dize de 'Öğrenci' şiirimden. Bakın bu şiirimi çok seviyorum.Bana kalsa Türk Şiiri'nin bir yerine kaydedilmesi gerekir diyebileceğim az şiirimden biri. Însanlar, gençler hep bu şiirde anlatmak istediklerimi unutmasınlar istiyorum. 'Şimdi hepiniz bir köşe' Ökulda birlikte okurken, bir kafede birlikte çay içip konuşurken, ne olacağını, neye varacağını bilmediğiniz genç arkadaşlarınız bir gün karşınıza bir bakan, bir ünlü ozan, bir holding patronu olarak çıkabiliyor. Ama siz onunla birkaç çay içmiştiniz. Koyu bir sohbctc tutuşmuştunuz. Ya da bir birahanede sizden fazla sarhoş olan oydu. Şimdi ise. Evet şimdi herkes bir köşe. Beni bu kısa, dört uçlu dizenin bu derin anlamı her zaman yakalıyor. Keşke dünyada, günün birinde herkes bir köşe olmasaydı. Bu kez bir dörtlükle kitabımı size yaklaştırmak istiyorum. Bu dörtlüğü de Eve Dönüşün Üç Öyküsü' adlı şiirimden seçtim: 'Bizim olan hayatımızdır nasıl olsa Geçecek sazlar, kamışlar arasından bir büyüklük arayacak Yalan mıdır düşkün bir yürek taşıdığımız? Bağırsa bağırsa.. kendinindir susacak' Bu dizeler belki teslim olmanın anlatımı. Hayata yenik düşmenin, daha öte bir şey yapamayacağım demenin serzenişi. Düşkün bir yürek taşımaktan sözederken, yaşamın insana getirdiği bir yığın kötü çark dişlisi, istemeden içine girdiğiniz sizin olmayan, sizi götüren düzen istemeden yarattığınız günler, istemediğiniz koşullara kabul derken vediğiniz istemsiz ödünler kastediliyor. Yüreğimizin bir gün istemi mizin dışında bir yolda yürüdüğünü hissettiğimiz anda karsımıza dikilen o burkuntu: Ben bu dünyadan mıyım? Yoksa bu insanları da ben mi yarattım? istemeden yürüyen bir çark hepsi: Yaşamın kendisi. Susmak dediğimiz de ölümün, yani yaşayıp bitirmenin kendisi, hepsi! 'Aslım bağımın soğuk tulumbasındandır' 'Pehlivan' şiirime bakarak söylüyorum, bu dizenin getirdiklerine. Sakın aslınızı inkâr etmeyin ey ozanlar, şiir okuyucuları ve herkes, hepiniz! Aslımız nedir? Aslımız bizi yaratanlar, bize emek verenler, bizi doğrultanlar, belimizi yerden kaldıranlar. Bizi biz yapanlar. Yani doğruyu düşünmeyi öğretenler. Bunlar bazen bir ozan, bazen Dİr düsünür, bazen sokakta, kahvede karsımıza dikilen bir genclik arkadaşı; hatta anne, babamız büe olabilir. Kim bize doğru düşünmeyi getirdiyse, kim öğretmenimizse. Sakın ola, onu bir gün unutmayın! Ona sırt çevirmeyin, ömür boyu onu en güzel duvgularla anın. Dünyaya ödenecek yaşam borcunun sırrı da burda zaten. Ustalarımıza her zaman boynumuzun kıldan ince durması. Oğreticilerimizin, bize doğru yolu gösterenlerin kem bakışını almak, onlann küçümseyen bakışı altında kalmak, belki hayatta karşılaşaca ğımız durumların en gülüncü olacaktır. Ben de çeke çeke pazılarımı büyüten, beni kuvvedi yapan tulumbamı asla unutamadım. Benim aslım o, 810 yaşlarında beni çevik gibi kuvvetli yapan tulumbanın sapında gizlidir. Bu kez, iki dize abyorum 'Sessiz Baskın' şiirimden ' Arka sokaklarda bilmiyor kimse kimsenin hayatını Bense sevdasındayım çözmeyi dikenli bir çiçeğin' Bu iki dizede ilk akla gelen açık anlam; yoksul mahallelerin yoksul kalmanın gizinin çok derinlerde ve acılı olduğu, yoksulluğun insanıkarıştıracakkadarbirgizlilik içerdiği, benimse bu toplumsal acıya karşılık, bu bireysel tutumla, bir dikenli çiçeği çözmek gibi ince sevdalarla oyalandığım, uğraşmak zahmetini göstermediğimi düşündürüyor. Bence yaşamdaki tüm giz, en yoksul yaşanan biçimlerde gelişiyor. Yokluk beraberinde en derin düşünceleri yeşertiyor. Çok şeyi olan bir kişinin yaşama becerisinden yoksun gcliştiğini düşünürüm hep. Belki ulaşım, uygarlık, çatal bıçak, hava yolları, liman kuruntuları insana yarar da getirmiştir, özlemlerimizin tümünü de götürmüştür. Bence bir çiçeğin yeni oluşan yeşil yapraklarını okşamak her şeydcn daha güzel ve yalın gelişiyor. Dünyanın gürültüsüne kendimizi kaptırmayalım. Yetişemeyeceğimiz dostlarımız olsun, özlemlerimiz hep Dİr yerdc dursun. Burada iki şiirimin konusunu, söz konusu etmek istiyorum. Aslında her şiirin bir konusu; ya da bir konuyu, bir durumu anlattığını düşünürüm. Ama bu iki şiirin konusu biraz daha başka. Belki şiiri anlamanızı tamamlayacak bir şeyler gizli konusunda. Biri 'Sessiz Baskın' adını taşıyor. Eniştem hep Ayvalık'a götürürdü bizi, küçükken kamyonetiylc. Bu şiiri yazdığım sıralarda ise, yine Ayvalık a bir akrabasının sünnetine götürmüştü bizlcri. Ben hemen kalabalığın, o tören gürültüsünün arasından sıyrıldım, (Her zamanyaptığım gibi) evlerin arkasındaki Çamlı Tepe'ye çıktım. Oradan hüzünlü bir bakışla Ayvalılc'ı, tepede Rumlar döneminden kalmış çanları, sonradan dikilmiş çam ağaçlannın sorguçlarını ve titreyen Ege Denizi'ni seyrettim. Bir tepeden dünyanın görünüşünü sorguladım, kendimi tarihle iç içe düşündüm bu şiirde. Tıpkı .Şeferis gibi. Bir dönem sonra Seferis ın 'Üç Kırmızı Güvercin' kitabındaki şiirlerini okuduğumda ise, bu şiirlere hiç yabancı olmadığımı anımsadım. Çünkü Ege'de olmak, nep birbirine benzeyen duygular yaşatır. Bir ikinci konusundan sözedeceğim kısa şiir ise '23 yaşında ve 3756 boyunda' adını taşıyor. Zaten önemi de bu isimde gizli. 23 yasında olmayıanladık da, ne demek olabilir bu 3756 m. boyunda olmak. Bu ölçü Niğde Aladağlar'ın Demirkazık zirvesinin ölçüsüdür. Bense bu şiirde, bir hayranlık ile sadece resimlerde izleyebildiğim Demirkazık tepesine bir çıkış yapıp, oradan intihar etmeyi planlıyordum. 23 yaşında iken o tepeden intihar etseydim.belki atladığım yukseklik 3756 m olacaktı. Ve ben bu yüksekliğe erişecektim. Bu karamsarlığın nereden geldiğini ise o dönem etkisinde kaldiğım varoluşçu filozoflara sormak gerekiyor. Sevdiğim iki dize de tstanbul'u anlatan 'Göç Eşyası' şiirimden: 'Yalnızlık göç eşyası O burgazdan bu burgaza' Bu iki dizenin îstanbul'a kestirme yoldan anlatan iki dize olduğunu düşünüyorum. Şimdi pek kalmadı o burgazlardan ama eski bir dönemde Istanbul, burgazlar arası bir şehir olarak anılır, bilinirdi. Şimdi ise birkaç çevre yolu arasına sıkışmış, toz rengi, akşam bulaşığı bir dizi apartman ve TV anteni yığıntısı bir şehir. Araya sıkışmış birkaç cami silueti ve birkaç damla mavi Boğaz kırıntısı, deniz damlası olmasa tstanbul olduğunu bile hatırlamayacağız. Bir de sıkışık ve ölgün bir trafik, yürümeyen otobüsler, taksuer, boşuna öldürülen zaman, yetişilmeyen randevular, olabildiğince panalı ve yaşanmayacak zorlukta bir hayat. Artık Istanbul'un özeti bu. Ben bu şiiri düşündüğümde Kemerburgaz'dan bir kamyonun sırtında Eyüp'e, Kâğıthane'ye rüzgârlı bir akşamüzeri dönüşü yapıyordum. Sırtımda burgazlar, su kemerleri vardı. Benim için Istanbul, o burgazdan bu burgaza ulaşılabilen hüzünlü bir şehri taşıyordu. Şiir nasıl bir ülkedir. Oraya nereden varılır. Ulaşınca o kıtadan çıkmak kolay mıdır? Dizelerin ucuna tutunarak yaşam kolay mıdır? Dünyanın bunca sıkıntısı arasında, şiiri uçuracak bir dizi duygu neremizde yeşerir? Belki hepsi kelimelerin ucuna tutunmakla eş anlamlı. Şiir yazmak belki papatya tarlasında baharı bulmak kadar zevkli, anlamh ve bembeyaz. Evet, o güzel duyguların arasından seslenmek, okura ulaşabilmek; okur için de, ozan için de duyguların en güzeli! • İnsan Arkadasımndır / Hüseyin Peker / Yapı Kredi Yayınlart / 120 s. SAYFA 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle