24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Son Araştırmalardan CBT 1452/16 Ocak 2015 Eboladan ölenlerin sayısı 7 bin 900’ü geçti 2014 Ebola salgın yılıydı. Bir yılı aşkın bir süre önce Batı Afrika’da ortaya çıkan Ebola salgını yüzünden bugüne dek en azından 7bin 905 kişi yaşamını yitirdi. Ancak enfeksiyon sayısı çok daha yüksek. Virüsün ortaya çıkmasından bu yana ise 20.206 vaka meydana geldi. Dünya Sağlık Örgütü WHO şimdiye dek kayda alınmayan ölüm sayısı için çok karamsar bir tablo çizdi. Ebola vakalarının en sık görüldüğü yerler Gine, Liberya ve Sierra Leone. Afrika’nın dışında da bazı ebola vakaları yaşandı. Salgının kökenini araştıran Robert Koch Enstitüsü bilim insanları Gine’deki bir ağacın kovuğunda bazı ipuçları buldu. Fabian Leendertz ve ekibinin Embo Molecular Medicine dergisindeki yazısına göre Aralık 2013 yılında Gine’deki Meliandou köyünde hastalanan ilk kişi olan küçük bir erkek çocuğu sık sık bir ağaç kovuğunda oynamıştı. Burada ise Mops condylurus türünde yarasalar yaşıyordu. Artık yakılmış olan ağacın toprak ve kül örneklerinde, daha önceki ebola salgınlarıyla ilişkilendirilen şıldığı üzere o, firavun Neferefre’nin karısı. Kraliçe bugüne kadar tanınmıyordu. Bulgu bu nedenle Beşinci Hanedan’ın bazı gizlerini aydınlatacak. Beşinci Hanedan’a ait kraliçe mezarı Çek bilim insanları tarafından bulundu. 4500 yıl önce hükmeden firavunun eşi ilk kez ortaya çıktı diyor Mısır’ın eski eserler bakanı Mamduh alDamati. Mezar, Kahire’nin güneybatısındaki Abu Sir nekropolünde yer alıyor. Kraliçe III. Khentakawess’ın kocası İ.Ö.2500 yıl kadar önce hüküm sürmüştür. Çek araştırma ekibinin yöneticisi Miroslav Barta, mezarın Neferefre’nin mezar alanında bulunduğunu bu yüzden de onun karısı olduğunu düşünüyoruz diye açıkladı. Mısır eski eserler bakanı ElDamati de, yeni buluntuların Beşinci Hanedanlığa ışık tutacağından emin. Kazılar sırasında kireçtaşı ve bakırdan üretilmiş otuz kadar da gündelik eşya bulunmuş. LIPL4 adlı bir enzimin ipliksi solucanlarının (C.elegans) yaşamlarını yüzde 55 oranında uzattığını saptamıştı. Son araştırmada ise lizozomlarda yağ maddelerinin parçalandığını ve Oleoylethnaolamit (OEA) isimli biyoaktif bir yağ asidine dönüştürüldüğü anlaşıldı. Lizozomlar, maddelerin yok edilmeleri ve yeniden hazırlanmalarından sorumlu hücre organel leridir. E l d e edilen bilgilerin, yaşlılığa bağlı metabolizma hastalıklarının araştırılmasında yardımcı olabileceği sanılıyor. OEA gibi biyoaktif yağ asitlerinin besin takviyesi olarak kullanılmasıyla gelecekte bu tür hastalıkların tedavi edilebileceği ve yaşlanma sürecinin değiştirebileceği tahmin edilenler arasında. Parçalanan yağlar ömrü uzatıyor Solucanlar hücrelerinin “yenileme merkezlerinde” yağları parçalıyor ve bunları biyoaktif yağ asitlerine dönüştürüyor. Bilim insanları, bu sürecin hayvanların yaşamlarını da uzattığını buldu. Yağ asitleri besin takviyesi olarak insanda da yaşlanmayı frenleme potansiyeline sahip. Araştırmayı yöneten Mang Wang (Baylor Tıp Koleji, Texas) daha önce de Kırmızı et kanser riskini niçin yükseltiyor? Çok fazla sığır ve domuz eti tüketimi, daha yüksek kanser riskiyle ilişkilendirildi. Bu bağlantı sadece insanlar için geçerli, et çil hayvanlar için değil. Bunun için olası bir açıklamayı şimdi Amerikalı bilim insanları hayvan deneyleriyle getirdiler. Buna göre kırmızı et tüketimine bağlı yüksek kanser riski, kırmızı ette bolca bulanan özel bir silaik asit türü olabilir. Bu madde et tüketimine bağlı olarak zamanla çeşitli dokularda birikiyor ve bağışıklık sistemi tarafından yabancı olarak algılanıyor. Bu da kanseri tetikleyen kronik iltihap reaksiyonlarına yol açıyor (PNAS dergisi). İnsan organizmasının aksine birçok hayvan bu sialik asidi kendisi de ürettiği için bağışıklık sistemi etkinleşmiyor. Et tüketimine bağlı kronik iltihaplanmaların arteryoz skleroz ve diyabet gibi hastalıklara da yol açabileceği sanılıyor. Kaliforniya Üniversitesi’nden Ajit Varki, verilerimiz, kırmızı et tüketimi ve kanser riski arasındaki epidemiyolojik ilişkiyi açıklayan sıra dışı bir mekanizmayı ortaya koydu diyor. Son araştırma çerçevesinde genetik değişimden geçirilen farelerle deneyler yapan uzmanlar, hayvanların yüzde ellisinde, 5085 hafta sonra karaciğer tümörü oluştuğunu görmüşler, oysa normal farelerde bu oran yüzde dokuz civarında kalmış. Genetik değişimden geçirilen hayvanlarda çok büyük Neu5Gc birikimleri saptanmış ki bunlar insan tümörlerinden de bilinir. Ancak insanda karaciğerden çok, bağırsak, prostat ve yumurtalıklar etkileniyor. Ama kırmızı etin ölçülü bir şekilde tüketilmesi halinde gayet faydalı olabileceğini de hatırlatıyorlar. Ancak ne miktarda yenilmesi gerektiğini söyleyemiyor. Çünkü bu miktar kişiden kişiye değişebileceği gibi başka faktörler ve mekanizmalar da etkili olabilir. Altın nano partiküller kanser hücrelerini saptıyor Fisica Applicata Enstitüsü ve Floransa Diyabet hastalığı: En düşük risk 0 kan grubunda bu yarasaların kalıtımlarını saptamışlar. Bu türün Ebola virüsüne bağlı enfeksiyonla yaşayabildikleri biliniyor, ayrıca bu tür hayvanlarda virüse karşı antikor da saptanmış. Robert Koch Enstitüsü’ne göre daha önceki salgınlar mesela insansı maymun veya karaca gibi yabanıl hayvanlardan bulaşmıştı. Çevredeki insanlarla konuşan araştırmacılar, çocukların yarasaları yakalayarak onlarla oynadıklarını ayrıca onları ateşte pişirdiklerini de öğrenmişler. Diyabet 2 hastalığına yakalanma olasılığı kan grubuna da bağlı. 0 kan grubundan olan kişilerin diyabete yakalanma riskleri çok düşükken, en riskli kan grubu B diyor bilim insanları. Son çalışma, türünün en kapsamlı örneği olsa araştırmaya yalnızca kadınlar katılmış. Fakat Fransız bilim insanları sonucun erkekler için de geçerli olabileceğini söylüyor (Diabetologia dergisi). Bununla birlikte kan grubunun bu metabolizma hastalığı üzerine ne şekilde etkili oldu bilinmiyor henüz. Farklı kan gruplarının diyabet üzerindeki önemi yeni klinik ve epidemiyolojik çalışmalarla araştırılacak diyor GustaveRoussy Enstitüsü’nden Guy Fagherazzi. Ekibi, 1990 yılında başlayan uzun vadeli çalışmada 82.104 katılımcının verisini değerlendirilmiş. Araştırmanın başlamasından altı yıl sonra rastgele alınan sekiz yüz örnekle birlikte kan şekeri seviyesi ve yağ değerleri de ölçülmüş. Karşılaştırma sonucunda A kan grubuna sahip kadınlarda diyabet riski (0 kan grubundaki kadınlara kıyasla) yüzde 10, B grubundaki kadınlarda ise yüzde 21 civarında olduğu ortaya çıkmış. Rh negatif ve Rh pozitif kan grupları arasında bir fark saptanmamış. Rh faktörü ve AB 0 sistemindeki çeşitli kan grubu kombinasyonlarıyla yapılan karşılaştırma sonucunda ise B Rh pozitif kan grubuna sahip kadınlarda diyabet riskinin, 0 Rh negatif kan grubundaki kadınlara kıyasla yüzde 35 daha yüksek olduğu ortaya çıkmış. Bu istatistiksel bağlantılar, kan şekeri seviyesi ve yağ değerlerinin de dahil edilmesi durumunda değişmemiş. A, B veya AB kan grubundaki kişiler 0 kan grubuna sahip kişilerin aksine, alyuvarların üzerinde belli başlı proteinler veya lipidler üretir. Bunlar iltihabı tetikleyen uyarı maddesinin üretimini arttırıyor olabilir. Bu da diyabet için uygun bir zemin hazırlıyor olabilir. Diğer bir açıklamaya göreyse kan grupları bağırsak florasının bileşimine farklı etki gösteriyorlar. Ve bilindiği gibi bağırsak bakterileri de bedendeki iltihap reaksiyonları üzerinde etkili oldukları gibi enerji kullanımını ve şeker metabolizmasını da ayarlıyorlar. Kraliçenin adı III. Khentakawess. Mezarın iç duvarlarında böyle yazıyor. Ve anla Yeni bir kraliçe mezarı bulundu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle