Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
kitap den düşünülmeli diye öneriyor araştırmacılar. Amerika’da meydana gelen kasırgalara uzun bir süre kadın ismi verilmişti. Meteorologlar bunu “doğanın kaprisi” nedeniyle uygun görmüşlerdi diyor Illinois Üniversitesi’nden Kiju Jung. Bu uygulama 1970’li yıllardan itibaren değişti. O zamandan beri dönümüşümlü olarak kadın veya erkek ismi veriliyor kasırgalara. Bilim insanları son araştırmada kasırganın ismi ve ölüm vakaları arasında bir bağlantının bulunup, bulunmadığını incelerken, 1950 ve 2012 yılları arasında ABD’de meydana gelen 92 Atlantik kasırgasını değerlendirdi. Bu çalışma sırasında çok kuvvetli olmaları nedeniyle 2005 yılında meydana gelen “Katrina” ve 1957 yılında yaşanan “Audrey” kasırgalarının altı çizilmiş. Sonuç olarak gerçekten de dişi ismi taşıyan kasırgalarda daha fazla ölüm vakasının meydana geldiği saptanmış. yöntemle şarap üreticilerine bir alternatif sunmak istiyorlar. Dünya Değişmeden Uluslararası bir araştırma ekibi sekiz yıllık bir çalışmanın ardından koyunun kalıtımını çözdü. Hayvanların derisindeki yağ metabolizmasıya ilgili yeni bilgilere ulaşan araştırmacılar, daha sık yünlü koyunlar üretebileceklerini söylüyorlar. Ayrıca hayvanların sindirim sistemini açıklayan genler de tanımlandı (Science). Çalışmaya sekiz ülkeden 26 araştırma kurumu katılmış. Uzmanlar koyun kalıtımını, insanın, sığırın, keçinin ve domuzun kalıtımıyla karşılaştırdı. Anlaşıldığı üzere koyun yaklaşık dört milyon yıl önce keçi ve diğer geviş getirenlerden ayrılmış. Yeni bilgiler sayesinde, DNA testleriyle, sürülerin sağlık durumları, etin ve yünün kalitesi iyileştirilebilecek. Dünya genelinde yaklaşık bir milyar koyun yaşıyor. Koyunun kalıtımı da çözüldü Almanlar alternatif bir yöntemle şarabı, kükürtdioksit ilave etmeden dayanıklı kıldı. Frankfurt Fraunhofer Biyoteknoloji Yöntemleri Enstitüsü’nden Ana Lucia VásquezCaicedo ve ekibi, şarabı azot veya argonla karıştırdı. Bu maddeler basıncı yükselttikten sonra aniden düşürüyor. Bu basınç değişimi ise mikroorganizmanın hücrelerine (mekanik olarak) zarar vererek öldürüyor. Söz konusu yöntem (soğuk pastörizasyon yöntemi) Dresden’deki bir firma tarafından meyve sularını konserve etmek için geliştirmişti. Fakat şarapta çözülen sülfitler alerjiye neden olduğu için, bilim insanları yeni Şarap daha uzun süre dayanacak Nilgün Özbaşaran Dede nilodede@hotmail.com CBT 14227 / 20 Haziran 2014 Işın, virüsler ve agresif kimyasallar: Yaşayan bir hücrenin DNA’sı her zaman saldırı altındadır. Proteinlerin yapı planlarını değiştiren yerlerde kalıtım değişime uğradığında tehlikeli olabiliyor. Çünkü proteinler canlılardaki tüm biyokimyasal reaksiyonları harekete geçirirler ve hücreler için de yapı malzemesi görevini görürler. Bugüne kadar kalıtımda meydana gelen birçok değişikliğin (durgun veya sessiz mutasyon) proteinler üzerinde bir etkisi olmadığı sanılıyordu. Amerikalı genetikçi Kelly Hughes tarafından gerçekleştirilen ve PLOS Genetics’te yayımlanan araştırma, bu tezin doğru olmadığını gösterdi. Organizmalar proteinlerin üretimi için yirmi farklı aminoasit türünü tıpkı bir inci kolye gibi birbirine bağlıyor. Bunların sıraları ve sayıları proteinin özelliklerini belirliyor. Bazıları bir düzine diğerleri on binlerce yapıtaşından oluşur. Sekansları DNA tarafından önceden belirleniyor: Her üç çekirdek bazı bir kodon oluşturur. Kodonlardan her biri belli başlı bir aminoasidi temsil eder. Çünkü DNA sadece dört harf içerir: A,C,G ve T. Bunlar tek başlarına kullanıldıklarında sadece dört aminoasit elde edilebilirdi. İki basamaklı kod ile dört misli yani on altı farklı olasılık doğuyor. Fakat aminoasitlerin yirmi türünün yapı planını çıkarmak için üç basamaklı kod gerekli. Ancak doğa bu durumda hedefi aşıyor. Üç basamaklı kot ile dört üzeri üç, yani 64 olasılık ortaya çıkıyor. Bu fazlalık genetik kodun önemli bir ilkesi. Sadece iki aminoasit tek bir kod ile temsil edilir, diğer tüm aminoasitlerin üçlü DNA’sı var. DNA bir mutasyonla değişime uğradığında başka bir aminoasit için yeni bir kodon oluşabilir. Bununla birlikte hâlâ aynı aminoasidi kotlama şanı daha yüksektir. Bu tür mutasyonlar protein yapısını değiştirmiyorlar ve bu nedenle de önemsiz kabul edildikleri için “durgun veya sessiz mutasyon” olarak isimlendirilmişlerdi. Fakat DNA sekanslama olanaklarının geliştirilmesiyle, canlıların aminoasitler için belli başlı kodonları tercih ettikleri anlaşıldı diyor Hughes. “On yıllardan bu yana kalıtımda tüm kodonların aynı sıklıkta görülmediği biliniyor. Bazı kombinasyonlar diğerlerinden çok daha fazladır, özellikle de sık kullanılan genler. Birçok farklı türde bu tercihler saptanmış, o halde durgun mutasyonların da organizma üzerinde etkileri olmaları gerekir..” Araştırmacılar, kodon kombinasyonlarının proteinlerin üretim hızı üzerindeki etkisini özel bakteri kökleriyle test edince durgun mutasyonların etkisinin çok fazla olduğu ortaya çıkmış. “Sonuç bir tokat gibi patladı” diyor Hughes. Araştırmacı %1020 hız farkı beklerken, yüzde %300400’lük fark ortaya çıkmış. Hatta ik kodon varyantının belli bir kombinasyonunda bilim insanları 30 misli daha yavaş bir protein üretimi saptamışlar. Bu tür durgun mutasyonlar, insanda diyabet tip 2 veya kanser gibi hastalıklardan sorumlu olabilir. Durgun mutasyonların da etkisi büyük Tulga Ozan Affectum Libris Yayınları, Kasım 2013. İstanbul Malum tatil sezonu başlamak üzere. Gerçi gezginler için sezonu yok bu işin. Bu gezginlerden biri de Tulga Ozan. Galatasaray Lisesi ardından Boğaziçi Üniversitesi Turizm Bölümü olunca en azından çift lisan cepte. Lise yıllarından bu yana geziyor, öğreniyor, anlatıyor ve öğretiyor. Kitabın başlığı ilginç aslında: Dünya Değişmeden. Bir anlamda sinyal veriyor yazar ve diyor ki; kimi coğrafyalardaki dönüşüm ve değişim çok hızlı. “Eski” ve “özgün” formlar hızla tükeniyor, gideceksiniz acele edin. Çünkü teknolojinin 80’li yıllardan bu yana hızla ilerleyişi, bilginin herkese ve her yere kısa sürede ulaşması hem dünya hakkında daha kolay bilgi edinmemizi hem de edinilen bilgilerin tüm coğrafyaları birbirine benzetmesine sebep oldu. Bir çığ gibi büyüyen bu süreç ne yazık ki dünyadaki yerel yaşam ve kültürlerin sonunu getirdi. Profesyonel turizmci Tulga Ozan’ın günümüzde yerel özelliklerini az da olsa korumayı başarmış coğrafyaların peşinde bu toplumların kendi yaşam / kültürlerini kaydetmek ve kendine anı yaratmak için çıktığı yolculuklarının anlatıldığı kitapta, bir gezginin gözüyle bu yerel coğrafyalara dokunma, halklarıyla tanışıp yemeklerinden tatma, her hikâyede yanına katılan yol arkadaşlarıyla birlikte bu duyguları paylaşma imkânı yakalayabiliyorsunuz. “Hikâyeme Başlarken” başlıklı yedi sayfalık giriş kısmı, yazarın nerede ise dünden bugüne kısa bir otobiyografisi. Anlıyoruz ki, gezginlik konusunda babadan el almış Tulga Ozan. Kitabın ana omurgası, 2008 – 2013 ait on üç ana bölümden oluşuyor. Yaklaşık 130 ülke gezmiş olan yazar kitabının ilk dört bölümünü 2008 yılındaki gezilerine ayırmış; Güney Amerika, Orta Amerika, İran ve Orta Asya’ya ayırmış. Her bölümde özenle çizilmiş rotalı haritalar ve yazarın kendi çektiği karakteristik fotoğraflarla kitap oldukça zenginleşiyor. Beşinci bölüm, 2009 yılındaki İskoçya seyahatinden, altıncı bölüm 2011’deki Vietnam izlenimlerinden oluşuyor. Yazar açısından 2012, leyleğin tam havada olduğu bir yıl olmuş anlaşılan. Ukrayna, Etiyopya ve Meksika gözlemlerinin her biri ayrı bir bölüm halinde kaleme alınmış. Kitabın onuncu bölümü, yazarın çokça sefer eylediği oldukça ayrıntılı Küba notlarından oluşuyor. Bir anlamda Küba Devriminin ana hatlarını da okumak mümkün. Ancak Küba’nın geleceğine ilişkin karamsar kestirimler katılmadığımı da not etmek isterim. Son iki bölüm; Endonezya ve Malezya’ya ait ilginç gözlemleri içeriyor. Sevgili Tulga Ozan’a, Varuna Gezgin Ekibi ile daha nice seyahatler dilemeliyiz ki, biz de okuma fırsatı bulalım. Serdar Şahinkaya serdarsahinkaya35@gmail.com Hazırlayan: Osman Bahadır Anahtar Kitaplar Yayınevi, 2004, 95 sayfa. Ülkemizin ilk felsefecilerinden Mehmet Servet (Berkin) bey, 1929 yılında yazdığı, “Fikir Hayatımız” başlıklı yazılarında, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki düşünce dünyamızı incelemekte, o günkü başlıca düşünürlerin çizgilerini ve bu çizgilerin birbirleriyle olan ilişkilerini ortaya koymaya çalışmaktadır. Ona göre 1920’li yıllardaki fikir hayatı, Ziya Gökalp’in fikir sistemi çerçevesinde veya ondan farklılaşan nitelikleriyle anlaşılabilir. Ziya Gökalp, fikirlerinin kudreti ve canlılığıyla memleketimizde yeni bir düşünce dönemi açmıştır. Gökalp, sipiritüalist bir cemiyetçidir. Mustafa Şekib (Tunç), “Fert yok cemiyet var, hak yok görev var” şeklindeki haşin cemiyetçiliğe karşı, cemiyetçiliği inkar etmeyen bir fertçiliği savunmaktadır. Sosyolog Mehmet İzzet bey, bilimsel şüpheciliğin temsilcisidir. Gökalp, doğru bulduğunu ispat ve telkin için felsefe yapmışsa, Mehmet İzzet de, ispata ve telkine layık bir şey bulmak için felsefe yapmıştır. Fakat her ikisi de sipiritüalist bir cemiyetçilik düşüncesinde birleşmektedirler. Tarihsel maddecilik bizde bir fikir akımı olarak Mütareke’den sonra başlamıştır. Mehmet Emin (Erişirgil) bey, adı konmamış bir pragmatizmin temsilcisi, Muhittin (Birgen) bey ise bizdeki ilk tarihsel maddeci düşünürlerden biridir. Mehmet Servet bey, dönemin önde gelen düşünürlerinin kendilerine özgü sistematik düşüncelerinden ve bunların birbirleriyle olan bağlarından hareket ederek Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki fikir panoramasını ortaya çıkartıyor. Fikir Hayatımız Mehmet Servet