Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİKBİLİM Ali Akurgal ali@akurgal.com KİTAP İÖ 500’LERDEN BUGÜNE BAKMAK: “Japonya’da da deprem oluyor; siz hiç, bir Japon’un depremden sonra korkudan parkta sabahladığını duydunuz mu?” Savaş Sanatı2 Depreme Önlem CBT 1422 8 /20 Haziran 2014 Depremin ne zaman olacağını bilemiyorsunuz. Hepimiz depremden, daha doğrusu sonuçlarından korkuyoruz. Şakası yok, depreme bir müteahhidin normunu karşılamayan bir inşaatında yakalandınız mı, o an çöküntünün altında kalıp ölmeseniz bile, enkaz içinde size ulaşılmasına kadar ölebilirsiniz. En köklü önlem, depreme karşı dayanıklı olmayan, “riskli” bulunan yapıları yıkıp, yeniden yapmak: Kentsel dönüşüm. Uygulamalar yakınmalara da neden oluyor ama, olsun. Giderek Japonya’daki gibi depremin sonuçlarından korkmaya gerek bırakmayan yapılara kavuşacağız. Derken; Gökçeada’daki son deprem, toplumda, beklenen büyük Marmara depreminin, tüm riskli yapı stoğu yenilenmeden oluvereceği korkusunu alevlendirdi. Depreme dayanıklı yapılar yapılabiliyor ama evdeki hesap her zaman çarşıya uymayabiliyor. Fukuşima’yı anımsayın. Peki can kaybını nasıl azaltabiliriz? Yanıt: eldeki kurtarma ekiplerini, gerekli oldukları yerlere, ihtiyaç duyulan teçhizatla, en kısa sürede sevk ederek. Bu iş için; nerede ne boyutta hasar var ve enkaz altında yaşayan kaç depremzede var, bunu saniyeler içerisinde kurtarma koordinasyon merkezlerine bildirmek gerekli. Nasıl mı? Boğaziçi Üniv. Bilgisayar Bölümü hocaları ve Pikotek firmasıyla ile birlikte bir süre üzerinde çalıştığımız, ama gerçekleştirmeye geçemediğimiz bir sistem önerimiz var. Her binaya bildiğimiz WiFi cihazlarının, batarya destekli olanlarından koyacağız. Üç oda bir salon daire için, üç cihaz yeterli oluyor. Bunlar, daire içinde biri öbürüne, zincirleme, telsiz bağlanacak. Buradan her odaya WiFi, internet ve her türlü akıllı bina hizmeti verilebilir. Her bir WiFi, tam altındaki ve üstündekine, bir radyo sonda ile bağlanacak. Bodrum kattan yukarıya çatı katına kadar üst üste yerleştirilmiş cihazlar, birbirlerine radyo dalgaları ile “seslenerek” aralarındaki mesafeyi ölçecekler. Hani askerde, “soldan say” diye yoklama yapılır ya, onun gibi. Diyelim, bodrum kattakiler dakikada bir saymayı başlatıyor. En üst kata ulaşan ölçümler, orada yatay yoldan daire birimine, kat birimine, oradan bina birimine ve yardım merkezine ulaştırılıyor. İki kat arasındaki mesafe normal durumda 3 metre. Eğer ölçüm 1,5 metreden kısa ise, o katın o noktasının çöktüğü anlamına geliyor. Duyargalar üzerine uzman Cem hoca der ki, canını seven yapacağımız bilekliği kolundan çıkarmasın. Bu bileklik, nabzınız attığı sürece, sizin yerinizi bulunduğunuz odanın WiFi birimi üzerinden yardım merkezine bildirecek. Kent toplamında çöken her kirişin kimlik bilgisi ile merkeze çıkarılan yardım çağrısının, ilgili iletişim alt yapısının tahrip olması nedeniyle köşe başından öteye gidememesi olasılığı var. Peki, araç trafiğinde bir yol geçit vermezse ne yaparsınız? Yan yollara sapar, gideceğiniz yöne açık bir yol ararsınız. Aynı yaklaşımı, fiberden bakıra, bakırdan GSM veya 3G’ye, o yol vermediğinde tekrar çalışan bir fiber hatta atlaya zıplaya bağlantı kurarak sergileyince bunun adı “heterojen ağ” yapısı oluyor. Yapılacak şey, tüm geçerli ağ yapılara abone gibi bağlanan “geçit cihazları” tasarlamak ve iki veya daha fazla altyapının kesiştiği her yere koymak. Elbette, Ufuk ve Tuna hocaların geliştirmeye aday oldukları “yolunu bulma” algoritması olmadan olmaz. Bu algoritma, hangi yolun açık olduğunu sürekli belirleyip, hangi geçit noktasında, hangi ağdan hangi ağa zıplanacağını gösterecek. Eh, sistem, bir deprem daha sona ererken, yardım ekibine hangi binanın kaçıncı katındaki çöküntüde, hangi dairenin hangi odasında kaç kişinin hayat belirtisi olduğunu duyuruyorsa, ciddi sayıda can kurtarmak mümkündür diye düşündük. Batılı ülkeler, bilimsanayi politikası olarak böyle sistemleri, yerli üreticilerine sipariş verip yoktan sanayi yaratıyorlar. Bizde bu olur mu? Ümit edelim olsun. “Savaş sanatı... yaşamsal önemdedir. Bu bir ölüm kalım sorunu, esenliğe ya da yıkıma giden bir yoldur. Savaş sanatının beş değişmez öğesi vardır: (1) Ahlak Kuralı, (2) Doğa Koşulları, (3) Arazinin Durumu, (4) Komutan, (5) Yöntem ve Disiplin. Muharebe alanında geçerli olacak koşulları belirlemeye çalışan biri bunları dikkate almak zorundadır.” Tunç Tayanç nel başkanı”nı, “ordu” yerine “siyasal parti”yi, “subaylar ve askerler” yerine “parti yöneticileri ve örgütü”nü koymakta hiçbir sakınca bulunmamakta ve verilecek yanıtlara göre ortaya belli bir “siyasal görüntü” çıkmaktadır. Sun Tzu devam eder: “Bu yedi düşüncenin yardımıyla yengi mi, yenilgi mi olacak, kestirebilirim. Söylediklerime kulak asan ve o doğrultuda davranan komutan yenecektir; komutanın böyle birinde olmasını sağlayın! Söylediklerime kulak asmayan ve o doğrultuda davranmayan komutan yenilecektir; böyle birini kovun!” Sun Tzu’nun yazdıklarında “saf bir gerçeklik” olduğu gibi “ahlak”, “etik” vb kavramlar da ancak savaşın kazanılmasına bir yarar sağlayacaklarsa söz konusu olabilirler yoksa “ayakbağı”ndan öteye bir şey değillerdir; çünkü “bütün savaşlar aldatmaya dayanır.” Bu “genel kabul”den sonra yapılacak olan “strateji”nin belirlenmesidir. Sun Tzu bu “strateji”yi de şöyle çizer: “Saldırıya hazırsak, hazır değilmiş gibi görünmeliyiz; güçlerimizi kullanırken, hareketsiz gibi gözükmeliyiz; düşmana yakınsak, uzakta olduğumuza inandırmalıyız; uzaktaysak, yakında olduğumuzu düşündürtmeliyiz. Düşmanı kandırmak için tuzak kur. Düzensiz görün ve onu yerle bir et. Her yönden kendini güven altına almışsa, ona hazırlan. Senden güçlüyse, kendini ondan sakın. Karşındaki sinirliyse, onu daha da sinirlendirmenin yolunu ara. Sakın zayıf görünme, burnu büyüyebilir. Kendini rahat hissediyorsa, ona rahat yüzü gösterme. Güçleri birleşmişse, onları böl. Hazırlıksız olduğunda saldır, beklenmedik bir anda ortaya çık.” “Planları Hazırlama”yı şöyle noktalar Sun Tzu: “Zafere götüren bu askeri hileler önceden açığa çıkarılmamalıdır. Bir muharebe kazanan general, muharebe öncesinde birçok şeyi düşünüp taşınmıştır. Bir muharebeyi yitiren general de önceden düşünüp taşınmıştır; ama daha az... Bu nedenle, yengi için çok düşünmek gerekir; daha az düşünmek yenilgi demektir...” Bu sözler üzerinde uzun uzun düşünülmesi, çözümlemeler/değerlendirmeler yapılması, Türkiye’deki siyasal yaşama, “somut” birtakım olaylara uyarlanması ve ortaya çıkan tablonun “olumlu” ve “olumsuz” yönleriyle değerlendirildikten sonra, hem “kendimiz”, hem de “rakibimiz” açısından ne tür stratejilerin geçerli olabileceğinin derinlemesine irdelenmesi gerekir. Sun Tzu”nun bu görüşlerinin bir tür “ev ödevi” olarak algılanmasının çok yararlı olacağı düşünülmektedir. Güvercinler bile “elkitaplarına” başvurmaktalar S un Tzu, “Savaş Sanatı”nın birinci bölümünü “Planları Hazırlama”ya ayırmış ve yukarıda alıntılanan “temel öğeler”den yola çıkmıştır. “Coğrafya” ve/ya “topografya”ya dayanan “doğa koşulları” ile “arazinin durumu” –ki biz çözümlememiz açısından bunu “sosyoekonomik ve siyasal ortam” olarak okuyabiliriz bir yana bırakılacak olursa, konumuz açısından önemli olan üç “öğe”yi şöyle tanımlar: “AHLAK KURALI, halkın hükümranla tamamıyla aynı görüşleri paylaşması demektir; öyle ki, herhangi bir tehlike karşısında gözlerini kırpmadan, canlarını verme pahasına onu izlemelidirler.” KOMUTAN’ı ayrı olarak ele almamakta ama az aşağıda hangi özellikleri taşıması gerektiğine değinmektedir. “YÖNTEM ve DİSİPLİN ile anlaşılması gereken, ordunun uygun alt birimlere bölünmesi, rütbelerin subaylar arasında derecelendirilmesi, orduya ikmal yapacak yolların bakımı, askeri harcamaların denetlenmesidir.” “Bu beş öğeyi her komutan bilmelidir” der Sun Tzu ve devam eder: “Bilen zafere ulaşacaktır, bilmeyen de başarısız olacaktır.” Sonra da “karşılaştırma” için ipuçlarını verir: (1) İki hükümrandan hangisi Ahlak Kuralı’na uymaktadır? (2) İki generalden hangisi daha yeteneklidir? (3) Gökyüzü ile Yeryüzü –yani sosyoekonomik ve siyasal ortam” kime yarar sağlamaktadır? (4) Hangi tarafta daha katı disiplin vardır? (Sun Tzu’nun yazdıkları üzerine ilk yorumu yapan TS`AO TS`AO ya da Ts`ao Kung, sonraları bilindiği adıyla Wei Wu Ti (İS 155220) bu sözleri kısa ve öz yorumlar: “Bir kural koyduğunuzda ona uyulup uyulmadığına bakın: Uyulmadığını görürseniz, uymayan öldürülmelidir.”) (5) Hangi ordu güçlüdür? (6) Hangi taraftaki subaylar ve askerler daha iyi eğitim görmüşlerdir? (7) Orduların hangisinde gerek ödüllendirme, gerek cezalandırma daha istikrarlıdır? Bu sorulardaki bazı sözcüklerin yerine başka sözcükler yerleştirebiliriz. Örneğin, “hükümran”, “komutan” ve “general” yerine “siyasal parti ge