Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kent uygarlığı DOĞAN KUBAN BOZKURT GÜVENÇ U İthal Sanayi Kenti ile İletişim Kenti Arasında Yolda Kaldık ygarlıklar kentlerde oluştu. Ortaçağa kadar Uzakdoğu’da, İslam ülkelerinde kendi kültür özelliklerinin yarattığı kentler oldu. Fakat bu ortaçağ kentleri 19. yüzyıldan başlayarak, Avrupa’nın etkisi altında sanayi dünyasının kent modelini kabullenmek zorunda kaldılar. Bugüne kadar da çözemedikleri sorunlarla uğraşıyorlar. Biz de sanayi kentini ithal ettik. Fakat gelişmemiş bir halkın kentlere tsunami gibi hücumunun yarattığı sorunları çözemeden dünya iletişim aşamasına girdi. Bugün eski sanayi kenti sona erdi. Bizim kentlerimiz gibi kentler sadece gelişmemiş, kalabalık ülkelerde var. Hepsi kalabalık, genelde sağlıksız, çirkin. Kentler neden çirkin? Çünkü kentsel düzen yok. Neden kentsel düzen yok? Çünkü yapı arsaları oransız. Neden yapı arsaları oransız ve düzensiz? Çünkü kent planı yetersiz, ya da uygulanmıyor. Neden yetersiz? Çünkü yapan uzman yetersiz, ya da halk yasaları çiğniyor. Nasıl çiğneyebiliyor? Rüşvet vererek. %60 kaçak olan kentler. Sistem hep böyle çalışıyor. Neden? Çünkü ülke bu büyüklükte ve yoğunlukta bir planlamayı gerçekleştirecek kadar örgütlenemedi ve eğitilemedi. Kentleşme çok hızlı oldu. Demokrasi politik bir görüş ifadesi olmaktan çok, bir oy pazarlığı oldu. Alan ve veren, aynı cahil toplumun üyeleri olarak, kolay bir pazarlık yöntemi buldular. Sonunda olay ‘oy ver, arsa al, tapu ver oy al’a kadar uzandı. Kentlerin yapılaşma sorunu yetersiz eğitim, yetersiz planlama ve ahlaksız bir pazarlık üzerine kuruldu. Buna sınırsız ve kontrolsüz bir politik müdahaleyi de katmak gerek. Bu olumsuz koşulları kontrol edecek bir bilgi ve uygarlık deneyimi de kent halkında yok. Bu ne kadar sürer? Toplumun tahammül sınırlarına kadar. Bu tahammülü ne belirler? Bilgi. Bu bilgilenme nasıl gerçekleşir? Bu bilgilenme uygarlık birikimi ile ilgili bir bilinçlenmedir. İnsanla yarattığı çevre ve doğa arasında kurulan dengenin bilinçli bir değerlendirilmesini gerektirir. Ortaçağdan sonra dünyada bu aşamaya, tutarlı bir gelişme içinde ulaşan sadece Avrupa var. Çünkü dünya tarihinde kentleşme,bilim ve sanayileşmenin, kendi dinamikleri içinde bir sonuca ulaşması sadece Avrupa’da gerçekleşti. Bu sadece bir tesadüftür. Fakat örnek sadece Avrupa’dır. Kendi tarihimizde yok. Dünya tarihinde de yok. Bu nedenle bugünkü Türk kenti, taklidi Türkiye’de yapılan bir ithal malıdır. Toplum için bu kağnı ya da atın çektiği araba yerine otomobil ve kamyon kullanmakla eş bir olgudur. Avrupa’da olduğu gibi, yüzyıllara yayılan ve toplumla organik bir bağ içinde gelişmiş bir sürecin sonucu değildir. Fakat bir otomobil gibi doğrudan ithal edilebilen bir mal da değildir. Sistemler, yapılar ve plan kuramları ile birlikte insanları da ithal etmiyoruz. Kendi tarihimizin ürünü olmayan ve kontrolünü kaybettiğimiz bu karmaşadan ve onun yarattığı endişe verici baskıdan kurtulabilir miyiz? Dünya iletişim çağına girdi. Yeni kentler erken sanayi çağının insan yoğunlaşmasını gerektirmiyor. Türkiye geç sanayileşme ile kente göçün örtüştürdüğü dalgalarla savaşıyor. Geçkapitalizm ve yeni emperyalizm bu ağırlığı artırıyor. Sanayisi gelişmemiş cahil bir ülkenin bu durumdan nasıl çıkacağını tahmin emek benim bilgilerimi aşar. Fakat ilk aşama halkın ve sanayinin Anadolu’ya dönmesi olarak görünüyor. Deniz bitti. U Kent Uygarlığı ygarlık konulu son yazılarımız “Sorun” ağırlıklı idi. Okuyucularımızdan gelen “Çözüm” soruları üzerine “Kent Uygarlığı”nı yazıyoruz. Kentlerin özgün bir yeri var uygarlık tarihinde. Tarım köylerinden ve ürün değiş tokuşundan doğan pazar köylerden bazıları, ticari kasabalara; onlardan en uygun konumda olanlar da zamanla yönetim kentlerine dönüştü. Sahilde ya da büyük akarsular üzerinde kurulu kentler, günümüzün metro ve mega kentleri oldu. “Köykent” bir ütopya idi doğmadan düştü. Sanat, bilim, felsefe, tıp, eğitim, din, hukuk, yazı ve devletler işbölümüne dayalı kentlerde gelişti. Sorun çözerken, yeni sorunlar yaratan kentler! Uygarlık, kentlerde yaşanan ve yazılan bir kültür tarihidir. (L. Mumford 1934). Türkiye Cumhuriyeti kurulurken ve demokrasiye geçiş yıllarında dört köylü yuttaşımızdan üçü, bugün kentlerde yaşıyor ama henüz kentlileşemedi. Köy Enstitüleri’ni kapattık ama Kent Enstitüleri’ni kuramadık. Yazar A. H. Tanpınar’ın huzur danışmanı İhsan Bey [Yahya Kemal] de, devrimin kültür sorunlarını biliyor ama çözüm öneremiyor; ”Bilseydim, halkı toplar, Yunus Emre gibi, ‘Hakikatinizi getirdim’ diye haykırırdım!” diyordu. CBT’nin 10 Temmuz sayısında çözümün ipuçlarını gelin birlikte okuyalım: “Bilim ve Büyü, Paradoks, Mantık ve Bilinç, Yeni öğretim ve yeni Üniversite, Makine Sanayii, Kaliteli Uyku, Akıp giden veriler, Eleştiri ve Bilim, Teknoloji Yönetimi, vb.” (Kent sorunları çok mu farklı?) Ne var ki, medya, çoğunlukla çözümleri değil sorunları çıkarıyor manşete. Tasmalı ve aşılı köpeğini ısıran insanı haber yapıyor. Seçim vaatlerini yerine getiremeyen kimi siyasetçiler, kusuru ve sorumluluğu “öteki” lere yüklüyor, öteki eğer yoksa yaratılıyor. Hele şu Mustafa Kemal ile İsmet İnönü ikilisi olmasaydı ne güzel geçinip gidiyorduk! Uygarlık sorununa çözüm önerenler, yazar çizerlerden halkı uyandırmasını istiyor; doğrudan erişemedikleri yöneticileri uyarması için. Uyan, Halkıım, Uyan! diyorlar. Teknolojinin Evrimi’ni yazan George Basalla (13. Basım, TÜBİTAK 1996), “Teknolojik Uygarlık” kavramına tümden karşı çıkmıştı. Uygarlık, Teknolojik araçlarla değil sosyalkültürel (beşeri) değerlerle gelişiyordu. Çağımızın en uygar toplumları Dünyanın en güçlü devletleri değildi. Filozof A. Spengler (Batı’nın Çöküşü 1926) eserinde, “Teknoloji, Batı’yı batırıyor” görüşünü savunurken, Amerikalı sosyolog Augburn, “Kültürel Geri Kalma” kuramını yüzyılın teknolojik düzenine bağlıyordu. Teknoloji, kendi eseri “kent uygarlığı”na son veriyor. Oysa, yaşam küreyi tehdit eden otomobilinden cep telefonuyla konuşan kimi kentliler, teknolojik araçlarla avunuyor ve kendini Kent Uygarlığı’nın ya da “Zamanın Efendisi” sanıyor. “Barış ve Allah” diye savaşıyor. Destan yazan şehitlerini cennete uğurluyor. BOP projesiyle Ortadoğu dengelerini alt üst eden Batı, lider sorumluluğunu hatırladı, demokrasi ve özgürlük, diyor (Z. Brezinski 1988). Çağdaşlarına “Tarih ve Devlet bitti, Küreselleşen Dünya roketine atlayın,” çağrısını yapan F. Fukuyama bile ayıldı: “Aman, ulus devletinizi inşa ediniz; yoksa, dünya yönetilemez.” Bu reçete dilimize çevrildi, yayımlandı (2004); ama okumayı sevmeyen halkımız, miting alanında, “ulus devlet geçmişte kaldı” masalına alkış tutuyor. Halkımız er geç uyanacak; ama korkarım, kaçırılan fırsatları yakalamak, zamanı geriye sarmak kolay olmayacak. Özetle, çözümler, yakındığımız sorunlar gibi önümüzde durup duruyor. Kendimizi aldatmayalım. Çözüm mü istiyoruz, sorunlarla yaşamak mı? “Devleti eleştirme hakkı vardır; ama unutma ki devlet sensin!” diyen Alman Postası’na Karadenizli Havva Ana’nın yanıtı gecikmedi: “Devlet ben’im!”