26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tartışma CBT 1483/21 Ağustos 2015 19 İTÜ’de Çevre Biyoteknolojisi Kavgası Derin Orhon ([email protected]) İ “Eğer doğru sözlü iseniz bana ilimle haber verin” (En’am, 143) TÜ’de bir süredir Çevre Biyoteknolojisi lisansüstü programı üzerinden sürdürülen kavgayı merak ve dikkatle izliyorum. Bu programın oluşmasına katkım olduğunu düşündüğüm için, gelişmeleri olumsuz da olsa, önemseyerek takip ediyorum. Olay bir akademik tartışma üslubu yerine, çevre biyoteknolojisi ile uğraşan öğretim üyelerine açıklama imkânının bile verilmediği, bir dayatma boyutunda sürdürülüyor. Bu nedenle, program koordinatörü kısa bir süre önce görevi sürdürmenin uygun olmadığı düşüncesi ile istifa etti. Olayın görüntüde konusu, programı geliştirmek üzere yeniden yapılandırmak. Yaklaşımın içi tamamen boş; bilimsel hiç bir özellik ya da gerekçe içermiyor. Konuyu kendine vazife edinmiş heyet çoğunlukla bu konudan bihaber; bilgi temeli olmayan yetkileri ile biyoteknolojinin teknoloji kısmını ayırıp aynı bölümün diğer programı olan çevre bilimleri ve mühendisliği içine yerleştirmeyi, geride sadece ne ifade edecek ise biyo kısmını bırakmayı öngörüyorlar. Muhterem heyet, bilim ile teknolojinin ayrılamayacağını, bilim temeli olmadan teknoloji üretilemeyeceğinin farkında değil. Bu yetmiyor, basit mühendislik tasarımını teknoloji sanıyor. Bu da yetmiyor, karşısına aldığı bu konunun asıl uzmanlarının ciddi ikaz ve önerilerini dikkate almıyor. Muhterem heyetin karşısına aldığı, bilimsel çalışmalarını çevre biyoteknolojisi alanında yürüten ve programı üstlenmiş olan ekip, kıdemli profesörlerden doktoralı araştırma görevlilerine kadar her yaştan, farklı deneyim ve uzmanlık alanlarını yansıtan 20’den fazla öğretim üyesinden oluşuyor. Bir çoğu yurt dışında tanınmış üniversitelerden doktoralı, hepsi yurtdışında uzun süre çalışmış, bilimsel ilişkiler oluşturmuş ve bunları İTÜ’deki çalışmalarına yansıtmış değerli bilim insanları; İTÜ içinde, bilimsel yayınlarda ve başarılarda hep en önde kalmayı başaran bir kaç gruptan biri. Böyle bir ekip ile, İstanbul dahil ülkenin her köşesinde, bırakın yeni bir çevre bilimleri bölümü, yeni bir üniversite bile kurulabilir. Bu ekip dünyanın her gelişmiş üniversitesinde kendine yer bulabilir, desteklenir; oysa İTÜ’de geleceği tehlikede... O halde, akademik kadro değerli de, faaliyet konusu harcanabilecek ölçüde değersiz midir? Tam tersi... Günümüzde biyoteknolojinin önemini sorgulamak için ancak cahil olmak gerekir; bunun ötesinde, çevre biyoteknolojisi daha farklı ve hayati bir önem taşır, çünkü, mikroorganizmaların biyokimyasal potansiyelini kullanarak çevreyi koruyan, iyileştiren ve kaynakların sürdürülebilir şekilde kullanımına imkân veren yenilikçi teknolojileri üretir; en çok bilinen dalı atıksulardan organik madde, azot ve fosfor gidermede kullanılan arıtma teknolojileridir. Vakıf üniversitelerinde İngilizce lisans programlarına kayıt olacak öğrenciler Dikkat! Serkant Cetin, [email protected] B ÖNEMLİ YAN DALLAR Benzer biyoteknoloji süreçleri hava emisyonlarının temizlenmesinde, endüstriyel faaliyetlerden kaynaklanan değişik sentetik kimyasalların giderilmesinde de kullanılır. “İlk nesil biyoteknolojileri” olarak tanınan arıtma uygulamaları dışında, yeşil/ temiz enerji üretebilen değişik biyoenerji süreçlerini, biyoremediasyonu, biyoproses teknolojilerini, biyokatalizi ve biosensör üretimini çevre biyoteknolojisi yelpazesi içinde yer alan çok önemli dallar olarak belirtmek gerekir. İTÜ’de bu dalların hemen hemen tümünde önemli bilimsel çalışmalar yapılmaktadır. Bu dallardan hangisinde teknoloji kısmı kopartılıp, çevre biyoteknolojisinin bilimle tutarlı yapısı bozulabilir? Sadece teknoloji kısmını bir tasarım reçetesi biçiminde, 40 yıldan beri benzer bir uzmanlık alanını lisansüstü düzeyine taşıyamamış olan çevre bilimleri ve mühendisliği programına yerleştirmek bilimsel anlayış ile nasıl bağdaşır? Bu durumda, tabloya derinlemesine bakıldığında, son yıllarda örneklerini görmekten artık sıkıldığımız bir ötekileştirme zihniyeti ve bu doğrultuda uygulanan bir bezdirme; sindirme ve yok etme yaklaşımının tüm belirtileri görülmektedir. Hedef kuşkusuz çevre biyoteknolojisi programı ötesinde, programı yürüten akademik kadrodur. Bu kadronun, öğrenci ve araştırma desteği kaynakları kurutulmak suretiyle etkisiz hale getirilmesi hedeflenmektedir. Bu kişisel tespitim malum zihniyeti ve uygulanan süreci değiştirmeyecektir. Ancak, bunca yıllık tecrübem, akla ve bilime dayalı verilerin güvenilir olduğunu göstermiştir. Arkadaşlarım da bilimi arkalarına aldıkları sürece başarılarını tüm engellemelere rağmen sürdüreceklerdir. azı vakıf üniversitesinde aynı bölümde hem Türkçe lisans programı hem de İngilizce lisans programı bulunmakta. Dikkatli incelendiğinde bu tür bölümlerdeki öğretim üyesi kompozisyonunda YÖK’ün getirdiği “her lisans programında asgari üç öğretim üyesi olması” koşulunu sağlamak için başka bölümlerin öğretim üyelerinin bu programlarda gösterildiği fark edilebilir. Çoğu vakıf üniversitesi tasarruf amacıyla sadece yeni kurulan bölümlerinde değil, birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflarında öğrenci bulunan lisans programlarında dahi sadece üç öğretim üyesi gösterip, dersleri dışarıdan hoca tutarak verdirtiyor. Bu da, uzmanlık gerektiren özel durumlar hariç, eğitim kalitesini son derece kötü etkiliyor. Vakıf üniversitelerinde karşımıza çıkan bir yeni kandırmaca ise daha vahim. Bazen aynı bölümdeki İngilizce ve Türkçe lisans programlarının derslerinin, yine tasarruf amacıyla, birleştirilerek aynı amfide, aynı saatte, aynı öğretim elemanı tarafından verildiğini görüyoruz. Haliyle İngilizce ders almaları gereken öğrenciler de dersleri Türkçe alıyorlar. Örneğin, İstanbul Kadıköy’deki bir vakıf üniversitesinin bu yıl yaz okulunda açtığı dersler incelendiğinde, web sayfasındaki ders programından dahi bu durum net bir şekilde görülmekte. Bir başka husus ise İngilizce lisans programlarında ders veren öğretim elemanlarının İngilizce yeterlikleri ve gerçekten dersleri %100 İngilizce yapıp yapmadıkları. Normalde “Yükseköğretim Kurumlarında Yabancı Dil Öğretimi ve Yabancı Dille Öğretim Yapılmasında Uyulacak Esaslara İlişkin Yönetmelik” gereği bu öğretim elemanlarının, ilgili yabancı dili anadili olarak konuşmaları, ilgili yabancı dilin kullanıldığı yurtdışı bir üniversiteden mezun olmaları, ilgili yabancı dilde %100 eğitim veren bir Türk üniversitesinden mezun olmaları ya da YÖK tarafından yukarıdaki yönetmelikte belirtilmiş ilgili yabancı dil sınavından yüz üzerinden en az seksen puan almış olmaları şartlarından birini sağlamaları gerekmekte. YÖK maalesef, eğitim kalitesinin sağlanmasına yönelik bu tür hususları yeterince denetlemediğinden bazı vakıf üniversiteleri bu konularda istediğini yapıyor ve kimse fark etmiyor. Önümüzdeki hafta vakıf üniversitelerine kayıt olacakların dikkatine! ve çocuklar kaçarlarmış. Jandarma hocanın peşine düşer, yakalayabildiklerini karakola götürür, çuval içindeki “suç aletleri”yle teslim edermiş. Mahalle mekteplerinin, köylünün duyduğu bir ihtiyaçtan kaynaklandığında kuşku yoktur. Bugün yazları camilerde ve mescitlerde Diyanet’in denetiminde açılan Kur’an kursları gerçeğinde de görüldüğü gibi köylüler, çocuklarının bazı temel dini bilgileri almalarına ihtiyaç duyuyorlardı. Bu bilgileri onlara verecek herhangi bir resmi eğitim kurumu da yoktu. 1930’ların ortalarında resmi köy okullarında artık din derslerinin de verilmeyişi, bu mektepleri bir ihtiyaç olarak gündemde tutuyordu. Benim köyüme ilk öğretmen 1955’te verildi. O tarihe kadar ilçenin pek az köyünde ilkokul vardı. Köy Enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’un şube müdürlerinden Ferit Oğuz Bayır, Köyün Gücü adlı kitabında Cumhuriyet hükümetlerinin köylünün eğitim davasını çok geç ele aldığını yana yakıla anlatmakta ve bunun kabahatini İnönü’ye yüklemektedir. 1940’ta Köy Enstitüleri Kanunu Mecliste görüşülürken Bakan Hasan Ali Yücel’in verdiği rakamlara göre köy çocuklarının yüzde 75’i ilköğretim imkânından yoksundur. 1936’da başlanan Eğitmen kursları ile köylerde üç yıllık okullara eğitmen yetiştirildiğini biliyoruz ama yetişen eğitmenlerin ihtiyacı karşılamaktan çok uzak olduğu açıktır. Cumhuriyet döneminde, mahalle mektepleri yasaklanmak yerine, buralarda ders verecek hocaların eğitmenler gibi bir kurstan geçirilmeleri, Kur’an okuma ve dua öğretmenin yanında öğrencilere verecekleri hayat bilgisi, Türkçe, matematik gibi bilgilerle donatılmaları yoluna gidilseydi bu herhalde daha makul bir çözüm olabilirdi. Hem devletin okullarından din bilgilerinin kaldırılması, hem de velilerin bunu sağlamak için kendi aralarında örgütlenmelerinin yasaklanması tek parti dönemi inde köylülerle devlet arasında önemli bir kırılma yaratmıştır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle