27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Orada, hurma ağaçlannın altında bilinen panterlerin. Hiçbir kuş geçmiyor kanadıyla kırbaçlayaraktan İçinde kocaman bir güneşin dolaştığı yoğun havayı. Ara sıra, uykusunda ısınan bir boa yılanı, Dalgalandınyor sırtını, pulları parıldayan. Hazırlayan: Cevat Capan Alev almış mckân yanıyor işte böyle açık göğün altında, Ama her şey uyurken içinde kederli yalnızhkların, Derileri pürtülclü filler, o yolcular, yavaş ve haşin Gidiyorlar çöllerden geçerek anavatanlarına. Kahverengi kitleler gibi, ufuktaki bir noktada, Görülüyor, geliyorlar toz kaldıraraktan, Sapmamak için en düz yoldan, Uzaktaki kumulları yıkıyorlar geniş ve kararlı ayaklanyla. En öndeki, yaşlı bir başkan. Vücuduysa Yarılmış, kemirdiği ve aşındırdığı bir kütük gibi zamanın; Bir kaya gibi kafası ve eğriliği sırtının Kamburlaştırıyor en küçük çabasında. Yavaşlamadan asla ve hızlandırmadan adımlarını, Yönlendiriyor toz içindeki eşyalarını kesin hedefe doğru; Ve bir iz bırakarakarkalarında kumlu, Iri hacılar izliyorlar saygın yaşlıyı. Hortumları dişlerinin arasında, kulakları yelpaze biçiminde, Yürüyorlar, gözleri kapalı. Karınları vuruyor ve tütüyor, Ve terleri, tutuşmuş havada sis olup yükseliyor, Ve binlerce kızgın böcek vızıldıyor çevrelerinde. Ama ne önemi var susuzluğun ve doymak bilmez sineğin, Ve güneşin, kara ve buruş buruş sırtlarını pişiren? Terkedilmiş ülkenin düşünü kuruyor yürürken, Soylarının barındığı incir ağacı ormanlarının. Yeniden göreceker büyük tepelerden inen ırmağı, İçinde kocaman suaygırının yüzdüğü kükreyerek, Ki oraya, ay ışığında beyazlaşarak ve biçimlerini yansıtarak, Inerlerdi su içmek için, ezerek sazlan. f ' v . v./r îşte bu nedenle, cesaretli ve yavaş, geçiyorlar Siyah bir çizgi gibi, uçsuz bucaksız Kumda, Ve çöl yeniden bürünüyor kımıltısızlığına Ufukta kaybolunca ağır yolcular. HİALMAR'IN YÜREĞİ Kar kırmızı. Aydınlık bir gece, bir rüzgâr buz gibi. Bin yiğit, mezarsız uyuyor orada, Kılıç elde, gözler ürkek, Kımıldamıyor hiçbirı. Bağırarak dönüyor kara kargalar yukarıda. Soğuk ay uzakta döküyor solgun alevini. Hialmar, kalkıyor kanlı ölülerin arasından, Kınk kılıcına dayayıp iki elini Savaşın al rengi, akıyor iki yanından. Hey! Hâlâ daha var mı biraz soluğu kalan, Onca neşeli ve güçlü delikanlı arasında Bu sabah yüksek sesle gülen ve şarkı söyleyen, öten karatavuklar gibi sık çalılıklarda? Dilsiz tümü. Benim başlığım parçalandı, Delindi zırhım ve kopardı çivilerini onun bir balta. Gözlerim kanıyor. Duyuyorum kocaman bir mırıltı Benzeyen denizin vc kurüarın ulumasına. Gel buraya, karga, insanlan yiyen yiğidim benim! Ac göğsümü demirden gaganla. Olduğumuz gibi bulacaksın bizi yarın. Sıcacık yüreğinıi götür Ylmer'in kızına. Kontların iyi biralar içtikleri ve tokuşturarak altın testilerini Hep birlikte şarkı söyledikleri Upsala'ya, Uç yıldınm hızıyla, ey çalılıkların aylak gezgini! Ara nişanlımı ve yüreğimi götür ona. Kuzgunlann dolaştığı kulenin tepesinde Göreceksin onu ayalcta, beyaz, uzun siyah saçları. İki ince gümüş halka sallanıyor kulaklarında, Ve güzel akşamların yıldızından daha aydınlık onun gözleri. Git, karanlık haberci, söyle ona onu sevdiğimi, Ve gönderdiğimi işte vüregimi. Onu görecek Kırmızı ve sağlam olduğunu onun ve titrek ve solgun olmadığını, Ve Ylmer'in kızı, karga, sana gülümseyecek! Ben ölüyorum. Akıp gidiyor ruhum yirmi yaradan. Benim işim tamam. Ey ku îy kurtlar, için kıpkırmızı kanımı, alın. Genç, yiğit, gülerek, özgür ve utanacak bir şeyim olmadan, Güneşte oturacağım, arasında tanrıların. CUMHURİYET KİTAP SAYI 313 Leconte De Lisle/ Şiirler/ Çeviren: Gürhan Tümer Parnassos Dağı'ndan doğa şiirleri arnassos, Yunanistan'da bir dağdır. Kireçtaşı oluşumludur, çoraktır, çıplaktır. Boksit yatakları içerir ve Korinthos Körfezi ne bakar. En yüksek noktası 2457 metredir. Kutsaldır. Apoflon'un ve Korykion'un su perilerinin bu dağda oturduklarına inanılır. Ayrıca, adı sanat tarihine de geçmiş bir dağdır, çünkü kimilerine göre, sanatçılann esin perileri Musalar'ın mekâru orasıdır ve bir de, Paris'te, adını bu dağdan alan bir semt vardır. Montparnasse. Montparnasse, bu yüzyılın ilk çeyreğinden, yani I. Dünya Savaşı'ndan sonra, Montmartre'ın yerini alarak, Paris'in dolayısıyla, Avrupa'nın da, en önemli sanat merkezlerinden biri olmuştur. Ama bu tarihten çok daha önce, geçen yüzyılın ikinci yarısını biraz geçe, 1860'larda, tam tarihiyle 1866'da, Fransa'da, Lemerre adu bir yayıncı, otuz yedi ozanın şiirlerini, "Le Parnasse contemporain" ("Çağdaş Parnassos") adını verdiği bir kıtapta toplamıştır. Işte bu kitaba giren ozanların bir bölümü, daha sonraları, kendilerini "Les Parnassiens ("Parnassoscular") diye niteleyerek bir okul oluşturmuşlardır. Bu okulun yandaşları, romantizmin aşırılıklanna, aşırı bireyciliğe karşı çıkmışlar, "sanat icin sanat" demişler, bunu savunmuşlar, bir başka deyisle, sanatı, özellilde de şiiri, Parnassos Dağı'nın tepesine çıkarmak istemişlerdir. Parnassos Okulu'nun, adları bugüne de kalmış olan ozanlan arasında Thedore de Banville'i, SullyPrudhomme'u, Françojs Coppe'yi, JoseMaria de Heredia'yı sayabiliriz ama, Leconte de Lisle, bu okulun önderi olarak, biraz daha önemlidir. Ülkemizde pek fazla tanınmayan bu ozan, oldukca egzotik bir yerde, Afrika'nın güncyindeki, Madagaskar Adası'nın yakınındaki, küçük Reunion Adası'nda, 1818 yılında doğmuştur. Arna Fransız'dır, oraya yerleşmiş olan askerî bir cerrahın oğludur. Gençfiğinde bir süre sosyal demokrasiyi savunmuştur, onun uğrunda savaşmıştır ama, sonraları, biraz da bu yolda başanlı olamadığı için, vazgeçmiştir ve çok ilginçtir, tam tersi bir yol tutturarak, halkı küçümseyen, ona tepeden, Parnassos Dağı'nın doruklarından bakan bir seçkinci olmuştur. Leconte de Lisle'nin şiiri, kendisi gibi egzotiktir. Onun egzotikliği, yalnızca ta Reunion'da doğmuş olmasından değil, Fransa'ya dönüp Paris'e yerleşmeden, Academie Française'e seçılrneden önce, Uzakdoğu'ya, ta Hindistan'a uzanan yolculuklar yaprmş olmasındandır. Leconte de Lisle, doğayı sever, doğayı anlatır. Ama onun lcarşısında, yüreği neşeyle dofmaz, başkaları gibi çocuklaşıp, kırlarda, çiçeklerin çimenlerin arasında yuvarlanma isteği duymaz. Onun dofia sevgisi daha bir mesafeüdir. Ona, Parnassos'un tepesinden bakar yani. Hayvanları sever Leconte de Lisle. Ama öteki doğaseverler gibi, oradan oraya koşturan, rengârenk kelebekleri, minik kuşları, yani sevimli, cana yakın hayvanları değil, gri, neredeyse siyah, buruş buruş derili, ağır ağır, hantal hantal yürüyen kocaman filleri, bütün canlılardan uzak duran ve soğuk soğuk bakan akbabalan sever. Ve birçok ozan ilkbaharı anlatmayı severken, Leconte de Lisle, yazı, hem de, öyle deniz kıyılannda, havuz başlarında, mayoyla oturulup soğuk biraların içildiği yaz günlerini değil, insanın, doğanın üzerine abanan, dünyayı kasıp kavuran, alev alev tutuşturan yazları sever, onları anlatmayı sever. Leconte de Lisle'nin, çevirdığim bu şiirleri, sıcacık dizelerden oluşmuyor. Onlar, bunaltıcı yazları anlatsalar da, soğuk şiirler bence. Ama görkemli ve güzel. Bu şiirler, şiirde pek de alışık olmaaıgımız, değişik bir tat içeriyorlar bana sorarsanız. "Hialmar'ın Yüreği"ndeki duyarlık ise bambaşka. P AKBABANIN UYKUSU Ötesinde dik And Dağları'nın, Kara kartalların kol gezdiği sislerin ötesinde, Huni gibi kazılmış tepelerden daha yüksekte, Kanlı akışının kaynadığı yerde bilinen lavların, Kanatları sarkık ve yer yer kırmızı olan Geniş kuş, dopdolu kederli bir aldırmazlıka * ~ Amerika'ya bakıyor sessizce ve mekâna, Vc karanlık güneşe soğuk gözlerinde ölen. Geliyor gece Doğu'dan, orada bozkırlar genişliyor Kat kat dağların eteğinde sonsuzca, Ve Şili'yi, kentleri, kıyılan uyutuyor, Pasifik Denizi'ni ve tanrısal ufku da; Eline geçirdi bütününü dilsiz kıtanın: Kumlardan tepelere, boğazlardan yamaçlara, Doruktan doruğa, genişletiyor büyüyen kasırgalarla, Ağır taşkınını kabaran suların. O, bir hayalet gibi, yalnız başına, yüce dağların tepesinde, Bir ışık içinde, karın üzerinde kanayan, Bu korkunç denizi bekliyor, onu kuşatan: Geliyor o deniz, yayılıyor, örtüyor onu bütünüyle,. Dipsiz uçurumda güneyin Haç'ı yakıyor Gökyüzünün kıyılarınaa yaldızlı fenerini. Hırıldıyor zevkten, tüylerini oynatıyor, Kaldırıyor boynunu, çıplak ve adaleli. Havalanıyor kırbaçlayarak And Dağlan'nın çetin karlarını, Rüzgârın ulaşamadığı yerlere çıkıyor boğuk boğuk haykırarak, Ve uzak kara küreden, yaşayan gezegenden uzak, Buz tutmuş havada uyuyor, koskocaman kanatları. ÖĞLE Öğle, yazların kralı, saçılmış ovaya Mavi göğün yüksekliklerinden, gümüş tabakalar gibi düşüyor. Susmuş her şey. Alev alev, soluksuz yanıyor hava; Toprak, ateşten giysisi içinde uyukluyor. Tarlalarda hiç gölge yok ve enginlik koskocaman, Ve kurumuş kaynak, su içtiği sürülerin, Karanlık sınırlarıyla, uzaktaki orman, Kımıldamadan, uyuyor orada, içinde ağır bir dinginliğin. SAYFA 16 Yalnızca, olgunlaşmış ırı buğdaylar, altın bir deniz gibi, Küçümseyerek uykuyu, uzakta yayılıyorlar; Kutsal toprağın uslu çocukları, Güneşin kadehini korkusuzca boşaltıyorlar. Arasıra, yanan ruhların iç çekmesi gibi, Kendi aralarında mırıldanan ağır başakların bağnnda, Bir dalgalanma, yavaş ve görkemli, Uyanıyor ve ölüyor tozlu ufukta. Birkaç beyaz öküz, yatmışlar otların arasına, yakında bir yerde, Kalın sakağılarının üzerinden ağır ağır akıtıyorlar salyalarını, Ve izliyorlar, baygın ve çok güzel gözleriyle, Içsel dıişlerini, niçbir zaman tamamlayamadıkları. tnsan, yüreğüı acıyla dolu olarak, neşeyle ya da, Geçersen öğleye doğru tarlalardan ışık içindeki, Uzaklaş! Güneş tükenir vc bostur doğa. Burada hiçbir şey canlı değildır, hiçbir şey kederli ya da neşeli. Ama eğer, gözyaşlarının ve gülüşlerin yanılgı olduğunu anlamışsan, Susamışsan unutmaya bu çalkantılı dünyayı, Bilemediğinden bağışlamak mı gerek yoksa lanetlemek mi, eğer ıstiyorsan, Yüce ve kederli bir hazzı tatmayı. Gel! Soylu sözlerle sesleniyor günes sana; Kaybol git sonsuza kadar onun şiduetli ateşinde; Ve geri dön küçücük kentlere ağır adımlarla, Yüreğin yedi kez dalmış olarak tanrısal hıçliğe. FtLLER m Kırmızı toprak uçsuz bucaksız bir deniz gibi, Sessiz, yatağına çökmüş, alev alev yanıyor. Kımıltısız bir dalgalanma dolduruyor Insan yaşadığı sisli ufku bakır rengindeki. Hiçbir yaşam yok ve hiçbir ses. Karınları tok bütün aslanların Uyuyorlar yüz fersah ötedeki küçük mağarada, Ve uzaklardaki maviliklerden su içiyor zürafa,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle