Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BİREYSELLİK TARİHE KARIŞMAK ÜZERE.... TUZUN KESİLMESİ KAMPANYASINDAN SONRA, Toplum yönetiminde ORTAK AKIL ön plana çıktı Batı kültürü bireysellik ve akılcılık üzerine kuruludur. Ancak insan davranışları ile ilgili son çalışmalar ortaya tümüyle farklı bir tablo çıkartıyor. Şimdi bu tabloyu yorumlayan bilim insanları, sosyal öğrenme denilen olguya bağlı olarak insanların koyun sürüsü gibi birbirini taklit ettiğini belirterek, Batı’da bireyselliğin sonunun geldiğini ileri sürüyor.. B Massachusetts Institute of Technology’deki (MIT) Medya Laboratuvarı İnsan Dinamikleri Grubu yöneticisi Alex Pentland, sosyal fiziğin kurucularından. Pentland ve ekibi çalışÖZGÜR İRADENİN SINIRLARI malarını “canlı laboratuvarlarda” sürdürüyor. Başka bir deİnsanoğlu birey olarak ne derece özgür düşünebilir? Eko yişle denek olarak küçük kasaba ve kentlerin sakinlerinden nomi ve sosyal bilimlerin, temelde bağımsız birey kavramı yararlanıyor. Çalışmalarından birinde içlerine özel bir yazına dayandırılmış olması, bu sorunun önemini arttırıyor. Söz lım bulunan akıllı telefonları kasaba sakinlerine dağıtan araşkonusu bilim dallarının, mali darboğaz, siyasi akım ve kitle tırmacılar, bu insanların çevrelerindeki insanlarla –arkadaş sel panik gibi olguları açıklamaya çalışırken zorlanmaları, bir ve tanıdıklar kurdukları sosyal etkileşimi izlediler. Aynı zabakıma bağımsız birey kavramına aşırı önem atfetmelerinden manda bu insanların sağlık durumları, siyasi görüşleri ve harkaynaklanıyor olabilir. cama alışkanlıkları ile ilgili bilgi topladılar. Son araştırmalar, ne kadar bağımsız düşünebildiğimiz koÖzellikle kilo alma konusunda insanların yakın çevrenusunu sorguluyor. Cep telefonları, kredi kartları, sosyal med sindekilerin alışkanlıklarından ne kadar etkilediklerini tesya ve diğer kaynaklardan elde edilen büyük verileri* bir araya pit ettiler. Başka bir deyişle yakın çevrelerindeki insanların getiren bilim insanları, biyologların sonar ve kamera yardı davranışlarına tanık olan denekler, kaçınılmaz olarak benmıyla hayvanları doğal ortamlarında gözlemlemeleri gibi, in zer alışkanlıkları benimseme eğilimine giriyordu. Pentland san davranışlarını inceleyebilme şansını elde ettiler. Gözlem “sosyal öğrenme” olarak isimlendirilen bu olgunun insanlaaltındaki insanlar ile ilgili toplanan veriler sayesinde, dav rın yaşamlarını şekillendirdiğini ve bunun özellikle oy verme ranışlarının matematiksel kurallarının belirlenmesinin yolu ve tüketim alışkanlıklarında kendini belli ettiğini söylüyor. açıldı. Bu noktada devreye “sosyal fizik” girdi. Bilgi ve fiBu araştırmadan elden edilen sonuçlar, yeni bir davranıkirlerin insandan insana nasıl “aktarıldığına” ilişkin güveni şın benimsenmesinde rol oynayan en önemli faktörün çevre insanlarının davranış şekli olduğunu gösteriyor. Pentland’a göre sosyal öğrenme etkisinin gücü, genlerin davranışlar üzerindeki etkisiyle veya IQ’nun Büyük veriler dünyanın geleceğini şekillen başarı üzerindeki etkisiyle karşılaştırılabilecek düzeydedir. dirme potansiyeline sahip. atı tarihinin büyük bir bölümünde gerçekler ve doğrular Tanrı ve kral tarafından belirleniyordu; özgür irade ise ilahiyatçıların ilgi alanına giriyordu. Bu gidişat 1700’lü yıllarda değişmeye başladı. İnsanların rasyonel düşünme yeteneğine sahip birer birey olduğunu savunan yepyeni bir düşünce sistemi toplumda kök salmaya başladı. Zaman içinde akılcılık ve bireysellik iktidarları ve Batı kültürünü şekillendirmeye başladı. lir bir açıklama getirmeye yarayan sosyal fizik, fikir akımlarının kültürü nasıl şekillendirdiğine, şirketlerin ve toplumların üretkenliğine ve yaratıcılığına ışık tutuyor. SOSYAL FİZİK DEVREDE paylaşıldığı, kaynaştığı grupları oluşturuyor. Sosyal fiziğin bu bağlamda ortaya çıkarttığı sonuç şudur: Fikir akışının dışarıdan gelen fikirlerle beslenmesi durumunda, topluluğu oluşturan bireylerin aldığı ortak kararlar, tek başlarına aldıkları kararlardan daha doğru ve akılcıdır. Batı toplumunun kültürü ve alışkanlıkları sosyal öğrenmeye dayanır. Kaldı ki ortak fikirler ve alışkanlıklar, bireysel mantık ve akıl yürütmekle değil, çevredekilerin davranış biçimlerini ve tutumlarını taklit ederek öğrenilir. Şekerin kesilmesi gündeme geldi Britanya’da şekere açılan savaş halkın tuza karşı verdiği başarılı savaşımı yansıtıyor. Bu girişim obezlik sorununun giderilmesine yardımcı olabileceği için hoş karşılanmakla birlikte, insanların şekeri kesmeleri yeni birtakım sorunları da beraberinde getiriyor. B *Büyük Veri Nedir? CBT 1415/10/ 2 Mayıs 2014 Sonuç olarak Batı toplumunun bireysel akılcılık yerine ortak zeka tarafından yönlendirildiği ortaya çıkıyor. Ortak zekâyı şekillendiren ise, insanı çevreleyen fikir akışı ve örneklerdir. Bizler çevremizdeki insanlardan öğreniyoruz ve çevremizdekiler de bizlerden öğreniyor. Birbirine aktif olarak bağlı bireylerden oluşan topluluklar, alışkanlıkların ve fikirlerin Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 5 Nisan 2014 http://www.economist.com/news/booksandarts/21595883howreengineerworldmeasureman0 CBT 1415/11/ 2 Mayıs 2014 Geçmişten günümüze kadar gelen süre içerisinde günden güne artarak, hatta son yıllarda katlanarak günümüze gelen bilgi, “Bilgi Çöplüğü” denilen olguyu meydana getirir. Pek çok yazılım şirketleri bu bilgi çöplüğünden faydalı bilgileri cımbızla nasıl çekip çıkartacaklarını araştırmak için yoğun ARGE çalışması yaptılar ve ortaya Big Data (Büyük Veri) olgusu çıktı. Bu büyük miktarlardaki veriler ekonomik ve ölçeklenebilir bir biçimde kullanılabilir ve anlamlandırılabilir hale getirildi. Büyük veri, web sunucularının logları, internet istatistikleri, sosyal medya yayınları, bloglar, mikrobloglar, iklim algılayıcıları ve benzer sensörlerden gelen bilgiler, GSM operatörlerinden elde edilen arama kayıtları gibi büyük sayıda bilgiden oluşur. İhtiyacımız olan bilgiler dev verinin içerisinde mevcut. Bir bilgi teknolojileri şirketi sistemlerinin yaptığı her hareketi kaydedip, “hangi hatalar birbirleriyle ilişkili”, “hangi problem sisteminizin performansını ne kadar etkiliyor” gibi soruların cevaplarını bulabilir. Bir banka, müşterilerin hareketlerinden dolandırıcılık teşebbüsünü tespit edebilir. Eposta servis sağlayıcı tüm epostaları analiz edilerek hangilerinin spam olduğu tespit edebilir. Sosyal paylaşım sitesi kullanıcılarının beğeni ve paylaşımlarını analiz ederek ona en uygun reklamları gösterebilir. Bir mağaza müşterilerinin aldığı ürünleri analiz ederek onlara en uygun ürünleri önerip satışlarını arttırabilir. Yani, dev verinin gelecekte herkesin büyük gözaltında yaşayacağının işaretini veriyor. Bunun altında yatan mantık çok yalındır. Eğer biri yararlı bir davranışı öğrenmek için bir çaba sarf etmişse, bunu taklit etmek, sıfırdan öğrenmeye çalışmaktan daha kolaydır. Örneğin yeni bir bilgisayar sistemini kullanmak zorundaysanız, sayfalar dolusu kullanma kılavuzunu okumak yerine, sistemi öğrenmiş birisinin yanına yanaşıp, nasıl kullandığını izlersiniz. Bu nedenle insanların pek çoğu sosyal öğrenme olgusuna güvenir ve daha hızlı ve kolay öğrenme şansına kavuşur. SIFIRDAN ÖĞRENMEYE ÇALIŞMAK ZAMAN KAYBI Pentland, sosyal öğrenme sayesinde, insanların zaman içinde ortak alışkanlıklar edindiğini ve bunların bir süre sonra otomatik davranışlara dönüştüğünü ileri sürüyor. Günlük yaşamda bunların örneğini bol bol görebiliyoruz. Bir sonraki aşamada şu soru öne çıkıyor: Bireysel tercihler, paylaşılan alışkanlıklar karşısında önemini yitiriyor mu? Bu noktada fikir paylaşımının gücü ile bireysel düşüncenin gücü yarıştırılıyor. Küçük gruplar içindeki karar alma süreçleri incelendiğinde iletişimin şekli kimin kiminle konuştuğu, ne kadar konuştuğu vb. bireylerin özelliklerinden daha büyük önem kazanıyor. Çağrı merkezlerinden, ilaç araştırma laboratuvarlarına dek farklı çalışma ortamlarında yürütülen deneylerde, iletişim şeklinin hem verimlilikte hem de yaratıcılıkta en önemli faktör olduğu görülüyor. Pentland, ABD ve Avrupa’da 300 kentte yürüttüğü son çalışmada, iletişim şekillerindeki çeşitliliğin, ortama kazançlardaki farklılığın tek belirleyicisi olduğunu keşfetti. İletişim çeşitliliğinin belirleyici rolü, eğitim ve sınıfsal yapı çeşitliliğinden daha önemliydi. Bu çalışmada dikkati en fazla çeken bulgu, bir fikri ne kadar çok insan paylaşırsa kişi başına düşen gelirin de üssel olarak o kadar artması oldu. Başka bir deyişle büyümenin tetikleyicisinin paylaşmak olduğu anlaşılmış oldu. Bilim insanları, akılcılığı oluşturan bileşenlerin birey değil, çevredeki sosyal doku olduğunu kabul etme zamanın geldiğini belirtiyor. Bu durumda bireyleri, piyasalarda aktör olarak değil, kamu yararını belirleyen işbirlikçiler olarak görmek gerekiyor. Bireylerin piyasaları nasıl etkilediğine ilişkin yapılan son bir deneyde, belirli bir tüketici davranışını teşvik etmek için verilen para ödülünün, doğrudan katılımcılara değil, katılımcıların arkadaşlarına verilmesi durumunda istenilen sonucun daha çabuk alındığı görüldü. Bu stratejinin enerji tasarrufunu özendirme konusunda daha dramatik sonuçlar verdiği bildiriliyor. Özel yaşamın gizliliğinin korunması, Batı toplumunun üzerinde hassasiyetle durduğu bir konudur. Bunun en önemli nedenlerinden biri de bireyin alığı kararlar üzerinde sosyal dokunun gücüdür. Yıllar önce Stanley Milgram’ın sosyal normlara boyun eğme konusunda yürüttüğü ünlü çalışmasının da ortaya çıkarttığı gibi sosyal etkinin gücü insanların hem olumlu hem de olumsuz davranışlarda bulunmasına yol açabilir. Bu etkinin gücü o kadar yoğun olabilir ki, birey toplumu olumsuz etkileyebilecek çok korkunç olaylara zemin hazırlayan davranışlarda bulunabilir. Mahremiyetin korunmadığı durumlarda şirketlerin ve hükümetlerin davranışlarımızı yönlendirme ve şekillendirme gücü sınırsızdır. Mahremiyet sorusunun yanıtı güven ağlarının kullanılmasıdır. Bunlar, bankaların güvenli para transferinde gereksiz bilgileri gizlerken kullandıklarına benzeyen bilgisayar arayüzleridir. Bu ağlar sizinle ilgili gizli bilgilerin kontrolünü sağlar ve nihai olarak diğer insanların sizi yönlendirme şansını kısıtlar. SOSYAL DOKU u yılın başında tıp ve beslenme konusunda uzmanlaşmış bir grup akademisyen ve politikacı Şeker Eylemi adını verdikleri bir kampanya başlattı. Kampanyanın amacı tüm besin üreticilerinin yiyecek maddelerine eklenen şeker miktarını azar azar tüketicilerin özlemini duyamayacakları denli yavaş aşamalarla kesmelerini sağlamaktı. Girişimde Britanya halkının tuz tüketimini azaltmakta etkili olduğuna inanılan kampanyada uygulanan yöntemin aynısı uygulanıyor. Dahası, Şeker Eylemi kampanyasını başlatanlarla daha önce de kısaca CASH olarak bilinen “Consensus Action on Salt and Health” adlı eylem grubunu oluşturanlar aynı insanlar. Bir sivil toplum örgütü olan CASH son on yılda kamuya yönelik tuz karşıtı bildirilerde bulunmanın yanı sıra, besin ürünleri üreten şirketlerin tuz düzeylerini yıldan yıla azaltmalarını hedefleyen eylemler gerçekleştirdi. Bu eylemler gönüllüler tarafından sürdürülmekle birlikte, hükümetin de desteğini aldı ve bu konuda direnen şirketlerin yasal yaptırımlarla kesintiye gitmelerinin sağlanacağı belirtildi. Üreticilerin büyük bir çoğunluğu ürünlerdeki tuz düzeylerini azaltma yoluna gitti ve CASH’e göre, böylelikle Britanya’da tuz tüketiminde ortalama yüzde 15 oranında bir düşüş sağlanmış oldu. alımını hızlandırabileceklerini ortaya koyuyor. Uzmanlar bunun nedeninin tatlandırıcıların beyindeki doyum merkezlerine doğru sinyaller göndermemesinden kaynaklandığını öne sürüyor. Şekerin yarattığı tok duygusu, söz gelimi, lifli besinler denli yoğun olmasa bile yapay tatlandırıcılara kıyasla insanı çok daha tok tutuyor. Kilo almayı hızlandımanın yanı sıra, yapay tatlandırıcılar farklı şirketlerin şeker içeriğinde aynı OBEZLİĞİN ÜSTESİNDEN GELMEK ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ TOPLUMLARI ORTAK ZEKÂ YÖNETİYOR Gelgelelim aynı sürecin şekere de uygulanması çok daha zorlu bir çabayı gerektirebilir, çünkü öncelikle insanların damak tadının daha az tatlıya uyum sağlayıp sağlamayacağı konusunda henüz kesin bir bilgimiz yok. Tam tersine, araştırmalar deneklerin birkaç hafta boyunca daha tuzsuz yiyeceklerle beslenmeye zorlandıklarında giderek tuzsuz yiyecekleri yeğlemeye başladıklarını ortaya koyuyor. Oxford Üniversitesi nörogastronomi uzmanlarından Charles Spence, “Aynı durumun şeker için de geçerli olmaması için hiç bir neden yok,” diyor. Ancak Philadelphia Monell Kimyasal Duyular Merkezi genbilimcilerinden Danielle Reed, şeker konusunda kesin bir yargıya varmamızı sağlayacak benzer araştırmaların henüz yapılmadığına dikkat çekerek, “Böyle bir girişimin gerçekten işe yarayacağı konusunda henüz kesin bir kanıt yok. Bu yalnızca bir kestirimden ibaret,” diyor. Aspartam ve sakarin gibi yapay tatlandırıcılardan yararlanma seçeneği işi daha da karmaşık bir duruma sokuyor. CASH böyle bir seçeneği açıkça önermese de, ortada olan tek seçenek buymuş gibi görünüyor. Ne var ki, kimi araştırmalar yapay tatlandırıcıların şekerden daha az kalori içerseler bile yine de kilo HOŞ AMA BOŞ ŞEYLER düzeyde bir düşüş sağlamaları durumunda bu ürünlerin benzer bir tada sahip olmalarını güçleştirebilir. Bu durum ağız tadımızın az şekerli besinlere uyum sağlayabilmesi açısından son derece önemlidir. Bir başka sorun da, CASH kampanyasının başlatılmasından bu yana değişen Britanya hükümetinden kaynaklanabilir: halihazırda muhafazakar kesimin yönetimindeki hükümet böyle bir düzenin sağlanması konusunda pek de hevesli görünmüyor. Son birkaç onyılda obezliğin hızla tırmandığına dünyanın büyük bir kesimiyle birlikte tanık olan Şeker Eylemi, yine de, Britanya’da sağlık koşullarını büyük ölçüde geliştirme gücüne sahip. Bu arada, hazır yemeklerden ekmeğe, tatlandırılmış sulardan çorbalara tüm işlenmiş besinlere eklenen şeker giderek çağdaş beslenme düzeninin en sağlıksız unsurlarından biri olarak değerlendiriliyor. Şeker Eylem Grubu besinlere eklenen şekerde yüzde 2030’luk bir düşüşe gidilmesinin ortalama bir insanın enerji alımında günde 100 kalori kadar bir azalma sağlayacağını belirtiyor ve bu miktarın obezlik salgınının önüne geçilmesi için yeterli olacağının da altını çiziyor. Rita Urgan, New Scientist/ 13 Ocak 2014 OBEZİTEYLE SAVAŞ SOSYAL BİLİMLER