Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TEKNOLOJİPOLİTİK Baha Kuban baha.kuban@gmail.com TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP Uluslararası bağlayıcılığı olan bir iklim değişikliği antlaşması için on yıllardır mücadele eden uluslararası toplumun ayağına takılan en büyük taş hep ABD oldu. Afet mi? Cinayet mi? Eski rayda hızlı tren can alıyor, çürük kalıp can alıyor, bakımsız maden can alıyor, üstü açık çukur can alıyor, çürük yapı can alıyor, otoban can alıyor, sel can alıyor, kızan koca can alıyor, hangi yüzyılda yaşadığımızın farkında olan var mı? Turgut A. Karabekir, Y. Mimar, AIA, turgutk@gmail.com ABD’de İklim Değişikliği Mücadelesinde Rüzgâr Dönüyor mu? Fosil yakıt ve otomobil endüstrilerinin yedeğindeki ABD hükümetleri, gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde, yenilenebilir enerji destekleri, seragazı salım sınırlamaları, karbon vergileri v.s. gibi iklim değişikliği ile mücadele girişimlerine hep düşmanca yaklaştılar. Geniş kapsamlı anlaşmaları ya veto ettiler ya da bunların etkinliğini sınırlandırdılar. ABD, kişi başı seragazı salımlarında açık arayla tüm dünyada en üstte. Uluslararası sıralamada, dünyanın en kirletici ikinci ülkesi. Küresel elektrik sektörü seragazı salımlarının %16’sından tek başına ABD sorumlu. ABD elektrik sektörü uluslararası sıralamaya sokulsaydı, mutlak değer olarak 4. büyük kirletici Hindistan’dan hemen sonra yer alacaktı. Bunun da ötesinde, bu köşede defalarca belirtildiği gibi, ABD’nin hemen her eyaletinde, elektrik sektöründe yenilenebilir enerji teknolojilerinin yaygınlaşmasını destekleyen en basit düzenlemeler bile şiddetli saldırı altında. Hâl böyleyken, ABD’de önemli bir gelişme oldu: 2 Haziran 2014’de ABD’nin Çevre Koruma Kurumu EPA, elektrik santrallarının yol açtığı seragazı salımlarının 2030’a kadar 2005’e göre %30 azaltılmasını öngören bir tasarıyla ortaya çıktı. Bu düzenleme ile, Kongre’de bugüne kadar iklim değişikliği ile mücadelede alanında herhangi bir başarı elde edemeyen Obama Hükümetinin, ‘hava kirliliğini engelleme’ mevzuatı kapsamında fosil lobilerine karşı, bir nevi “eve bacadan girdiğini” söylemek mümkün sanıyorum. ABD’de tüm seragazı salımlarının neredeyse %40’ından sorumlu olan elektrik üretimi endüstrisinin tasarıya tepkisi elbette şaşırtıcı değil. Buna karşılık, genel olarak ABD iklim değişikliği ile mücadele ve yenilenebilir enerji kamuoyunda olumlu karşılanan bu gelişme, bazı çevrelerde de çok yetersiz bulunarak eleştiriliyor. Bu tartışmalara daha sonra dönmek üzere, önce tasarının neyi amaçladığına bakalım. EPA’nın ‘Temiz Güç Planı’ (Clean Power Plan), yukarıda vurgulandığı gibi, ABD elektrik sektöründe seragazı salımlarını 2005 yılı referans alınırsa, 2030 yılına kadar %30 düşürmeyi hedefliyor. Tasarı, 2005’den beri süren bir siyasihukuki mücadelenin son halkası aslında. EPA’nın, 1963’de çıkarılan Federal ‘Temiz Hava Yasası’ na (daha sonra defalarca geliştirilmiş bu yasa, ABD’de kentsel hava kirliliğinin sona erdirilmesinde hayati önem taşıyan belki de ABD’nin en önemli çevre yasası) dayanarak elektrik santrallarını düzenleme yetkisi olup olmadığı konusunda tam bir hukuk savaşı yaşandı. Ardarda ABD Yüksek Mahkemesi’nde temyiz edilen tasarılar ile ilgili olarak son 5 yılda verilen iki Yüksek Mahkeme kararı ile EPA’nın yetkili olduğu kesin olarak hükme bağlandı. Obama Hükümeti , 2009’a kadar bir ulusal iklim değişikliği ile mücadele tasarısını Kongre’den geçirebileceği düşüncesiyle EPA’dan herhangi bir düzenleme çıkarmadı. Bununla birlikte EPA, pazarlık konusu yapabilmek amacıyla tasarıyı hazırladı. Obama Hükümeti, 2009 yılında Temsilciler Meclisi’nin onayladığı salımları mutlak değer olarak sınırlayan bir tasarıyla, ulusal strateji konusunda başarıya çok yaklaşmışken tasarı Senato’dan geri döndü. 2009 Kopenhag İklim Değişikliği görüşmelerine giden Obama’nın eli boş kalmış oldu. Bu gelişmelerden sonra EPA ile ‘bacadan girme’ taktiği de elzem oldu. Bütün bu sürecin belki en ilginç kazanımlarından biri, iklim değişikliğine yol açan seragazlarının ‘karbon kirliliği’ kapsamında düzenlemeye tabi tutularak kamuoyunun duyarlı olduğu halk sağlığı alanına taşınmış olması. Endüstriyel kirlilikle mücadele, ABD’de çevre mücadelelerinin öncülü olarak, kamuoyunda yaygın bir kazanım ve haklılık algısına sahip. Adeta geçmişteki barbarlık çağına atıf yapan bu küçük sayılabilecek bağlantının, (ABD’de endüstriyel kirliliğin sonra erdiği gibi bir şey kuşkusuz iddia edilemese de !) ABD kamuoyunun iklim değişikliğine ilişkin algısını ne ölçüde değiştirebildiğini göreceğiz. Konuya bir sonraki yazıda devam edelim... 2 1. yüzyılda 18. yüzyıl kafası ile ancak böyle yaşanacağını hâlâ göremiyoruz. Birkaç jenerasyonun yüksekokulu bitirmesiyle, uygar ve çağdaş olunamadığını, hâlâ anlayamadık. Okul açmanın, (adam) yetiştirmeye yeterli olmadığını da, hâlâ öğrenemedik. Biz nasıl bir ülkeyiz? Son haftalarda olagelen yoğun can ve mal kayıplarının nedenlerini irdelerken, Türk Dil Kurumu sözlüğünde, AFET için “Çeşitli doğa olaylarının sebep olduğu yıkım”, FELAKET için de, “Büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan durum, yıkım, bela”, dendiğini hatırda tutalım. Irmaklar ve dereler, binlerce yıldır var. Irmakların ve derelerin taşma yatakları da, binlerce yıldır var. Bu yatakların boyutlarına bakarak, geçmişte suların ne kadar kabarabildiğini görebilmek için de, kör olmamak yeterli. Bu yatakların bir neden için oluştuğu da belli. Onları daraltmak, yer altına sıkıştırmak, hatta yok etmek, insanoğlunun cehaleti. Irmakların ve derelerin bazı yıllarda yataklarından bile dışarıya taşmaları da, ender de olsa, olagelen bir gerçek. Bu nedenle uygar toplumlar sel felaketlerine maruz kalmamak için, artık önlemlerini 100 yıllık verileri hesaba katarak alıyorlar. Doğal olaylar bu yüzyıllık sınırları aştığında da, önlemlerin sınırını yeni verilere göre yükseltiliyorlar. samazlığından, cehaletinden, aldırmazlığından doğan, felaket olur. Sorumlusu insan, suçlusu da, gereken yöntemleri almamış olan yetkililer olur. Sel sularının bir de yöreyi, denizleri ve gölleri kirletme boyutu var. Uygar ülkeler artık bu nicelik yönünü de kontrol altına aldı ve yöreden gelen pis suların, denizlere göllere, pisliği durulanmadan kontrolsüz dökülmesini, önlüyorlar. Yağmur sularının yönetimi ABD’de, (Storm Water Management) ismi altında yapılaşmanın kaçınılmaz ön şartı olarak uygulanmakta. Bu kurallara uyulmadıkça da, hiçbir ruhsat verilmiyor, hiçbir yapılaşma gerçekleşemiyor. İNSANDAN ÖNCE IRMAKLAR İnsanoğlu her yöreye ırmaklardan ve derelerden sonra geldi. Yerleşim alanları onların varlığından sonra kuruldu. Yollar, meydanlar, konutlar, köprüler sonradan yapıldı. Bazıları yamaçlara, bazıları ise, bile bile, çukur yerlere yapıldı. İnsan eliyle oluşmuş bu yapılar, artık doğa değil. Yanlışlıklar yapıldıktan sonra; köprüyü, yolu, konutu, sel götürdü deyip sızlanmak yerine, Ben bunları yanlış yere yaptım, ben yanlış yaptım, demek daha gerçekçi olur. Irmakların ve derelerin yataklarını daraltarak, hatta yok ederek yapılan oturum alanlarının su altında kalması, bir felakettir, amma kesinlikle, afet değildir. Bu felâket insan yapımıdır ve şayet can kaybı varsa, kaza, alın yazısı, fıtrat, kader falan değil, düpedüz cinayettir. Şehirlerde, kasabalarda, köylerde yapılan yolların eğilimleri, kendi üzerlerinde oluşacak yüzyıllık fırtına suyunu, etrafına zarar vermeden taşıyabilecek nitelikte değilse; yüzyıllık fırtınada oluşacak suyu taşıyacak altyapısı ve altyapıya yönetecek yeterli regarları yapılmamışsa, oluşan zarar ve ziyan doğa afeti değil, insan’ın neden olduğu felakettir. Can kaybı varsa, gerekenleri yapmayanların neden olduğu, cinayettir. Mal kaybının sorumlusu da, devlettir. Bazı doğal afetler ilk defa olduğunda önüne geçilenemeyebilir. Çoğunun ise, önlemlerini almak kehanet olmaktan çıkmış, ilerlemiş Batı yönetimlerinin, bilim dalı ve kuralları olmuştur. Aynı afetin tekrarında ise, yeni önlem alınmamışsa, artık bu da afet olmaktan çıkar, insanoğlunun umur VARDI CBT 1422 18 /20 Haziran 2014 Bu konuyu ayrıntıları ile, bu sayfalarda, birçok defa yetkililerin dikkatine getirdik. Önlem bilgilerini sel felaketine uğramış birçok bölgeye, gönderdik. Bilgiler, arzu edene her zaman bedelsiz var. Gönderdiğimiz yerlerin hiçbiri, çağdaş bir önlem almadı. Can ve mal kayıpları devam ediyor, olan da zavallı vatandaşa oluyor. Yekililer neden oldukları felakete, hâlâ afet diyor, kimse de sorgulamıyor. Medyada sıcak olmadıkça haber, haber değil, bilginin de çok zaman yayım değeri yok, herkes de felakete, afet demekte berdevam. Yetkililerin de, henüz hiçbir olayda, suçlu olduğunu görmedik. Suçlu daima: Doğa, aşırı yağış, ırmak, dere, çay, ray, çukur, iskele, miskele....!!! Suçlunun, dolaylı olarak da olsa, kendimiz olduğunu anlamazsak, hiçbir zaman, hiç bir yere, varamayız. Yetkililerin yıllardır olagelen şeyleri sanki bugün ilk defa olmuş gibi karşılamanın arkasına saklanmalarını, artık kimse yutmasın. Olanlar yıllardır tekrar ediyor, yeni oluşan bir sorun değil. 40’lı yıllardan beri bütün başa gelenleri de biz kendimiz seçtik. Kendimizi içine düşürdüğümüz bu cehalet çukurundan çıkarmak, vatandaşımıza ve insanlığa karşı, hepimizin sorumluluğu. İktidar sorunları değerlendiremezken, muhalefet sade iktidarı suçlamakla vakit öldürürek, çözümlere katkı yapamazken biz ileri değil, geri gidiyoruz. 40’lı yıllardaki gibi, özgür, onurlu ve gelecekten umutlu olmanın, hasretini çekiyoruz. Felaketleri bir siyaset aleti yapmamalı, bu yanlışlıkların yıllardır olageldiğini ve sadece bir partinin yanlışı olamadığını bilmeli ve gereğinin yapılmasında ısrarlı olmalıyız. Düzeltmeler medyanın ısrarlı ve devamlı yardımı olmadan, gerçekleşemez. Çünkü, bizimki gibi olgunlaşmamış toplumlarda, “Hafızai beşer, nisyan ile maluldür”. İnsanının hayatına değer veren uygar toplumlar, teknoloji ve akıl kullanarak önlemler alıyor. Bilgiler sır değil, hepsi kitaplarda yazılı. Onlar da bu bilgilerden kurallar yaptılar, yetkilileri de kurallara eksiksiz uymakla yükümlüler. Aksi halde can ve mal kaybından doğrudan sorumlu oluyorlar. Uygar ve çağdaş olmak için bilgiyle hareket etmekten başka yol yok!. Bunu anlayıp, tümüyle uygulamayı sağlamadıkça, hepimiz bu cinayetlere suç ortağı olmaktayız. BİLGİ VAR, İLGİLENEN YOK