26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker [email protected] 8 BeyinSağlık PLASTİK BEYİN VE FİZİK AKTİVİTE CBT 1483/21 Ağustos 2015 Yarınlarımız için Sorumluluk Duyuluyorsa... Bir kez daha yineleyeyim: Osmanlı’da devletin yönetimi de, hukuk sistemi de, kişisel ve toplumsal yaşam da din esasına Sünnî akideye / Sünnî inanışa göre düzenlenmişti. Din ve devlet işleri ayrılmaz bir bütünün parçalarıydı. Herhangi bir düşünce, kökeninde genel olarak İslâm ya da tasavvuf felsefesine dayanıyor ya da kaynağını İslâmî ilimler çerçevesinde kalan çözümlemelerden alıyor olsa bile, eğer Sünnî inanca aykırı düşüyorsa dine, ama açıktan söylenmese de, aynı zamanda devlete karşı işlenmiş bir suç sayılıyor ve şiddetle cezalandırılıyordu. (Özellikle bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler: 1517. Yüzyıllar, Tarih Vakfı Yurt Y., Genişletilmiş 5. Baskı, Eylül 2014.) Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni mirasçısı olduğu Osmanlı devletinden ayıran en önemli nokta, son yazımda belirttiğim gibi, bilimi ve aklı eksen alan, bütünüyle farklı bir kültür sisteminin Osmanlı’daki bu sistemin yerine geçirilmek istenmesiydi. Bu yeni sistem de kendi içinde bir bütündü ve bu bütünlüğün sağlanması başarılmıştı. Yine belirtmiştim, 1940’lı yılların ikinci yarısından itibaren, bu sistemsel bütünlük bozulmaya başladı. Sistemi asıl ayakta tutacak olan eğitim alt sisteminde, aydınlanmanın geri plana itilip din motifinin giderek ağırlık kazandığı sürekli değişiklikler, bozulmada başrolü oynadı. Sistem kendisini yıkacak kadroları kendisi yetiştirir hâle geldi. 2002 Ekim’i bu kadroların siyasî iktidarı devraldığı tarihtir. O günden bugüne, Türkiye Cumhuriyeti yeniden Sünnî akidenin temel alındığı bir devlet yönetimi, hukuk ve eğitim sistemi ve toplumsal yaşama doğru hızla devrilmektedir. Son seçimlerin ortaya koyduğu önemli bir sonuç şudur: Toplumun en az %60’ı bu devrilmeden rahatsız değildir. Bu %60, istatistiklerde siyasî İslâm’ın iktidarını temsil eden AKP ile Türkİslâm sentezine dayanan şoven milliyetçiliğin temsilcisi MHP arasında bölünmüş gibi gözükebilir. Ama şu kesindir ki, her iki partinin tabanı da, Sünnî akidenin devlet yönetiminde ve toplum yaşamında yeniden egemenlik kazanmasından rahatsız değillerdir. Özellikle kentlerin varoşlarında yaşayanlara dağıtılan yardımların, onların AKP’ye oy vermelerinde belirleyici rol oynadığı doğrudur. Ama bu tercihin sahiplerinin ‘Sünnî yaşam’ biçimine itirazlarının olmadığı da en az bunun kadar doğrudur. MHP’ye oy verenlerin ayrıştıkları nokta Kürt meselesidir; Sünnîlik meselesi değil... Kanımca ikinci önemli sonuç, bu devrilmeye itirazı olanların etkinlik ve oy potansiyellerinin küçümsenmeyecek bir mertebede olmasıdır. CHP’ye giden %25 oy, bu itirazın ifadesidir. HDP’ye verilen oyların önemlice bir bölümünün de aynı itirazı paylaştığı söylenebilir. Sözün kısası, yıllarca önce başlayan, toplumun, dinsel ögelerin katalizörlüğünde sağa kayışı %60’lar mertebesinde seyretmektedir. Buna tam bir siyasî kararlılıkla itirazı olanların %25’lik bir bölümü CHP’ye oy vermiştir. İster bir başka seçenekleri olmadığı için isterse gerçek seçenekleri bu olduğu için CHP’ye oy vermiş olsunlar, bu oran gerçekten önemlidir ve sadece bir nicelik olarak görülemez. CHP’nin, genel gidişe ayak uydurarak sağa kaymasının oy getirmesi bir yana, o %25’i de aşındırabileceği; daha önemlisi, o kitlenin siyasî kararlılığını ve bu kararlılıktan gelen gücünü sarsacağı artık anlaşılmış olmalıdır. Ve bu kaotik ortamda CHP’nin yapabileceği en iyi şeyin, uzun vadeli bir bakış açısıyla, o %25’ten bir çelik çekirdek yaratarak, o çekirdeğin yeniden bir din devletine dönüşe, bir iç savaşa ya da ‘Türkiyeli elSisi’ ve benzeri olasılıklara asla izin vermeyeceğini göstermek gibi bir strateji izlemesi olduğu söylenebilir. HDP de, gerçekten bir Türkiye partisi olmak istiyorsa, o %25 ile dayanışmanın asgarî müştereğini, mutlaka barış içinde bir arada yaşama iradesi yanında ‘laik Türkiye’ temelinde aramalıdır. Hareketin beyinde etkileri üzerine Prof. Dr. Coşkun Özdemir S on on yıllarda beyin ve plastisite sözcükleri sıklıkla birlikte kullanılır oldu. Beyin plastistesi, bu esrarengiz ve çok marifetli organımızı ve işlevlerini anlayabilmek için çok önemli bir araştırma alanı. Beyin kendini onarabilir mi? Beyin hücreleri yenilenebilir mi? Beynin çevre koşullarına uyum yeteneği var mı? Beyni bir makineye bir bilgisayara benzer, bozulur, kırılır bir organ gibi düşünmek doğru mu? Bugün bu sorular açık ve net bir şekilde cevaplanabiliyor. Hayır beyin bir makine bir bilgisayar değil. Beyin kendini onarma gücüne sahip, çevresel değişimlere uyum gösterebilme yeteneğine sahip bir organ. Nöronlar ve sinapslar, uyaranlara bağlı olarak yapısal ve işlevsel değişiklikler gösteriyor. lar meydana geliyor. Egzersizler hippocampus bölgesinde ve dentate nüvesinde yeni beyin hücrelerinin oluşumuna, yanı sıra yeni bağlantılara olanak sağlayan, büyüme faktörlerinin salgılanmasına yol açıyor. Bu çalışma, günlük aktivitelerle bile algılama (cognitive) fonksiyonlarının iyileştiğini gösteriyor. Yeni formda bilinçli yürüyüş ve egzersizlerin Parkinson belirtilerinde gerileme yarattığı Mayo kliniğinden Eric Ahiskog tarafından gösterildi. Parkinsonlulara haftada en 3 kez 45 dakilalık yürüyüşler tavsiye ediliyor. Plastisite, başka bir tanımlama ile, beyin hücrelerinin beyni yeniden yapılandırma kapasitesi. Beyin nöroplastisitesi, var olan devreleri (circuit) sürekli olarak değiştirebiliyor. Yeni beyin bağ BEYİN AZ KULLANMAKTAN YIKILIR lantıları ve yoğun öğrenme yollarını açabiliyor. Yani beyin olağan üstü bir plastisite yeteneğine sahip. Beyin bir makine gibi çok kullanmaktan kırılıp dökülmek şöyle dursun, tam tersine kullanım yetersizliğinden kayba uğruyor. Buradaki temel nöroplastik prensip “ya kullan ya kaybet” (use it or loose it) Bu prensip beyin patolojisi olanlarda ve olmayanlarda geçerli. Amerika’da Kaliforniya, San Diego’da yer alan SALK enstitüsünden Frederich Gage yönetiminde yapılan bir araştırma, fizik aktivite ve egzersizlerle beynin bellek sisteminde yeni hücreler üretildiğini gösteriyor. Buna nörogenesis adı veriliyor.. Mental egzersiz de, beyinde var olan bağlantıları (connections) muhafaza ediyor ve güçlendiriyor. İlerideki olası kayıplar için, algısal (cognitive) rezervleri (birikimi) sağlıyor. Henüz çok sayıda bilinmezlerle karşı karşıyayız. Beyinin parçalanabilir, pasif, sabit cansız bir makine gibi görmek uzun yılların dogmatik inancıydı. Bugün bu organa başka türlü bakıyoruz. Egzersiz ve fizik aktivite ile uzun yürüyüşler, yeni bir plastik durum yaratıyor ve yeni hücreler ve kök hücreleri (stem cell) oluşuyor. Henüz iyi tanınmayan beyin alanlarında yeni bağlantı 2235 erkek üzerinde demans gelişimi ile ilgili yapılan bir araştırmada, yaşam biçiminin ve birden fazla işle ilgili olan kişilerde, demans riskinin %60’a kadar azalmasına neden olduğu gösterildi. Sebze ve meyve önceliği ile beslenen ve her gün en az 2 mil yürüme ile birlikte 10 mil bisiklet sürenlerde Alzheimer riskinin belirgin bir şekilde azaldığı bildiriliyor. Alzheimer gelişiminde, doğrudan genetik değil, fakat öncelikle çevre faktörleri ile genetik yapı arasındaki etkileşim rol oynuyor. Egzersizin burada yine en önemli faktör olduğu vurgulanıyor. 31 Temmuz tarihli Bilim Teknoloji’de Avustralya’da yapılan bir araştırmada düzenli yürümenin depresyon için hem önleyici hem tedavi edici olduğu belirtiliyordu. Araştırma Queens Teknoloji Üniversitesi uzmanlarından Kristiann Heesch ve ekibi tarafından yayınlanmıştı. Egzersizler ve hareketin daha bir çok hastalık için önleyici olduğunu ortaya koyan araştırmalar var. Kolon kanseri bunlar arasında. 24 Temmuz tarihli Bilim Teknoloji’de Orhan Bursalı beyin üzerine düşünceleri dile getirirken, insanlara uyum özelliği taşıyan plastisitenin hem iyi hem de kötü davranışlara yol açabileceğini söylüyordu. Bu yaklaşım, bana, çok çeşitli faktörlerin rol oynadığı insan davranışlarında plastisiteye hak ettiğinden daha fazla öncü rol tanımak anlamına gelebileceğini düşündürdü. Bu konu aynı zamanda benim kafamda, Bursalı’nın aynı yazıda yer verdiği kökten dinci bir inanç sahibi ve benzerlerinde plastisite acaba nasıl bir rol oynar sorusunu uyandırıyor. Bütün bu araştırmalar bize hareketin, yürümenin, egzersizlerin sağlıklı yaşayabilmemiz için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Yazık ki bunun önemini toplum olarak bilmiyoruz. Direksiyona ve bilgisayara mahkum gibiyiz. 10 dakikalık bir metro yolculuğunda gençlerin oturmak, asansöre girebilmek için büyük gayret harcadıklarını görüyorum. Bana yer verenlere bazen itiraz ederek bilim insanlarının “koşamıyor yürüyemiyorsanız, en azından ayakta durun” tavsiyelerini hatırlatıyorum. Kilo fazlalığını da hiç unutmadan, zihinsel ve bedensel, hareket, hareket yine hareket.. DEMANS RİSKİNDE %60 GERİLEME
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle