23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Al atın üzcrine biner bir on dakika kadar beklcrdi. Pusu kurmasınlar diye her zaman bir başka yoldan gidcrdi. Derviş Bcy'in bir yönü bu Arif Bey'in amcasıdır. Kürt Ali Ağa vardı. Türkmcn Beyi. Tevfik Karaınültüoğlu'nu da tanıdım. Renı/.i Bey'i tanıdım. Derviş Bey bu tanıdığım tiplcıin toplamıdır. Ama yarattığım bir tiptir. Bir yazar nc kadar dünyayla, insanlarla zenginleşirse hayal gücü de o ölçüde artar. Bcn buna inanıyorum. Dağdaki bir insanın hayal gücü aynı olamaz. Şunu diyeceğim. Yaşar Kemal Hcmite köyünde kalsaydı nugünkü hayal gücüne sahip olamazdı. Karacaoğlan'mki kadar hayal gücü olurdu. Çünkü onıı biliyor başka bir şey bilmiyor. "Baharın geldiğini nerden bilelim/ Bir gül açmış yapracığı düzgündür." Bu Karacaoğlan'ın kendi yarattığı, doğa karşısında yarattığı bir şeydir o kadar... Halbuki ben Faulkner'i biliyorum. Edebiyat bir ustaçırak meselesidir. Ustası olmayan çırak olamaz. Roman kurgusunda cn çok faydalandığım yazar Stcndhal'dir. Onu okumasaydım nc hayal gücüm ne de roman kurgum bu kadar olurdu. Yaui bir yazar yalnızca doğayla değil, edebiyatla da zenginleşmeli. Dostoycvski'yi bilmeycn bir yazarın hayal gücü zcngin olamaz. Ne kadar çok şey öğrenir, ne kadar çok okursan hayal gücün de o oranda büyür. Romanlarında, özellikle du Akçasaz'tıı Ağaları nda yalnızca ekonomik ve toplıımsal değişmeyi anlatmakla yetınmiyorsun. Bu aeğışmenin doğayı, giderek çcvrcyi de olumsuz yönUe değiştirdiğini gösteriyorsun. Evet üretim araçları değişiyor. Ve birdenbire değişiyor. Mübeccel Kıray'a sordum: "Neden ondokuzııncu yüzyıl romanı feodalizmden kapitalizme geçişi yazmadı?" Dedi ki: "O üç yüz yılfık bir süreçti. Oysa Çukurova aynı süreci çok kısa bir zaman kesitinde yaşadı." Marshal planını izleyen yıllarda üretim araçlarındaki değişme birdenbire oldu. Büyük fabrikalar kurulmaya başladı. Çukurova 1950İerden önce baştan aşağıya kamışhktı. 1850'lerde Akdeniz'c kadar kırk kilometre ormanlıktı. Bir tek ağaç yok şimdi. Bizim Kadirli taıafları meşelikti. Anavarza'da insan gövdesi kalınlığında meşcler vardı. Uçüncü ciltte anlatacağım bunları. Traktörler bir girdi, iki sene içinde Çukurova'da ne ağaç kaldı ne de bataklık. Halbuki eskiden köylüler kök sökerlerdi. Cevdet Paşa Maruzat'ında anlatır. 1850'lerde cennetmiş Çukurova. Yörük çadırlarının yanı yemyeşil çimenmiş. Kozan'a giderken, kamışlardan ve ağaçlardan Kürt atlılarının mızrakları görünmezmiş. Cevdet Paşa "Vahşiyane yılanlar dolaşıyordu Kozan'a kadar" diyor. Uçüncü cildin başına işte bu bölümü koyuyorum, Cevdet Paşa'dan olduğu gibi alıp. Demek ki üretim araçları doğayı değiştiriyor. Hem doğayı hcm de insan ilişkilerini değiştiriyor. Sınıflar da değiştiriyor doğayı. Bugün Çukurova'da toprak, ırgatlardan daha fazla sömürülüyor. Bir tck ağaç kalmadı. Güneşte ırgatlar çalışıyor ama gölgelik yer yok. Yani toplumsal yapının ve üretim araçlannın değişmesi doğayı da etkiliyor. Bıırada bir çcvre sorunu çıkıyor karşımıza. Akçasaz'ın Ağaları'nda çok bclirgin bu. Peki roman kahramanları nasıl yaşıyorlar bu sorunu? Bir çevre biliııci oluşuyor ınu onlarda? Onlarda yok bu bilinç, ama bir yazar olarak bende var. Peki bu kö'klii ve hızlı değişme az önce üzennde durduğumuz sözlü geleneği, orneğin aşık edebiyattnt da Jcğiştirmedi mi? Bu geleneğin hâlâ hazı bölgelerde sürdüğünü söyledin. Oysa, diyelim bataklık kurutulduğu vakit, o bataklığın üzeriııe söylenen e/saneler de CUMHURİYET KİTAP SAYI 354 değişiyor. Akçasaz'tn Ağaları'nda çok beurgın bir biçimde gösteriyorsun bunu. Bataklıktaki ejderha efsane orneğin. Efsane de bitiyor mu batakltk ortaaan kalktnca? Bitiyor tabii. Aynı efsane înce Memed'de de var. Baştan beri var bu, Hüyükteki Nar Ağacı'ndan beri. Dadaloğlu traktörler gelince yok oluyor. Kimsenin umurunda değil Dadaloğlu. Traktör giriyor ama, kurban da kesiyorlar. O kadar kolay olmuyor belki de. Bu inançlar, çevre değjşir değişmez, onunla birlikte hemeıı değismiyor belki de. Bu, altyapı üstyapı sorunu. Benim kanım şu: Üretim araçları değiştiği zaman büyük gelenekler kesinlikle yok oluyor. Yalnız kurban kesme kalıyor. Ama bu bir toplumun hayatında hiçbir şey değildir. Ersaneler dana geniş, daha kapsamlı bir şeydir. Kurban dinsel bir şey, kolay kolay yok olmaz. Ama kan davası bitiyor. Orneğin Akçasaz'ın ikinci cildi Yusufçuk Yusufda olmuş bir olaydan yola çıktım. Atilla Çandar anlatmıştı. Planlamada çalışırken Mardin'e gitmiş. Mardin'deki Kızıl Tepe'nin üzcrine bir un fabrikası yapılmış. Derebeyi çocukları yaptırmışlar, para onlardan. Yönetim kurulunda konuşup alay ediyorlarmış dedelerinin kan davalarıyla, "senin deden b en i m k i n i vurmuştu!" falan diye. Zaten romanda Derviş Bey'le Akyollu da barışıyorlar. Akyollu yalnız kalmış, Derviş Bey ona acıyor tabii. Ölümün, yok olmanın trajedisi bu. Büyük bir trajedi. Dikkat eder kere daha deneyeyim. Şimdi nedir insanoğlu? Konuşan bir yaratık. Konuşuyor. Bu konusmadan sanat yapmışıar. Av zamanından beri.. Avı anlatıyor ilk insan. Uzun ya da kısa, avın peşinden gidişinin türküsünü söylüyor. Bir dc günlük ihtiyaç konuşması var. Sonra dedikodu. Yalnız bizim Çiçck Bar'da değil, her yerde var. Paris'te de var. Çekemezlikler, anlayışsızlıklar. Her neyse, Çukurova'da bir şeye tanık oldum. Bir yörük köyüyle bir başka köy arasında şive farkı var. On sene önce yerleşmiş bir yörükle yeni yerleşmiş bir yörük arasında da şive farkı var? $uraya gcleceğim: Ayrı anlatım biçimleri de böyle doğuyor. Orneğin bir romanın yazılışını topium etkiliyor. Bölgeler de etkilior. Çukurova, Istanbul... Eğer Istanul'a gelmeseydim roman dilimin zenginleşmesi mümkün değildi. Çok şey öğrendim Istanbul'da. Sentaks değişior. Toros dağının sentaksıyla Adaar'ın sentaksı ayrı. Mesela bizim Çukurova'nın sentaksı biraz Araba kaçar, sınırdayız biz. Urfa başka bir şeydir. Trabzon Kafkas sentaksına kaçar. Dilin yapısı coğrafyaya, yakınlıklara, sınırlara göre değişiyor. Ben önce Kürtçe duydum ailemde. Kürtçc'yle Türkçe'yi beraber öğrendim. Kürtçe'yi daha az biliyorum, çünkü yalnızca köyde konuşuyorduk. Ailem, son zamanlarda, evde de Türkçe konuşmaya başlamıştı. On altı on vedi yaşıma kadar evin içinde Kürtçe konuşulurdu. Hemite'de, aşağı yukarı bütün köy Kürtçe konuşurdu. Ne zaman Türkçe'yi ne zaman Kürtçe'yi sen Deniz öğrendim biKüstü'de de lemiyorum. bir trajedi var. Kürtçe'yi anEn iyi yazdılarım simdi, ğım bölümlerama hikâve anlatamam. Halk edebiyaden biıisidir. Şurada, bizim evin az tının da bir dili var, halkın konuşmaötcsinde bir konak vardır. Yeşilköy'de sından ayrı. Karacaoğlan halk gibi kobahçe içinde. Kör Mustafa oturur. Annuşmaz. Köroğlu anlataa ustanın kotepli, kaçakçı. Zengin oluyor gecekonnuşması halkın konuşmasından ayrıdır. duda otururken. Köşküyaptırıyor. AlSözlü olduğu için bir yakınlık vardır tın karyolada yatıyor. Olünce Balıkçı belki, ama ayrıdır. Yazı başka bir şey. Selim geliyor bir tek, oğulları IsviçBenim romanlarıma dikkat edersen, re'de. "Kartal Mustafam köyde kalsayyazı aynı olmakla beraber, her romanıdı böyle mi olurdu!" diye dert yanıyor mın ayrı bir üslubu olduğunu görürkarısı Balıkçı Selim'e. Diyeceğim, üstsün. Demirciler Çarşısı ayrı înce Meyapı hemen değismiyor. Çünkü o bümed ayrıdır. Romanın konusu ve konuyülc birikimin ürünü. Ekonomik durumu üslubu bclirlcr. Faulkner'in, Halit mu değiştiği vakit insanın evi, eşyası da Ziya'nın, Nâzım Hikmet'in de anlatışdeğişiyor. Ama inançları, bağlandığı larından faydalanıyorum. Onların çıragelenekler can çekişerek sürebiliyor. ğıyım ben, Karacaoğlan'ın çırağı ueği Biraz da romanda üslup sorunlarına ıim. Köroğlu'nun da çırağı değilim, değinelim istersen. 1/k aklıma lakılan Tolstoy'un, yahut da Dostoyevslci'nin soru şu: Yazı ve sözlü gelenek. Bu ikisı çırağıyım. Sait Faik'in çırağıyım. Bunseııde birbirlerini tamamlıyorlar. Sözlü laruan elbette faydalanırım. Ama bir gelenekten yararlanıyorsun, ama kendı de, yaratılışımdan ve yaşadıklanmdan üslubunu da kıtrma çabasında bir yazar gelen bir temel var. O temelden de faysın, bütün yazarlar gibi. Bazı hiçim dedalanıyorum. nemelerine gıriştiğin de oluyor. Orneğin Deniz Küstü'de, uzun cümlelerden oluGençliğimde, Deli Boran'ın üslubuşan anlatı, bir yerde noktalama işarctle na çok yakındı yazdıklarım. Aşağı yurinin tümden kaybolduğu bilinç akışı karı aynı tümcc biçimlerini kullanıyortekniğine bırakıyor yerini Neden buna dum. O zamanlar, 1951'de, kendimi gerek duydtın? Heterojen bir üslup ya çok kaptırmıştım Deli Boran'a. înce pısı var romanın. Oysa başka romanlaMemed biraz daha sözlü geleneğe yarında aynı şey, bu kadar radikal biçimde kındı r, her köylii anlar înce Memed'i. söz konusu değil. Ama gelsin de Akçasaz'ın Ağaları'nı anlasın bakalım. Mümkün değil. O da Kimseye anlatamadım derdimi. Bir ha derinlemesine bir şey. Bilinç mi diyorsun sen ona? Bilinç aktşt. Yani zihinden geçenleri, belli belıru'z çağrışımları, rasyonel bir diizenleme yapınadan, düşüncelerin do#al akışı içinde vermek Bu teknıği Deniz Küstü'ııün bir bölümünde kullantyorvtn. Ama, bence, romanın genel üs lubuna uymayan bir yama oluşturuyor bu. Bak, ikimiz de yazarız. Ikimize de Freud'ü anlatacaksınız deseler. Farzedelim ki dostuyuz, ikimiz de çok iyi tanıyoruz herifi. Diyelim ki kırk yıllık arkadaşımız. Yahut da bizim akraba oluyor Freud. Freud'ü yazıyoruz. Onu, Balıkçı Selim'i yazdığım gibi yazamam. Aynı sözcüklerle, aynı tümcelcrle yazamam. Üslubun kendiliğinden değişmesi zorunlu. Trenin penceresinden ovayı anlatıyorum. Harelcet halinde bir trenin penceresinden. Bir de düpedüz ovayı anlatıyorum. Otlar var, çiçekler var ve bir dc kelcbekler var, kuşlar var. Hızlı giden bir treni, ovayı anlattığın iislupta anlatman mümkün değil. Elbette bilinçle yapar bunu yazar. Tesadüf yoktur yazarlıkta. Sen röportajlar da yazdın. Nasıl ayırtyorsun romanı röportajdan? Çukurova Yana Yana'daki metinleri bir Deniz Küstü ya da Înce Memed'den? Yazı lürleri arasında kesi/ı sınırlar olmadığını söylemiştin bir yerde. Röportaj da bir yaratmadır benim için. Yaratmadan hiçbir gcrçeğe varılmaz. Ben neden otobiyografi yazmadım biliyor musun? lşin içine yaratma girdiği zaman o otobiyografi olmaz da ondan. Bir gerçeği hakkıyla anlatabilmek için onu yaratmak gerekir. Sözlü geleneğin insanltk tarihinde çok büyük bir birikim olduğunu söylüyordun. Oysa yazının tarihi görece âaha kısa. Onun için mi "sözlü gelenek bir hazinedir" demiştin? • Yazı da sözlü geleneğe dayanıyor zaten. Bir yazar olarak, bu çağda, sözlü geleneğe böylesine sahip çtkman yine de yadtrganabilir. Yazılı geleneğe geçerken korkunç bir hazine var elimizin altında: Sözlü gelenek. Roman, masallardan alabildiğine yararlanmıştır. Dostoyevski orneğin. Ilasan Ali Ediz söyledi bana. Rus yazarlarının ağa babası Puşkin de masaldan gelir. Gogol'ü al. Gogol'ün roman kurgusu îlyada'nınkinin aynıdır. Yani senin romanlarında olduğu gibi, ondokuzuncu yüzyıl Rus romanında da cpik bir söylem var diyorsun. Dostoyevski'de epik yok, masal var. llyadadan sözettin de... Evet. Zaten ben îlyada yazmak istiyorum. Tolstoy Baba da Îlyada yazmak istiyorum diyordu. Gençlik diye bir roman yazıyor ya. Hepsinin müthis hayranhkları var îlyada ya. Gogol Ölü Canlar'da bir aileyi alıyor, baştan anlatıyor, birkaç çizgi sonra öbür aileye geçiyor. llyada'daki gibi. Homeros da Aşil, Hektor, Odisseus gibi yüzlerce tip çiziyor. Ama ayrı ayrı çiziyor. Aynı mctod. Nâzım'ın însan Manzaraları'ndaki gibi. Kale Kapısı'nda ben de aynı şeyi denedim. Bu bakımdan en epik romanım Kale Kapısı'dır. Bir sürü tip anlatıyorum çünkü. Dostoyevski masaldan yola çıkmıştır diyorsun İyi de, Filler Sultant'nda masalı doğrudan yaztyorsun sen. Demirciler Çarşısı yla bu kitap aynı şey mi sence? Birinde roman ötekinde masal öğeleri ağır bastyor çünkü. Doğrudan masal yazman, gelenek açısından, beni daha çok ilgilendiriyor Dostoyevski'de böyle bir sey yok ama. Filler Sultanı'nın dışında masal yazdın mı? Yazmadım, hayır. Filler Sultanı'nda Anadolu'da bilinen bir masal temasından yola çıktım. Bütün Anadolu bilir. Sultan Süleyman'ın filleri gelip karın" SAYFA 7
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle