24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMA EDİTÖRE MEKTUP DANIŞTAY SON NOKTAYI KOYDU: “Üniversiteler toplumundur ve kamu hizmeti için vardır” Levent Sevgi, Doğuş Üniversitesi Sonunda bu da oldu: TEZ PAZARLARI Kayhan Kantarlı, kayhankantarli@gmail.com Ü niversiteler, anayasanın 130. maddesine göre çağdaş eğitimöğretim ile toplumun gereksinimlerine uygun insan gücü yetiştirmek, bilimsel araştırma ve danışmanlık yapmak ve insanlığa hizmet etmek üzere kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip olacak şekilde devlet tarafından ve yasayla kurulur. Kazanç amacı gütmemek üzere vakıflar da devlet denetiminde üniversite kurabilir. Anayasanın öngörüleri doğrultusunda bütün düzenlemeler 6/11/1981 tarihli 2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasası ile belirlenmiştir (RG Sayı:17506). Bu yasaya göre vakıf üniversiteleri Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) denetim ve gözetimine tabidir. Vakıf tüzelkişiliğinin durdurulması, beklenen öğretim kalitesinin sağlanamaması gibi durumlarda YÖK vesayeti uygun bir devlet üniversitesine verebilir. 2547 sayılı yasa özlük hakları, disiplin ve benzeri yükümlülükler/sorumluluklar için 23/07/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nı referans göstermiştir. Vakıf üniversitelerinin işleyişleri ise 31/12/2005 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. Yönetmeliğin 23. maddesi, öğretim elemanlarının seçimi, atanması ve çalışma esaslarının, devlet üniversitelerindeki gibi, 2547 sayılı YÖK Yasası’yla belirleneceğini söyler. Maddenin 2. fıkrasında yer alan “Personelin aylık ve diğer özlük hakları bakımından ise 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanır” hükmünün “özlük hakları bakımından” kısmı, kapsamı belirsiz/geniş bir tanım olması nedeniyle, Danıştay tarafından iptal edilmiş (8. Daire, Karar:2011/2451) ve “Personele aylık bakımından ise 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanır” şeklinde değiştirilmiştir. Bu değişikliğe giden süreç, Atılım Üniversitesi’nde 24/06/2008 tarihinde işten çıkarılan bir yardımcı doçentin açtığı dava sonucu Danıştay 8. Dairesinin 3/11/2009 tarihli kararıyla Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 23. maddesinin 2. fıkrasında yer alan ve yukarıda belirtilen hükmün “özlük hakları bakımından” kısmının yürütmesini durdurmasıyla başlamıştır (Esas:2008/8235). Tarafların itirazını değerlendiren ve son sözü söyleyen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 12/03/2010 tarihli kararında üniversitenin itirazını reddetmiştir. Ardından, konuyu esastan görüşen Danıştay 8. Dairesi 29/04/2011 tarihinde ve oybirliği ile yönetmeliğin “özlük hakları bakımından” kısmının iptaline karar vermiştir (Esas:2008/8235, Karar:2011/2451). Bundan bağımsız olarak, Bilgi Üniversitesi’nden 25/02/2013 tarihinde işten çıkarılan bir araştırma görevlisinin “feshin geçersizliği ve işe iadesi” istemiyle açmış olduğu davada İstanbul 1. İş Mahkemesi araştırma görevlisini haklı bulmuş, karar Bilgi Üniversitesi’nce temyize götürülmüş, temyizi görüşen Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 24.05.2013 tarihinde İstanbul 1. İş Mahkemesi’nin “işe iade” kararını, “akademisyenlerin sürekli ve düzenli nitelikteki kamu hizmetinde çalışan kişiler olmaları nedeniyle statü/hak/yetki/göreve alınma/işten çıkarılma uyuşmazlıklarının idari yargıda çözülmesi gerektiğini” söyleyerek, oy birliği ile bozmuştur (Esas:2013/74903, Karar:2013/12242). Danıştay ve Yargıtay’a göre devlet üniversitelerini bağlayan anayasa hükümleri vakıf üniversitelerini de bağlar; akademisyenler bilimsel araştırmalarını hiç bir endişeye kapılmadan, özgürce yapabilmeleri için mesleki güvenceye sahip olmaları gerekir. Devlet ve vakıf üniversiteleri kamu tüzel kişiliğine ve anayasal güvence altına alınmış olan “bilimsel özgürlüğe” sahip ayrıcalıklı kuruluşlardır. Kamu hizmeti gördüklerinden istihdam edilen akademik personelin iş sözleşmeleri “idari hizmet sözleşmesi” niteliğindedir ve uyuşmazlıkların çözümünde adres idari yargıdır. Sözleşmelerin somut ve yasaya uygun bir neden gösterilmeden sona erdirilmesi bilimsel özgürlüğü ve mesleki güvenceyi zedeler, akademik faaliyeti aksatır; bu nedenle anayasanın 130. maddesine aykırıdır. Sonuç olarak, Yüksek Yargı, toplumların geleceğinin çağdaş eğitime ve bilimsel/teknolojik ilerlemelere bağlı olduğuna vurgu yaparak bilimsel özgürlüğün anayasal teminat altında olduğunu belirtmiştir. Yasalar, akademisyen istihdamında üniversitelere nesnel ve uygulanabilir kurallar çerçevesinde geniş serbestlik tanımış; vakıf üniversitelerinin ise çıtayı devlet üniversitelerinin üstüne çıkarmasına izin vererek “istediğin kalitede kadro kurmada özgürsün” demiştir. Ancak, “gözünün üstünde kaşın var” deyip “keyfi işten çıkarmalara” karşı anayasal set çekerek kadro oluştururken son derece özenli olmayı zorunlu hale getirmiştir. YÖK’ün, mütevelli heyetlerinin ve akademisyenlerin bu mesajı iyi okumalarında yarar var. Üniversitelerin (dolayısıyla ülkenin), liyakata, uzmanlığa ve üretkenliğe bakmaksızın oluşturulacak ve saat ücreti hesaplarıyla, aşırı ders yükleri altında ezilmiş, bezgin ve gelecekten umutsuz akademik kadrolarla uzun dönemde var olma şansı yoktur. Yargı üzerine düşeni yapmıştır. Ötesi akademisyenlerin duruşuna bağlıdır. Ne dersiniz, Türkiye’de bunu başarabilecek akademik kadrolara sahip miyiz? B   Kaynaklar: Her şey aleni: http://www.tezprojemerkezi.com/, http://www.turkiyetezmerkezi.com/, http://www.aciltez.com/mastertezihazirlama.html,http://www.aciltez.com/doktoratezihazirlama.html: Parayı Ver Tezini Yazdır: http://www.avrupagazete.com/egitim/52549parayiverteziniyazdir.html; Tez elden mezuniyet: http://www.venharhaber.com/haberler/turkiyesiyaseti/tezeldenmezuniyeth5940.html; 5 milyon liralık sektör: TEZ: http:// www.ajanskamu.com/haber/5milyonliraliksektortezh58194.html; 7 bin lira veren ‘doktor’ oluyor: http://www.milliyet.com.tr/7binliraverendoktoroluyor/gundem/detay/1869665/default.htm?ref=OtherNews; 10 bin liraya tez yazılır: http://www.sabah.com. tr/Ekonomi/2014/03/11/10binlirayatezyazilir; Tez Pazarı: http://www.furkanhaber.com/ tezpazari/; ELEŞTİREL BİR YAZI: Uygun fiyata tez  yazılır: http://anchebout.wordpress. com/2012/02/06/uygunfiyatatezyazilir/ u yazıyı 17 yıldır yılmadan yürüttüğü, örnek aldığımız bilim ahlakı mücadelesini AİHM’nin  YÖK’ün ilk başkanının kitabıyla ilgili olarak verdiği kararla taçlandıran değerli bilim insanı Prof. Dr. Hasan Yazıcı’ya mücadeleye devam edeceğimizin kararlılık ifadesi olarak  ithaf ediyorum. Üniversitelerdeki bilimsel hırsızlıkların artık sıradan bir olay sayılması, intihal yapanların YÖK başkanı, YÖK üyesi, rektör, dekan… atanarak adeta ödüllendirilmesiyle bilim ahlakı tamamen ortadan kalktı ve  sistem sonunda kendi pazarını kurdu. Bu pazarın çalıntı eşyaların satıldığı bit pazarından hiçbir farkı yoktur. Her şey aleni. Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve üniversiteler gözlerinin önünde kurulan bu pazarların derhal kapatılıp, hem alıcılar hem de satıcılar hakkında gereğinin yapılmasını sağlamak yerine duruma göz yummakla pazarın her gün biraz daha genişlemesini teşvik etmektedir. İşte üniversitelerde piyasa modeli budur! Eğitim üzerinden para kazanmak için bilim hırsızlığı pazarları bile kurulabiliyor. Model üniversiteyi devasa bir çöplüğe dönüştürmüştür, her yerden çok kötü kokular yükselmektedir. Devletin bu çöplüğü temizleme gücü yoksa o zaman yapacağı tek şey vardır; “Üniversiteler Mülgadır Yasası” çıkarmak! Tıpkı Atatürk’ün 1933’te yaptığı gibi… Açıkçası • YA BİLİMSEL HIRSIZLIK PAZARLARI, YA DA ÜNİVERSİTELER KAPATILMADIR! • İNTERNET YASAKLARI DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNE DEĞİL, BİLİMSEL HIRSIZLIK PAZARLARINA GETİRİLMELİDİR! Rezaletin boyutu ve içeriği hakkında daha fazla söze gerek yok… her şey ortada, isteyen daha fazlasını, bazılarını aşağıda belirttiğim kaynaklardan öğrenebilir. Son söz: Üniversitelerinde bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır !(*) (*Güngör Mengü: http://haber.gazetevatan.com/0/63528/4/yazarlar) Kutlu Doğum Haftası ve takvimler? Örneğin Ramazan tarihini eylülekim gibi iklimin daha durgun olduğu zamanlara almak daha doğru olmaz mı? Ömür Akyüz Hz. Muhammed’in doğumu ben bildim bileli Hicri takvime göre Mevlid/Viladet Kandili olarak kutlanırdı. Son yıllarda karşımıza bu “Kutlu Doğum” olayı çıktı, Hz. Muhammed’in doğum günü artık “evrensel” takvime göre belirlenmiş oluyor. İlke bakımından çok iyi. Keşke her türlü din olayının zamanlaması da bu şekilde saptanıp uygulansa; bu her bakımdan çok daha doğru olacaktır. Bu yeni durum da bunun için iyi bir ilk adım olabilir. Genelde dine ilişkin takvim ve saat uygulamaları toplumsal ve ekonomik yaşamda ciddi zorluklara ve sıkıntılara yol açmakta, hatta tuhaf durumlar da doğmakta; her iki olgunun da örneklerini tek tek saymayacağım; ama en azından, dört ve üç günlük bayramların haftaları nasıl zorladığını ve bunun etkilerini, kışın “akşam”la “yatsı” arasındaki zamanın ne denli kısa, yazın ise ne denli uzun olduğunu düşünün. Oysa dinsel takvim de “evrensel” takvime uyarlansa (burada Osmanlının son dönemlerinde uygulanan “Rumi” yılın kullanılmasına bile razıyım), 4 ve 3 günlük tatiller hafta sonlarına denk getirilse (ben bunun milli bayramlarımız için de uygulanabileceği kanısındayım, ABD’de yıllardır bayramlardan doğan bir günlük tatiller en yakın cuma ya da pazartesi günlerine kaydırılmakta; bunun benzeri bizde de uygulanabilir). Namaz zamanları, işeğitim düzenine uyacak saatlere getirilip sabitlense çok daha uygar olmaz mı? Bu önemli sayanlar için Kuran’a da uyar. Kuran’daki bir ayetin “Biz size zaman bulmanız için Güneş ve Ay’ı verdik” deyişinde yalnız Güneş’i kullanmak niçin yanlış olsun? Ben, örneğin Ramazan tarihinin eylülekim gibi iklimin daha durgun olduğu zamanlara alınmasını yeğlerim, ama 1400 yıl önce ilk oruç tutulan Ramazan’ın ve de diğer dini günlerin ilk tarihlerinin mevcut takvimimize göre tam hangi tarihe karşılık geldiği hesaplanabilir. Umarım bu “devrim”e, “Kutlu Doğum” uygulaması vesile olur. CBT 1415 18 /2 Mayıs 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle