24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

fet halinde dolaşıma çılcartılmış bir aşk var toplumların hayatına bakınca. Toplumların da ctikleri vardır ve bunlar gelişiyorlar zaman zaman. Önemli gerilimler yaşıyor toplumlar. Kendi aralarında yaşıyor, bir dönem, bir çağ kendi içinde gcrginlikler yaşıyor. Dolayısıyla, insanın temel alanlanna ilişkin ciddi laçkalıklar ortaya çıkıyor. Aşk, örneğin 20. yüzyıla dönüp Daktığımızda, alan kaybctmiş durumda. Klasik çağların içinde, Ortaçağ'a dönüp bakacak olduğumuzda, aşkın tanımı bence daha mutlak sınırları içindedir, daha tutarlıdır. 20. yüzyıl bunu da bir çeşit ticari ilişkiler çerçevesine yerleştirdi. Tüketim toplumlarına dayalı hayat tarzları, bütün bu özellikler, aşkı klasik söyleminden de, klasik değer ölçülerinden de çözmeye başladı. Ben o anlamda kendimi anakronik bir insan olarak görüyorum: Benim için aşk, hayatın temel eksenlerinden biri. Asksız yaşamanın düşünülmemesi gerek. İnsan aşkı bulamayabilir: o zaman arasın... aşkı bulmuşsa, o zaman korusun. insan hayatında aramak ya da bulunanı korumak yer ediyorsa, bu, bana öyle geliyor ki, insanın bütün toplam faaliyetini etkileyebilecek, ona biçim verebilecek bir özellik halini alabilir. insanın varoluşuna anlam katabileceği en'önemli alanlardan biri aşk. Aşka bu özenle, bu ihtiyatla yaklasan bir insan, şiire de aynı özen ve ihtiyatla yaklaşabilir." Günümüz dünyasında siyasa da, toplumsal dinamizm de, bir yerde tıkandı, törpülendi, eski özelliklerinden stynldı gibi. Bunun siire olan olumlu ya da olumsuz yansıması var mı? "Olmaz mı? Birinci elden var. Garip bir biçimde, bakıldığı zaman, işte Türkiye'de siyaset hayatı, ticaret hayatı, insan ilişkileri ne boyutta gcvşiyorsa, şiire yaklaşım da o boyutta gevşiyor bence. Bu, şiiri yazan insan için de, okuyan insan için de geçerli. Dolayısıyla, dokuların çok gevşediği bir tarihsel dönemin içinde, şiirle ilişki kuracak insanların da bu doku gevşemesinden nasiplerini almamak için didinmeleri gerelcir. Didinmiyorlar. 'Şiir ortamı' diye bir dünyadan ayrıca söz edeceksek okurlann ve yazarlarının olduğu ya da 'okur yazarlarının ' olduğu bir ortamda, son 1520 yıl içinde yaşanan curcuna sağlıklı bir curcuna deil. Aynı siyasette ya da ticarette olan türen çirkin bir rekabet düzeni, anlamsız bir yarışma ve itişme düzeni... Ve şiirin kcndisine ayrılan vakitten çok, onun yer tutması, belli bir noktaya yerleşebilmesi için didinme çabası var. Bunlar tabii hoş şeyler değil. Sonuç olarak, 'paylaşılamayan nedir?' noktasına geliyor insan. Biraz da komik görünüyor bana bu. Çünkü, çok geçici bir süre için ancak insanlara, işte 3 yıl, 5 yıl, 10 yıl bir doyum verirse verir ki kendi payıma bunda bir doyum da göremiyorum ben, ancak bir sahte doyumdan sözcdilebilir. onun ötesinde, insan yattığında rahat uyumalıdır. Kendi duruşuyla, yapısıyla ilişkisini mümkün olduğu kadar sağlama alıp rahat uyumalıdır. Bu da, gevşeyen doku ortamında, kendi dokularım mümkün olduğu kadar sıkı tutmak için hcr gün 'ibadet edercesinc' kendini gözden geçirmesiyle devamlı uyanık gezmek demektir ki devamlı uyanık biyolojik olarak gezilemez. O bakımdan, bir tarihsel dönem kendi karmaşasında insanı doğru yolunda çclcbiliyor, alabildiğinc yanlış yörüngclere sürükleycbiliyor. Ama kendimizi her an gözden geçirme olanaklarına da sahibiz sonuç olarak. Yaptığımız yanlışları görüp, onları yenilcmemck durumunda olabiliriz. Hiçbirimiz kendimizi umarım peygamber yerine koymuyoruzdur. Çünkü, bir sürü yanlış yapmaya gebe bırakıldığımız bir tarihsel sürecin içinde yaşıyoruz ve sık sık dönüp ayıklanmak gerekiyor, törpülenmek gerekiyor, bir çeşit kendi kendini sorgulayıp, dikenlerinden arınmanın yolunu arayıp, ycnidcn yola dcvam etmek gerekiyor." f Çok negatif bir soru ama: Şiir 2000'li yıllara kalacak mı?.. Ya da nasıl kalacak? "Şiir kalır... Şiirin yürürlükten kalkması bana mümkün görünmüyor. Çünkü C U M H U R İ Y E T KİTAP SAYI 3 1 3 bizim şiir dediğimiz şey, aslında insan duyarlılığının en arınmış ifade alanlarından birini tanımlama çabamızdır. Ben onu hep, 'anlamı, uyumu olabildiğince derinde tutma çabası' olarak görüyorum. Bu derinde tutma çabası tabii yalnızca şire özgü bir şey değil. Başka ifade türlerine, başka sanat alanlanna, başka insan davranışlarına da özgü yanları olduğu içindir ki 'şiirsel' sıfatı yer yer kullanılabiliyor bu durumlarda. Dolayısıyla, biçim ne kadar değişirse değişsin, önünde şiirce bir duruşu, şiirce bir sezgiyi, idrakı kullanma alanı birey için de varolacak gibi geliyor. Şiirin beslendiği kaynakların insanoğlu tarafından çok hor görüldüğü zamanlar içinde yaşıyoruz. Doğanın artık sığınacağı yer kalmadı. Uzaya mı çıksın gerekir, kestirmek güç. insan ilişkilerinin maddiyatçı cephesinin gitgide egemen olduğu doğru. Ama, gene de, tarihe baktığımız zaman insanoğlunun serüvcni inişsiz çıkışsız bir serüven değil. Dolayısıyla, medcezir hareketleri içinde şiirin gelecek yüzyılda da kendine yer sağlayabileceği kanısındayım. Ama, aynı biçimlerle, aynı ilişki türleriyle mi?.. Olmayabilir. Bu önemli değil. Âraçlar değişebilir, ilişki biçimleri değişebilir, iletişim yolları değişebilir. Şiir kendi varlığını sürdürecek bence." Çok kitap yayımladtğınız; hatta son zamanlarda ' kültürazzi" ya da edebtyatın paparazzı köselerinde, her yazdığıntzı yayımladığtntz ve kıtaplarınızı yaytnctlara yayımlatmayı basardığınız yolunda tfadeler yer altyor. Bu durumda sanatçımn yapıtîarının öldükten sonra yayımlanmasını bckleyen bir anlayıs mı egemen acaha sanat ve edebiyat dünyamızda. "Şiındi, bu tür yaklaşımlann arkasında ne olduğuna da bakmak gerekiyor. Türkiye'de son 1520 yıl içinde giderek tırmanan bir zihniyet var ki, bu zihniyet insanın köpeği ısırmasının ses getirebileceği kanısına dayanıyor. Tabii, bu doğru olabilir, yani ses getirir bu tür şeyler, ama bunlar bizim ana değerlerimiz midir, bundan emin değilim. Kültür alanında da, dedikodunun, paparazziciliğin, buna benzer yaklaşımlann üzerinde durulma/a başlandı. Bunlardan kaçınmak, bunardan kişinin kendini kurtarması çok güç. Dolayısıyla da, oradan, o tür bir yaklaşım geliyor diye kendi doğru bildiğini yapmamasını da beklemek mümkün değil. Bunlar olacaktır. Can sıkmıyor mu? Sıkıyor. insan ycmck yerken çorbasının içinde bir karasinek görürse hoşlanmaz. Ama, karasinek çorbanın içine düşebilir diye, çorba scviyorsa ondan da vazgeçemez. Benim çok kitap yayımlamam, nunlara yayıncı bulmam gibi temalar geçip gider. Yazdıklarımın bir anlamı varsa, bir değeri varsa, onlar daha uzun ömürlü olabilir. Ben de bu varsayımdan hareketle bilidiğimi yapmaya devam ediyorum. Çok kitap yayımlayıp yayımlamadığımdan da emin değilim. Şimdi yayına hazırladığım bir kitap var: "77 Proje" adını taşıyor. Bir bölümü üzerinde çalışılmış olmakla birlikte, 20 25 yıllık bir de vir için sonuna götüremediğim 77 tane kitapla ilgrii bir kitap yazıyorum. Öylc sanıyorum ki, başka şeylere ayırmak zorunda olduğum zamanı sadece yazdıklarıma ayıracak halim olsaydı, o kitapların hiç değilse bir kısmı ortaya çıkardı. Sanıyorum onları yayımlayacak insanlar da bulunabilirdi, onları okuyacak insanlar da bulunabilirdi. Eh, bu durumda da mesele kalmıyor diye düşünüyorum. Ama tabii, bütün bu kitaplardan sıkıntı duyanlar da olabileceğini kabul ediyorum. Kolay bir çözümü var gibi geliyor bana: Okumayabilirler. Çünkü okumak zorunlu bir şey değildir; bir keyif işidir, bir ilgi işidir. Bütün bunlardan, benim kendimden bağımsız olarak ya da bana yöneltilen eleştirilerden bağımsız olarak söylemek isteyeceğim bir tek şey var: Sonuc olarak, kitap yazmak 'temiz bir iş', kirli bir iş değil. Ona yönelik çok fazla negatif bir tavır geliştirmenin arkasında çok temiz olmayan bir bakış açısı yer ediyor. Bundan sakınmak gerekir." Geleltm editörlük konusuna. Sizden sonra Özdemir Ince de gitti Can Yaymlan'ndan. O da çok benzer bir gerekçeyle... Önce en 'tehlikesiz ve 'masumane' soru: Bunca deneyimden sonra ne gibi 'dersler' aldtntz? Ya da 'ders' aldınız mı? Uzun süren editörlük deneyimı size ne kazandırdı, ne kaybettırdı3 "Ortada aslında ders almayı gerektirecek bir durum yok gibi görünüyor benim olayımda. Bundan önce pek çok başka türden olay yaşadım, onlardan kendime göre birtakım dersler çıkardım, ama bu son olay aslında bir konu üzerinde görüş birliğine varamamaktan kaynaklandı. Eh, bu işin zaten mantığında olan bir şey. Bir iş yapıldığı zaman, bu işin bileşkenleri vardır ve bu bileşkenleri bilerek bu işe girersiniz. Bir noktada görüşleriniz kesişmiyorsa, ayrılmak gerekir. Dolayısıyla, ben ders alınacak kadar bile büyük bir konu görmüyorum. Bir kitabın çeşitli nedenlerle bir yayınevi tarafından yayımlanmasının sakıncalı bulunması, işin normal çarkının parçasıdır. Dünyadaki bütün yaymevlerinde, Türkiye'deki bütün yaymevlerinde bu türden durumlarla her zaman karşılaşılır. Burada da buna benzer bir olay olmuştur. Olay l bütüne yönelik bir olay olsaydı, o zaman farklı olurdu. Yani, genel olarak benim yaptığım yayıncıhk çizgisinin bütününe yönelik bir olay olsaydı... Burada, bir kitabın etrafında görüş birliği sağlanamamıştır. Meseieyi böyle özetliyorum." Edıtörlüğun çok büyük mesai gerektirdiğtni biliyoruz. Bu ne kaybettirdi Enis Batur'a? "Aslında, editörlük demeyelim de, önce, bir yazarın hayatını kazanmak için çalışmak zorunda olması, zaten ona bir şeyler kaybettirecektir. Bu durum zorunlu ise ki benim durumumda da, pek çok başka cdebiyatçının durumunda da bu zorunluluk halinde o zaman editörlük ya da dükkân sahibi olmak ya da memur olmak arasında çok uzun boylu bir fark olmayabilir. Şimdi bazılarına göre editör lük kitap dünyasına daha yakın olduğu için avantajlı bir iş olarak görülcbilir. Bazıları da tam tersine, editörlüğün 'yaza rın kendi sermayesinden yemesi' gibi bir durum ortaya çıkartabileceğini düşünülebilir. insan, sanıyorum, kendi terazisinde bunları tartarak bu işleri yapıyor. Ben dönüp baktığımda, editörlük bana, bir yazarı, eğer dikkatli davranırsa çok ezecek bir işmiş gibi gelmiyor. Çok besleyecek bir işmiş gibi de gelmiyor. Dediğim gibi, dengeyi doğru tutturmak kaydıyla, gereken özeni kendisinden esirgememek kaydıyla, editörlük iyi bir iştir. Dünya edebiyatında 20. yüzyılda çok yaygındır bu. Yazarlar aynı zamanda yayıncılık yapmışlardır. Çok ünlü örnekler var: işte Eliot yapmıştır, Calvino yapmıştır... Bunun bir nedeni, büyük bir olasılıkla, kendisine çok uzak olan iş alanlarında, zaten iş bulma imkânının olmaması, ikincisi de oralarda daha fazla yıpranabileceği olasılığının bulunması olabilir. Öylc geliyor bana." • Peki, son olay? Şu Nasrettin Hoca meselesi?.. Biraz daha ayrtntılı açıklar mısınız? "Yapı Kredi Yayınları'nın Yayın Kurulu vardır, bir de Yönetim Kurulu vardır. Bütün yaymevlerinde biçim bu mudur bilmiyorum ama, en azından Yapı Kredi Yayınları'nın biçimi bu idi. Yönetim Kurulu'nun şemsiyesi altında çalışır Yapı Kredi Yayınları. Yayın Kurulu da, Yönetim Kurulu'ndan aldığı destekle vayımlayacağı kitapları seçer. Bugüne kadar 500'e yakın yayın yapıldı bu şirketin içinde, bu türden bir örnekle karşılaşılmadı. Yayın Kurulu'nun uygun bulup yayımlamaya karar verdiği kitapların hiçbirine, ne öncesinde, ne sonrasında Yönetim Kurulu'ndan herhangi bir tepki, eleştiri gelmemiştir. Bu kitap söz konusu olduğunda, kitabın özelliği, Yönetim Kurulu ile Yayın Kurulu kararının çakışmasını engelledi. Şimdi, benim merak ettiğim hususlardan biri, bu kitabın bir yayıncısı olup olmayacağı. Tamam, Yapı Kredi Yayınları yayımlayamadı ama, başka bir yayınevi bu kitabı yayımlayabile cekmi?.. Öneriler var. Kültür Bakanlığı yayımlasın diye... "Öneriler var ama, önemli olan önerilerden çok eylemdir. Çünkü biz de öneri yaptık, yani bu kitabı yayımlamayı önerdik. Önemli olan, bu kitabın Türki/e'de yayımlanıp yayımlanamayacağı asında. Çünkü bu kitap, garip bir biçimde, bir gösterge ortaya çıkarabilir: Yani Türkiye nin, genelinue bu tür yayınlara hâlâ hazır olmadığı, çünkü toplumsal dinamiklerin arasında ciddi tartışmalara yol açabilecek türden bir örnekle karşı karşıya olduğu noktasına varabiliriz. Bir yayıncısı olacaksa ilcride ki olmasını diliyorum tabii onun da sorunları olabilir. Kitabı yayımlamakla bitmeyebilir sorun lar. Kitap yayımlandıktan sonra bir sürü beklenmedik sorun doğabilir. Şimdi, bunları aşabilecek bir toplumsal düzene ihtiyacımız var aslında. Burada, bir müessescnin, bireylcrin bakışından çok, toplumsal düzenin sıkıntılı bir durumda olması, Türkiye'nin kültürel alana da yansıyan gerginlikler içinde olmasının bir sonucu var gibi geliyor bana. Onun için merakla bekliyorum: Başka bir yayıncı bu kitabı Pertcv Bey'in (Pertcv Na ili Boratav) hazırladığı biçimiyle yayımlayabilecek mi?Bir başyapıt söz konusudur. Bu kitabın bir başyapıt olduğu, çok önemli bir kitap olduğu konusunda Yapı Kredi Yavınlan'nın içinde ve üstünde herhangi bir soru işareti de doğmuş değildi zaten. Böyle bir soru işareti yoktu. Ama böyle bir kitabın yayımlanmasının doğurabileceği sonuçlar beklenmedik noktalara eidebilir tedirginliği yaşandı. Bence haklıydılar. Ben dc haklıydım. Iki taraf da haKİıysa biri her zaman daha haklıdır, eşyanın mantığıdır bu. Onun için "ders alınacak" bir şey yok dcdim size, yoksa "yara alınacak bir durum doğmuştur, yara kapanır izi kalır, bir de "fantom acısı" kalır kalırsa, hayat böyledir, hayatın böyle olduğunu öğrenmek gerekir." • l SAYFA 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle