14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 TartışmaEditöre Mektup CBT 1483/21 Ağustos 2015 Bilimsel çalışmalarda dünyadan kopuyor muyuz? Prof. Dr. İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi, iortas@cu.edu.tr S on 30 yılda katıldığım birçok kongrelerde bugüne kadar edindiğim kişisel genel kanı Türkiye ve benzeri ülkelerin dünyadaki bilimsel gelişmelerden koptuğu yönündedir. Yüksek bütçeli ve nitelikli insan gücünü gerektiren çalışmalarda bizim gibi ülkelerden çok fazla nitelikli araştırma çıkmıyor. İleri teknoloji gerektiren birçok alanda olduğu gibi tarım biliminin bazı alanlarında ülke olarak çok etkili araştırma ve yayın yapmakta zorlanıyoruz. Örnek olarak, Hollanda’da katıldığım Rizosfer (kök bölgesi) kongresinde rizosfer konusundaki çalışmaların takip edilmesinde temel araştırma alt yapısı ve ileti teknoloji kullanımından yoksun olmamız nedeniyle, süreci takip etmekte zorlandığımızı görüyorum. Kongrede işlenen konular ile ülkemizde ilgili alanda yapılan sınırlı çalışma arasındaki ciddi farklılıkların olduğu ve ülkemizin ileri toprak altı kök bölgesi konusundaki çalışmaları çok geriden izlediği kanısı oluştu. Hatta temel, biyokimya, ekofizyoloji, mikrobiyal ekoloji, popülasyon biyolojisi ve moleküler biyoloji alanlarındaki temel bilgi ve araştırma yetersizliği nedeniyle dünya bilimsel sürecinden koptuğumuzu daha iyi hissediyorum. Araştırma teknikleri, konuların ele alınış yaklaşımı ve ürettikleri bilgi ve üretim yönünden çok çok gerilerdeyiz. Görebildiğim kadarı ile gelişmiş ülkelerin üniversiteleri veya araştıcıları konuya soru sorarak ve hipotez kurarak başlıyor. Bizim gibi ülkelerden gelen araştırıcıların ise, halen durum tespiti ve verim artışı konularına yöneldiği görülüyor. Bu durum dünyadaki bilim çalışmalara ülkelerin GSMH’den ARGE’ye aktardıkları katkıları, temel bilimlere verilen önem, bilimsel bilgi birikimi ve köklü eğitim sistemlerine verilen önemle paralel geliştiği görülmektedir. Bunun birçok nedeni olduğunu biliyoruz. Ancak sınırlı sayıda ilgi duyan araştırıcı ve bilim yazarı dışında devlet katında ve bilim kuruluşları nezdine tartışıldığını sanmıyorum. Konu, maddi boyutunun ötesinde, bilime önem verme anlayışı ve yaklaşımı konusunda sorunlu. Temel bilim alt yapımız yetersiz. Nedeni orta öğrettim eğitimimizden kaynaklanıyor Türkiye’nin son TEOG, LYS ve PISA sınav sonuçları ile bilimdeki kopuşumuz arasında ciddi bir ilişki var. Aslında ülkemizde yıllardır günden güne kalitesi düşen eğitim düzeyi, üniversitelerin özerklikten uzak yapısı, araştırma kurumlarının bağımsız olmaması ve ülkemizin ARGE harcamaları ile sınav sonuçlarımız bir bütün olarak işlendiğinde, bilimde neden geride kaldığımız daha iyi anlaşılıyor. Son sınavlarda öğrencilerin Fen ve matematik soruları başarı durumu bize ileride Türkiye’nin bilim yapan ve dünyada ağırlığı olan bir ülke olmayacağımızın açık örneğidir. Bu bağlamda ülkemizin temel eğitim ve bilim politikasını, üniversitelilik anlayışını ve araştırma yöntemlerini yeniden gözden geçirmesi, ülkemizin belirli alanlarda öncü konuma geçmesi için önemli. Nitelikli insan gücü yetiştirmekte başarılı olamadık Son yıllarda üniversitelerin nitelikli insan gücü yetiştirmede istenilen düzeyde eğitim vermediği sıkça eleştiri konusu. Üniversitelerdeki ara eleman sorunu, elemanlarının teknik bilgisi, araştırıcıların temel bilgiyi yeterinde kullanamaması bilimsel araştırmalardaki kısırlığın önemli nedenlerden biri olabilir. Bütün göstergelerde, ülkelerin bilimsel başarıları, ülkelerin gelişmişlik ve kalkınma düzeyi ile doğrudan orantılıdır. İleri teknoloji üreten ve ihraç eden ülkelerinin bilime katkıları da yüksek. Bu ülkelerin genel karakteri üniversite ile siyaset arasındaki ilişki sınırlı, düşünce özgürlüğü nispeten daha iyi, liyakata dayalı proje, maddi destek ve akademik kadro almalarıdır. Üniversite halen ders verilen ve ülke için diplomalı insan yetiştiren birer devlet kurumu olarak görülüyor. Türkiye’nin en ciddi sorunu eğitim ve bilimsel gelişmemişlik olmasına rağmen, maalesef bilim ve üniversite toplumun ve siyasilerin gündemlerinin çok çok gerisinde. Bilim, felsefe, tartışma, bilgi üretme, bilgiyi teknolojiye dönüştürme konusu yine ne yazık ki devlet ve toplumumuzun hatta hatta çoğu üniversitemizin de çok gündeminde değil. Cumhuriyet döneminde köylerdeki mahalle mektepleri Zeki Sarıhan, zekisarihan@gmail.com C Yayınlarımızın Etkisi Ve Refere Edilme Düzeyi Dünya Ortalamasının Altında: Türkiye bilimsel yayın sayısından çok, yayınların etki faktörü ve atıf alma niteliği yönünden çok sorunlu görülüyor. Ayrıca bizlerin yaptığı yayınların genelde etki (impact) faktörü ve yayınlara yapılan atıflar düşük kalıyor. Son 78 yıllık verilerde ise giderek daha da kötüleştiğimizi görüyoruz. Türkiye bazı teşvikler ve akademik yükseltmelerdeki kaygılardan dolayı WOS üzerinde taranan hakemli dergilerde üretilen bilimsel makalelerde ciddi bir sıçrama yaptı. 2007 yılına kadar belirli bir yükselme eğilimindeki ülkemiz artık durağan bir konuma geçmiş ve 2014 yılı itibarı ile WOS verilerine göre her ne kadar dünyada toplam 26672 yayın ile dünyanın 17. sırasında yer alıyorsa da, bilimsel yayınlarda dünyadaki payı % 1,3 ile ilk 67 ülke içinde 52. sırada yer alıyor (Onat, 2015). Buna karşın Hollanda 2014’te 50791 makale yayınladı. Patent sayısı ve teknolojinin kullanımı konusunda sorun yaşadığımız aşikâr. Bilimsel çalışmaların gerçek yaşamdaki karşılığını örneklerle gösterecek olursak Bayram Ali Eşiyok (CBT say 1477) Türkiye tarımı ile Hollanda tarımını karşılaştıran yazısında belirtiği üzere, Hollanda gibi ileri teknoloji kullanan bir ülkenin tarımsal katma değeri 10 kat, tarımsal ihracatı 6 kat daha Türkiye’den daha fazla. Unutmayalım Türkiye Hollanda’nın 20 katı büyüklüğünde bir alan sahip. SORUN BİLİMSEL ANLAYIŞTA YATIYOR umhuriyet’ten önce, köylerdeki en basit eğitim kurumları “Mahalle mektepleri” idi. Bunların resmi ilkokullar olan “mektebei iptidai’lerle bir ilgisi yoktur. Mahalle mektepleri, köylü çocuklarına Kur’anı yüzünden okuma ve bazı dualarla birlikte Türkçe okuma yazma ve basit hesap öğretirlerdi. Hocayı köylüler belli bir ücret karşılığında tutardı. Sonbahardan ilk JJJJJbahara kadar açık kalan bu mektepler her türlü resmî denetimin dışında idiler. 1924’te Öğretimin Birleştirilmesi Yasası’yla her türlü öğretim kurumu Maarif Vekâleti’ne bağlandığı ve Vekâletin de böyle kurumlara izin vermesi söz konusu olmadığından Mahalle mekteplerinin kapanması gerekirdi. Fakat o dönemde yaşamış olanların anlatımlarına göre köylerdeki mahalle mektepleri hiçbir zaman kapanmamış, yasa dışı olarak faaliyete devam etmişlerdir. 1944 doğumlu olan benim kuşağım, daha öncekiler gibi bu mahalle mekteplerinde eğitim gördü. Mektebimiz, mahallenin mescidinde faaliyet halindeydi. Bu mescit, kış günlerinde ortasında ateş yanan, dumanı yapının tepesindeki bir bacadan çıkan, ahşap bir yapı idi. Biz her sabah elimizde bir odunla mektebe gider, odunu yapının girişindeki aralığa atarak hocanın çevresinde yarım ay biçiminde bağdaş kurup otururduk. Her çocuk Elif Cüzü’nden başlardı. Hoca sıra ile her birimizi yanına çağırır, harflerin okunuşu, sonra bunların birbirine çatılmasını, dolayısıyla Arap harfleriyle okumayı öğretirdi. Namaz dualarını okutarak bunları ezberleyip ezberlemediğimizi de denetler, doğru okumuşsak ve ezberimiz yeterliyse “Geç” derdi. Böylece bir sonraki konunun ezberlenmesine sıra gelirdi. Teneffüs yapılmaz, her çocuk tuvalet gibi gerekçelerle dışarı çıkarken kapıda asılı “GittiGeldi” levhasını ters çevirir, o dönmeyince başka bir çocuk dışarı çıkmazdı. Hocamızın elinde uzun bir değnek bulunur. Yaramazlık yapan çocuklara vururdu. Mektebin duvarında bir falaka da azılı dururdu. Büyük suçlarda çocuk falakaya yatırılarak öğrencilerden biri çocuğun ayağına bir sopa ile vururdu. Cezaların sıklığı ve çeşidi hocadan hocaya göre değişirdi. Dayakçılığı ile nam salmış hocalar vardı. Haftada bir gün yeni yazının öğretilmesini ayrılmıştı. Bu dersin araçları olarak kalemimiz, defterimiz ve silgimiz olurdu. Bunları satın almak bile aile bütçesine bir yüktü. Bizden öncekilerin kalem ve defter bulamadıkları dönemlerde ellerinde bir tahta parçası ve kömürle okuyup yazma öğrendikleri anlatılır. Bu mektebe en erken beş veya altı yaşında başlamış olmalıyım. 1953 yılı ilkbaharında artık 32 farzı, namaz dualarını ezberlemiş ve Kur’anı da iki kez hatmetmiş bulunuyordum. Türkçe okumayı yazmayı, o zaman kerrat cetveli denilen çarpım tablosunu, dört işlemi de öğrenmiştim. Mahalle mektebine gittiğim dönemde, resmi makamlardan herhangi bir teftiş veya baskı geldiğini hatırlamıyorum. Tek parti iktidarının sonlarıydı ve bilindiği gibi bu dönem din eğitimine müsamaha ile bakılmaya başladığı yıllardır. Fakat 1930’larda bu mekteplerde okumuş olanların anlattıkları çok fazla baskın olayı vardır. Anlatıldığına göre, mektep hocaları ve talebeler jandarma baskınlarına karşı her an tetikteydiler. Hatta mektebin yakınlarına gözcü de koyarlarmış. Jandarmanın geldiği haber alınınca öğretim aracı olarak kullanılan cüzler ve Mushaflar, derhal ortalıktan kaybedilir, hoca
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle