17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

kitap titüsü/Langen) şimdi virüsü taşıyan kişinin hastalanmasını ve virüsün yayılmasını önleyebilecek bir ilaç geliştirdi. Hayvanlarla gerçekleştirilen deneyler sonucunda, etki maddesinin, virüsün bedende çoğalmasını engellediğini ve hastalıktan koruduğunu gördük, diyor uzmanlar Science Translational Medicine dergisinde. Araştırmacılar PaulEhrlich Enstitüsü’nde etki maddesini gelincik üzerinde test etti. Deneyler için kızamık virüsüne çok benzeyen köpek distemper virüsü kullanıldı. Bu virüs enfeksiyonu gelincikler için ölümcüldür. Fakat hayvanlar enfeksiyonun üçüncü gününden itibaren on dört gün süreyle yeni inhibitörle tedavi edilince tüm gelincikler enfeksiyonu atlatmış. Tedavi ayrıca kızamık virüsüne karşı bağışıklık kazandırdığı için de yeni enfeksiyon yaşanmamış. Yeni etki maddesinin öte yandan bölgesel salgınları da engelleyerek, virüsün daha fazla yayılmasını da önleyebileceği sanılıyor. “ÖZERK BENLİK, KUL BENLİK, Biat Toplumunun Ruhsal Kökenleri” Yazar: Prof. Dr. Orhan Öztürk Okuyanus Yayınevi, Ekim 2012 Kitap 10 bölüm ve bir önsözden oluşuyor. Kitap daha kapağını okuduğunuzda amacını net biçimde gösteriyor. “Biz biat toplumuyuz. Bunun kökenleri nedir? Sorgulamak ve araştırmak gerek. Kuşkusuz bunun önemli tarihi, kültürel ve inanç temelli nedenleri var. Bu nedenler bir ruh hekimi gözü ile alçakgönüllü bir tutumla ele alınmış. Önsözde toplumumuzda yazgıcılığın baskın değer olduğu, özgür düşünebilme becerisinin ağırlıklı bir değeri olmadığını belirtmektedir. Yazar Cumhuriyet’in ilk yirmi yılında özerk bireyler yetiştirmek için önemli adımlar atıldığını, ancak bu atılımın devamının getirilmediğini de görmekte ve eğitim politikaları açısından bizleri uyarmaktadır. İlk bölüm “Bilseme duygusu nasıl öldürülüyor?” başlığını taşıyor. Bölümün başında da ünlü bilim insanı Albert Einstein’ın “Benim özel yeteneklerim yok. Ben sadece tutkulu biçimde bilme meraklısıyım” özdeyişini görmekteyiz. Bu giriş ile yazar hem insanlarımıza ciddi bir eleştiri getiriyor, hem de önlerine böyle bir dehanın alçakgönüllü özdeyişini koyarak cesaretlendirmeye çalışıyor. Toplumumuzda bilseme dürtüsü, gelişim dönemlerinde çocuk yetiştirme biçimimiz, cinsel kimliğin kazanıldığı dönemde sünnet, baskıcı ve korkutucu eğitim ortamı gibi nedenlerle kösteklenmektedir. İkinci bölümde yazar bilseme dürtüsünün kaynağı hakkında bilgi vermeyi sürdürmekte ve bunun doğal bir yeti olduğunu belirtmektedir. İnsanın hayatta kalmasına yardım eder. Bu yeti özerkliğe önem veren bir eğitim ortamında gelişebilir. Tersi bir ortamda ise zaman içinde körelir. Üzücü olan ülkemizde yaşananın körelme olmasıdır. Özerklik eksikliğinin en önemli sonuçlarından birisi bu tür insanlar tarafından yönetilen kurumlara da yansımasıdır. Üçüncü bölümde özgür düşünebilmenin önemi vurgulanmakta, ülkemizde konunun yasal bir sorun gibi algılandığını ve buna dayanarak da gazetecilerin sözleri nedeni ile tutuklanabildiğini söylemektedir. Özerk olmayan bir insan özgür düşünemez, kendini ifade edemez, yaratıcı da olamaz. Dahası ifade edilmeyen, paylaşılmayan bir düşüncenin kimseye bir yararı olmaz. Tarih boyunca toplumsal gelişimin temelini özgür düşüncenin oluşturduğu gerçeği tartışmasız bir durumdur. IV. bölüm “Ve kadınlar” gibi iddialı bir başlık ile başlıyor. Toplumumuzda kadın erkeğin gözünde bir nesne, erkek ise kadının gözünde cehennem zebanisidir. Doğal olarak da kadın erkek eşit de değildir. Bu erkek egemen düşünce biçiminin doğal sonucu, kadını toplum dışında tutan, bu amaçla onlar üstünde baskı uygulayan toplumda, kuşkusuz özerklik değil ancak esaret duygusu ve yazgıcılık gelişebilir. Erkek egemen anlayış temelde patolojik bir kuşku duygusunu içinde taşır. Bu kuşku, kırılgan erkeklik algısına da öncülük eder. Toplumun son zamanlarda muhafazakârlaşmasında bu algının beslenmesinin rolü önemlidir. Bölüm VI’da da bilime değer vermeyen toplumlar incelenmiş. Bu toplumların başında da çoğunluğu Müslüman olan toplumlar gelmekte. Bu toplumların emperyalist saldırılar karşısında yenik düşmelerinin nedeni de bilime sırtını dönmeleridir. Yani emperyalist saldırılar nedeni ile geri kalmadılar, bilim toplumu olmadıkları için yenik düştüler. Yazar bilim dilinin anlaşılır hale gelmesi ile bilimin halka ineceğine inanmaktadır. Bu düşüncelerini ise VII. bölümde sunmuş. Bilim toplumu ancak bu şekilde olunur. Burada temel görev ise bilim insanlarına düşmektedir. Anlaşılmaz bilim dili, büyücülüğün eseridir. Ondan kurtulunmalıdır. IX. bölümde ise ruh sağlığı kavramı incelenmekte, hasta öykülerinden yararlanılmaktadır. Özgür düşünenler yaratıcı olabilir. Örseleyici yaşantılara karşın özerk olabilmek olanaklıdır. Yaşar Kemal buna örnektir. Yazar son bölümde Yaşar Kemal’in çocukluk yaşantılarından örnekler vermekte, örseleyici yaşantılara karşın böyle bir anıt insanın yetişebileceğini göstermektedir. Kitabı bir solukta okuyacak ve ardından düşüneceksiniz. Prof. Dr. Nevzat Yüksel, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı, [email protected] Sakallı erkekler özellikle de tıraşlı erkekler arasında kalınca daha çekici hale geliyorlar. Avustralyalı evrim biyologları sakalın ender bulunması çekicilik kazandırıyor diyorlar Biology Letters dergisinde. Buna göre tıraşlı erkekler de sakallı erkeklerin çoğunlukta olduğu bir yerde daha çekici hale gelebilirler diyor uzmanlar. New Soucth Wales Üniversitesi’nde gerçekleştirilen araştırma çerçevesinde 213 erkeğe ve 1453 kadına internet üzerinden farklı uzunlukta sakallara sahip erkeklerin fotoğrafları gösterilmiş. Yüzlerin çekiciliğini değerlendiren katılımcılara değerlendirmeden önce bir dizi sakallı erkek fotoğrafı, ya da tıraşlı erkeklerin görüntüleri gösterilmiş. Tıraşlı yüzler özellikle de katılımcıların, kısa bir süre önce sakallı erkekleri görmelerinden sonra iyi puan almışlar. Tam tersi olarak da katılımcılar önceden tıraşlı erkekler gördükleri zaman da sakallı erkekleri daha çekici bulmuşlar. Bu sonuçlardan yola çıkan araştırmacılar, sakalın, ancak ender bulunması halinde daha çekici hale geldiğini söylüyorlar. Kadınlar, sakalın eşlerinkine benzemesi halinde daha fazla puan vermişler. Oysa babanın sakalıyla benzerlik hiçbir rol oynamıyor. Katılımcılar genel olarak sakallı erkekleri, sakalsızlardan daha çok beğenmişler. Sakallı mı, sakalsız mı? Hangisi daha çekici ? yabilmişler. On beş milyon yıl önceki yarı Arktik İzlanda’da tıpkı günümüzde tropikal Florida’da da olduğu gibi bataklık ormanları bulunuyordu diyor Viyana Üniversitesi paleontologu Fridgeir Grimsson da. Bölgede sekoya ve lale ağacı gibi dev ağaçlar büyürken, benzer bölgelerde sıcağı seven ve soğuktan etkilenen bitkiler kaybolmuş. Bu da o tarihlerde (orta Miyosen) bile körfez akıntısının etkin olduğunu ve sıcaklığı yarı Arktik Kuzey Atlantik’e kadar taşıdığını açıklıyor. Yaklaşık olarak on iki milyon yıl önceyse İzlanda’da körfez akıntısına rağmen soğuma devam etmiş Buna bağlı olarak da İzlanda’daki bitki örtüsü, günümüzde yarı Arktik ve Arktik steplerde görülen bitki örtüsüne benzer bir şekilde gelişmiş diyor uzmanlar. Körfez akıntısının on beş milyon yıl önce bile Atlantik’in güneyinden, İzlanda’ya kadar sıcaklık taşıdığı anlaşıldı. İsveç Paleontoloji ve Doğa Bilimleri Müzesi Enstitüsü’nden Thomas Denk, 800.000 15 milyon yıllık yaprak, kök, tohum, kozalak ve polen fosillerini incelemiş. Tüm bu kalıntılar Denk’in ekibi tarafından İzlanda’da toplanmış. Bu karşılaştırmalı incelemeler sonucunda, günümüzde yaşayan bitkilerin, çeşitli zamanlara ait fosil bitkilerle benzer olduğu görülmüş. Günümüzdeki bitkilerin bulunduğu iklim sınırlarına göre araştırmacılar prehistorik iklimi ve değişimlerini tasarla Körfez akıntısı on beş milyon yıldır etkin Nilgün Özbaşaran Dede [email protected] CBT 14157 / 2 Mayıs 2014 Bilim insanları, bedenin Salmonella bakterisini ne şekilde zararsız hale getirdiğini buldular. Minik proteinler, saklanmış bakterilerinin kamuflajını yok ediyor. Bağışıklık sistemi bu şekilde ishal patojenini tanıyarak, etkisiz hale getirebiliyor. Salmonella bakterileri bedenin belli başlı bağışıklık hücrelerini (obur hücreler ve makrofajlar) konakçı hücre olarak kullanarak, hücre içlerindeki boşluklarda saklanıyor ve çoğalıyorlar. Bağışık lık sisteminin savunma hücreleri buradaki hastalık etkenle rini bulamıyorlar, dolayısıyla da onlarla savaşamıyorlar. Fakat Basel Üniversitesi’nde Petr Bronz ile çalışan ekip, farelerin bağışıklık hücreleriyle çalışarak obur hücrelerin, hastalık etkeninin kamuflajını ortadan kaldırabildiğini saptadı. Sığınak bulunduğu andan itibaren, boşlukta indüklenmiş GTPazlar birikiyor (Nature). Bu proteinler ise boşluk zarının çözülmesini sağlıyor. Bu koruyucu zar bir defa bozulduğunda, bakteriler artık kaçamıyorlar. Bakteriler hücre plazmasına sürüklendikten sonra, hücrenin yıkıcı makineleri tarafından bulunuyor ve enzimlerle zararsız hale getiriliyor. Beden hücrelerinin bağışıklık yanıtını daha iyi anlamak, hastalık etkenleriyle ilaçsız olarak da savaşmaya izin verecek. Salmonella bakterileri yaşamı tehdit eden ishale neden olabiliyor. Bakteri insanlara genelde Salmonella taşıyan et, süt veya yumurtayla veyahut da dışkıyla kirlenmiş suyla bulaşıyor. Kamuflajı kaldırarak savunma
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle