Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
vardır Bizans'ın? Ve elbette Çandarlı görevini kötüye de kullanmıştır, Bizans'tan armağanlar kabul etmiştir ve etmektedir. Ama ne olursa olsun Çandarlı Halil koca bir geleneğin temsilcisidir. Osmanlı'nın bağrınuan koptuğu Türkmen töresinin. Ve geleceği görebilen büyük bir devlet adamıdır: "Keci kılından kara çadırlartyla Anadolu hozkırına kartal gibi inen Türkmen obalannı düsündü. Uçsuz bucaksız düzlükler gecmişler, dağlar asıp ülkeler katetmişlerdi, yayla pınarlanna, trmak boylarına sürmüşlerai güzel yeleli yağız atlannı. Çifte su verilmts eğri kılıçîanyla kaleler fethetmisler, can alıp can vermişlerdir. Sonunda Söğüt'ün düzüne konmuşlardt iste, dur durak bilmeden Bilecik'i, Bursa'yı almtşlar, Rumeli'ne varıp, Edirne'de saraylar kurmuslardı. Tuna'dan geçen atlar dört yüz çadırlt bir aşiretten koskoca bir devlet çıkaran cedainin atlarıydı. Halil Bizans'ın düşmesiyle Osmanlı'nın tarihinde yeni bir dönemin baslayacağını biliyordu. Devlet Oğuz töresinden kopacak, dedesi Kara Halil'in kurduğu yeniçerı ocağı önce beylerin sonra padişahlartn başına bela kesilecekti, Yattığt yerden bir süre daha kutlu Horasan topra&ından gelmis kilimlere baktı. Uçarı bir sevinç kapladı benliğini." (s. 5152) Artık güçlü olan molla takımı ve Zağanos Paşa gibi devşirmelerdir. Osmanlı gücünün doruğuna tırmandıfiında koca imparatorluğu çökertecek canavar tohumlannı barındırmaya başlamıştır bile karnında! Yeniçerinin acımasızlığı, molla takımının bağnazlığı ve gericiliği! Bir soru beliriyor zihnimde: Osmanirnın emperyal gücünün özgün ve atılgan yöntemi "devşirme" usulu trajik t>ir çelişkiyle yıkıma yol açan çatlaklardan birini oluşturmamış mıdır? Egemenin çocuklarına el koymasının acısını yüzyıllar boyu yaşamış mıdır Doğu Avrupalı? O ülkelerde, bugünün koşullarında akıl dışı olan Türk düşmanlığının sürmesini besleyen, bu bilinçaltı korku değil mi? Devşirme asker veya Enderun mensubu tüm "dönek"ler gibi kraldan çok kralcı mıydı? Osmanlı'nın gaddar yanını bileyen, yoksa devşirmelerin aşırılığı mıydı? Nedim Gürsel bu soruların üstüne gitmez, ama bize bir kurbanın, bir devCUMHURİYET KİTAP SAYI 319 şirmenin, Fatih Sultan'ın içoğlanı SelimNikola'nin iç dünyasını açar. Delikanlıdaki kişilik çadaması, runsal yapısındaki ikileşme son derece etkileyici bir biçimde anlatılmıştır. Selim îstanbul kuşatmasında biçilip gider... Yaşasaydı, güce ulaşsaydı, kendine yabancılaşmış kişilik yapısı kimbilir ne zulümlere kadir olacaktı? Osmanlı tarihinde ve yaşamında yüce, ince, güzel pek çok unsur da vardır, kuşkusuz. Nedim Gürsel'in anlatısındaki başat ögelerin denşet vericilerin arasından seçilmesi kimi Osmanlı tarihçilerini incitebilir. Ancak, burdaki sorunsalı tarihsel gerçeklik alanında aramak inceleme konusu bir roman olduğu için yanıltıcıdır. Sorunsalı romanın iç gerçekliğinde yarıi kurgusal düzlemde incelemek zorundayız: Yazarın bir amacı kuşkusuz, tarihsel gerçeklere ters düşmeyen ancak özgün bir Fatih Sultan portresi çizmeKtir ama tek amacı bu değildir. Boğazkesen aslında çağdaş bir ürküntü döneminde (12 Eylüfi, kendi kapalı kişilik yapısı yüzünden büsbütün karabasana hapsolmuş bir genç adamın, yazar Fatih Haznedar'ın Fatin Sultan Mehmet'i ve Istanbul'un fethini anlatan bir roman yazma (yazamama) çabasının, girişimlerinin öyküsüdür. Eskilerin deyimiyle "hikâye içinde hikâvedir". Böylece geliriz Boğazkesen'in ikınci baş kişisine, çağdaşımız Fatih Haznedar'a: Vazdığı romanın içinde bunalan ve bu bunaltının sonunda seviştiği kadının boğazını kesen erkeğe. Nedim Gürsel bir söyleşisinde(*), kimi kadın okurların Fatih Haznedar gibi yumuşak bir adamın cinayet işlemesini inandırıcı bulmadıklarını söylüyor. Bir kadın okur olarak kimi hemcinslerimin yargısına katılmıyorum. Duygu yoğunluğu şiddetli ama duygularını dısa vuramayan, başka bir deyişle tutkulu ama tutuk, dolayısıyla saplantılara çok yatkın, ne zamannerdenasıl bir şiddet patlamasıyla boşalacağı belli olmayan tehlikeli bir erkeğin çok başarılı bir portresidir Fatih Haznedar. Onun bir entelektüel ve kibar bir insan olması kişilik yapısının temel iskeletini değiştiremez ki! 12 Eylül'ün güvensizlik soluyan kapalı atmosferi ağır bir yük gibi abanır yalnız ve içe dönük Fatih Haznedar'ın zihnine. Bu basıncın altında şiddete, dehşete dönük duyarhğı ve duvargaları iyice hassaslaşır. Böyle bir run durumunda Fatih Haznedar'ın düşgücünün Fatih Sultan Mehmet'te ve Osmanlı tarihinde korku salan, ürkünç ne varsa onu mıknatıs gibi çekmesi, Fatih Haznedar'ın kanramanı Fatih Sultan Mehmet'teki şiddetle özdeşleşmesi pek doğal değil midir? Boğazkesen'in kurgusu, birbiriyle kesişen iki farklı zamansal düzlem ile çatılmıştır: îstanbul'un fetih dönemi ve 12 Eylül dönemi... Osmanlı döneminin olayları ve Osmanlılar'ın iç dünyaları, Fatih Haznedar'ın yazdığı metinle ilgili olarak kendi iç dünyasının seçimleridir. Bu geçişlerin bence en başarıhsı, baskı ve ürküntü döneminin büsbütün keskinleştirdiği kendi duygularının, kendi yalnızlığının ağırlıöı altında bitkin Fatih Haznedar'ın, kendi eylemlerinden ve kendi şiddetinden yorgun Fatih Sultan Mehmet'le özdeşleşmesidir. ("Bu Bölüm Fatih Sultan Mehmet'in Kendi Yaptırdığı Külliyede Hali Nicedir Işte Onu Anlatır" s. 82) Nedim Guıscl'ın ^ağu^ımlara dayalı kurgusu 1450'lerde 1980'leri, 20. yüzyıl bireyiyle 15. yüzyıl egemenlerini ve kullarını neredeyse şiirsel bir bütünsellikte sunmayı deniyor. 20. yüzyıl romanına özgü böylesi kurgular kuşkusuz başlıbaşına birer yazınsal haz. Yöntemin bu erdemle atbaşı giden bencekusuru ise okuyucuya romanın oyunsuluğunu gerefiinden çok anımsatması ve böylece etkileyiciliğini kısıtlaması. (Batı'da şimdilerde hayli tutulan "metafiksiyon bana hep, gerçekliktelci acıdan kaçan haz düşkünü günümüz batıhsının gereğinden çok "oyun"a eğilmesinin bir sonucu gibi gözüküyor. Ama bu, belki de hiç nesneı bir saptama değil ve benim yaşamın gerçekliğini hissetmeye aşırı düşkün kişisel yapıma bağlı öznel bir görüş, yalnızca. Zihnimdeki soru, bir kurgu yöntemi olarak metafiksiyona yönelik. Yoksa, Nedim Gürsel yöntemi başarıyla vurguluyor.) Gürsel'in kurgu içindeki kurgusunun mantığı, benim gibi hem yazar hem okur birisi için saydamdır; ama belki Fatih Haznedar'ın kişilik yapısının yumuşak örtüsü altında gizli şiddet özüyle, kaleme aldığı metinlerde Osmanlı tarihindeki şiddete yönelmesi arasındaki ilişki kimi okurlara bulanık görünebilir. Boğazkesen bana kalırsa çok başarılı bir roman. Gene de zihnimde bir öneri beliriyor, okuru fazla zora koşmamak ve zengin tarihsel malzemeyi daha iyi değerlendirebilmek üzre. Acaba tarihsel malzemenin şiddetten uzak yanlarını da sergileyerek Fatih Haznedar'ın seçimini dana doğallıkla ve/veya kendiliğinden ve dolaysız belirten ve vurgulayan bir üçüncü düzlem zamansal veya değil kurguya katdsaydı, sonuç ne olurdu? Bilmem Nedim Gürsel bu öneriye ne der? Boiazkesen \n başansını güvenceye alan kimi yazınsal değerlerinden söz etmek isterim. Boğazkesen'deki tarih yorumu elbette "gelenekçi"den ayrılıyor; ama bu yorumun sunuluşu, Nedim Gürsel eibi kültürün sürekliliğinin ve bütünselliğinin bilincinde bir yazar tarafından "geleneksel"e atılan köprülerle kurulmuş. Osmanlı dönemine dönen her bölümün başına, dönemin tümce kuruluşuna, söz dizimine gönderme yapan başlıklar, o zamanın kimi şairlerinden ve dönemi irdeleyen Osmanlı tarihçilerinden alıntılar konulmuş. Böylece okur günümüz dünyasından 5 yüzyıl önceye hızlı bir zaman tünelinden geçerek ulaşıveriyor. Fetih çağını anlatan böfüm ler, tarihsel incelemelerle ve döneme özgü gerçekçi ayrıntılar ile söylence ve düşgücü arasında kurulmuş duyarlı bir sözef denge (Özellikle 4. ve Egetnenter ve kular 5. bölümler). Nedim Gürsel romanın dilsel dokusunu örerken, bir çelişkinin üstünden ustalıkla geliyor: Anlatilan şiddetin kötücül, vurucu etkisini zedelemeden son derece akıcı, kıvrak, duru ve "güzel" bir dil kurmayı başarıyor. bunu kuşkusuz sözcük seçiminde ve dizimindeki ustalığıyla gerçekleştiriyor. Istanbul'un fethi bölümü, kanımca, Türk yazınındaki en etkileyici metinler arasında sayılmalı. Burada, Nedim Gürsel bu topraklar üzerinde yaşanmış bu önemli savaşı anlatırken, gene bu topraklarda vuruşulmuş iki yaşamsal savaşa ve onları due getiren, dünya ve Türk yazınının iki vazgeçilmez başyapıtına göndermeler yolıuyor. Halkların yaşamlarının, ilişkilerinin ve kültürlerinin tüm çelişkileri ve çatışmaları kapsayıp aşan dırimselliğini, sürekliliğini duyumsatmak istercesine... Troya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı, Homeros'un llyada'sı ve Nâzım Ustanın Kuvayi Milliyesi. "Geldiler. îlkyaz günesinde parıldayan surlann önüne bölük bölük dizildiler Anadolu ve Rumeli kentlerinden, bozkır köylerindendiler Amasya'dan, Sıvas ve Porsuk'tan, Aydın, Iznik, Bursa'dan. Manisa ve Saruhanlı'dan. Edirne'den, Serez'den, Manastır'dan. Kıztlırmak'tan, Tuna'ya her köşeden, her bucaktan, Konstantiniye'yı ilk kez görüyorlardt. Dağ köylerinden, Gediz bağlarındandtlar. Kazdağ, Kesisdağ, Toros'un eteklerinden. îsfendiyar, Gelibolu, Karaburun ve Ağacdentzinden. Surlart ilk kez görüyorlarât." (s. 145146) Böyle sıralıyor Nedim Gürsel îstanbul'u kuşatan yiğitleri. Tıpkı Homeros'un llyada'sında Troya'nın yardımına koşan Anadoluluları ve Trakyalılar'ı (Dardanelliler, ldalılalar, Larissalılar, Mysalılar vs.) dizim dizim dizdiği gibi. (Homeros, Ilyada, Çev.: Azra Ernat, A.Kadir, Sander Kitabevi, 1967) Kuşatmaya katılanlar tıpkı Nâzım Hikmet'in Kuvayi Milliye'sinin kahramanı "cesur, cahil, hakim ve çocuk(turlar)" halk gibidir. "genç, yasfı ve çocuHtular)" (s. 146). Ve elbette kültür bütünsel bir akıştır... Bu olguyu Boğazkesen'de bir kez daha yakalamak önemli ve güzel... • Boğazkesen/ Nedim Gürsel/ Can Yayınlan/ 1995/ 245 s (*) Cumhuriyet Kitap, Ocak 1996 SAYFA 13