10 Haziran 2024 Pazartesi English
İzmir Ekonomi Üniversitesi

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker [email protected] 8 Beslenme CBT 1441/31 Ekim 2014 ARGE Destek Programı ve Araştırma Laboratuvarı Bolluğu! 05 Eylül 2014 tarihli CBT’de yapmayı vaat ettiğim, araya giren başka bir konu nedeniyle ertelediğim taramayı sürdürüyorum. Kamu araştırma kuruluşlarını tararken ARGE destek programlarına gözüm takıldı… Görünüşe göre Türkiye, destek programı bolluğundan geçilmeyen bir ülke… Bakanlıklar ve ilgili kuruluşları eliyle uygulanan, burs ve ödül programları hariç, tam 62 destek programı var (benim tespit edebildiklerimin sayısı bu)... Bu programlar çerçevesinde akademik araştırma, sınaî araştırmageliştirme ve yenilik faaliyetleri, üniversite ve araştırma kurumlarında yapılan ARGE altyapısı yatırımları, girişimcilik vb. konular destekleniyor. Çıkarılan yasalara dayalı (vergi indirimi gibi) destek uygulamaları da var. 62 destek 7 bakanlık ve ilgili kuruluşlarınca veriliyor. Örneğin hem Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nca doğrudan hem de bu bakanlığın ilgilli kuruluşları, KOSGEB ve TÜBİTAK eliyle verilen destekler var. ARGE altyapı desteği ağırlıklı olarak Kalkınma Bakalığı (eski DPT) tarafından veriliyor. Bu kapsamda verilen desteklerden “tematik ileri araştırma merkezleri” ile “merkezî araştırma laboratuvarları” için olanlar dikkat çekici... Tematik ileri araştırma merkezleri, “ARGE altyapısında ve araştırmacı insan gücünde belli kapasiteye ulaşmış üniversite ve araştırma kurumlarında (TÜBİTAK ARGE birimleri vb.) araştırma alanlarında uzmanlaşma ve ileri düzeyde araştırma yapma olanağı verecek altyapılar” olarak tanımlanıyor. Bunlara,“uzmanlık ve mükemmeliyet merkezleri” de deniyor. Merkezi araştırma laboratuvarları ise, “yeni kurulan ve gelişmekte olan, araştırma altyapısı eksik üniversite ve araştırma kurumlarında, ileri düzeydeki araştırma projelerinin yürütülmesini sağlamak üzere ve kurumdaki bütün araştırmacıların ihtiyaçları dikkate alınarak” kurulan araştırma birimleri... “...2002 yılında araştırma altyapılarına sadece 114 milyon lira kaynak tahsis etmişiz, 2013 yılında bu konuda ayırdığımız ödenek 1,9 milyar lira. Bu, yaklaşık 17 katlık artışa tekabül ediyor.’’ diyor Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz (07.02.2013)... Kurulan merkezlerin sayısı bugün kaça ulaştı, kaçı yapım hâlinde; bu bilgiye erişemedim ama, sayılarının büyüklüğü konusunda bir fikir vermek için önceki yıllara ait verileri aktarayım: Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Kemal Madenoğlu, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun 7 Ağustos 2012 tarihli toplantısında yaptığı sunuşta, kuruluşu tamamlanan tematik ileri araştırrma laboratuvarı sayısının 21; kurulmakta olanların sayısının da, 120’si üniversitelerde, 41’i kamu araştırma kurumlarında olmak üzere toplam 161 olduğunu söylemiş... Madenoğlu aynı sunuşunda, kuruluşu tamamlanan Merkezi Araştırma Laboratuvarları sayısının 11; kuruluşu devam edenlerin sayısının da 70 olduğunu belirtmiş ve eklemiş: “2009 yılına kadar kurulmuş yeni üniversitelerin tamamında 2013 yılı sonu itibarıyla merkezi araştırma laboratuvarları tamamlanmış olacaktır.” Kalkınma Bakanı da, bir yazılı soru önergesine verdiği yanıtında (16.10.2013) “Faaliyete geçmiş 108 [genel toplam olsa gerek], kurulumu devam eden 65’i tematik, 97’si merkezî olmak üzere toplam 162 araştırma merkezi projesi bulunduğunun altını çizmiş...” Bu sayılardan, siz de aynı sonucu çakaracaksınız: Ülke laboratuvar bolluğundan da geçilmiyor! Ancak benim anlayamadığım nokta şu: Bunca destek programının varlığına, özellikle de bunca laboratuvarın kurulmuş ve kurulmakta olmasına rağmen, biz bilimde, ARGE’de ve ARGE’ye dayalı yenilik faaliyetlerinde niçin hâlâ yerimizde sayıyor ve geleceğe umutla bakamıyoruz? Kamunun araştırma kurumlarına da göz attıktan sonra, bu sorunun yanıtını yine birlikte araştırırız. “Et, tereyağı ve kaymak zararlıdır” uyarıları gerçek mi, yersiz mi? Woody Allen’in The Sleeper (200 Yıl Sonra) filminde iki bilim insanının 2173 yılında 20. yüzyılın sonlarında önerilen beslenme düzenini tartıştıkları ünlü bir sahne vardır. “Yani bol kızgın yağda kızartmaların, etin, ya da kremalı turtaların yasak olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun?” diye sorar biri kuşkucu bir tavırla. Öteki, “Şimdinin tam tersine, o dönemde bunların sağlığa zararlı olduğuna inanılıyordu,” diye yanıtlar. Ne var ki, aynı dönemde tıp alanında çarpıcı bir gelişme sağlandığından bu azalmada beslenme düzenindeki değişikliklerin nasıl bir rol oynadığı konusunda kesin bir yargıya varmak olanaksız. Dahası, yağ tüketimi azalmış olsa bile, obezlik ve buna bağlı hastalıklarda herhangi bir azalma söz konusu değil. Besinlerdeki doymuş yağların sağlığımızı nasıl etkilediği yönünde herhangi bir yargıya varabilmek için öncelikle bu yağların bedende nasıl bir işlemden geçtiğini ve farklı yağ türlerinde bu sürecin nasıl değiştiğini anlamak gerekiyor. Yağ yendiğinde ince bağırsağa doğru yol alır ve orada bileşenlerineyağ asitleri ve gliserolayrışıp bağırsağı kaplayan hücreler tarafından emilir. Orada da kolesterol ve proteinlerle sarmalanıp kana karışır. Lipoproteinler adıyla bilinen bu kürecikler suda çözünmeyen yağ ve kolesterolün gerekli yerlere ulaşmasına olanak tanırlar. Kandaki lipoprotein düzeyi tüketilen yağ miktarı arttıkça yükselir. Yaygın inanışa göre, sağlık sorunları tam da burada karşımıza çıkmaya başlar. G ünümüzde Woody Allen’in dünyası henüz bir gerçekliğe dönüşmese de, bir zamanlar insan sağlığında olumsuz etkiler yarattığına inanılan et ve kremalı turtalar giderek temize çıkıyor. Doymuş yağların kalbe zarar verdiği yönünde bir söylemin egemen olduğu 35 yılın ardından bu görüş kızgın tavadaki tereyağı gibi eriyip gidiyormuş gibi bir durum söz konusu. Peki, kırmızı et ve peyniri daha bol miktarda tüketmenin bir sakıncası yok mu? Bu durumda, doymuş yağları kısıtlı miktarda tüketmemiz gerektiği yönündeki önerilere kulak asmamak mı gerekiyor? Öyle ise, onca zaman neden böyle yersiz bir inanca kapılıp durduk? Bu sorulara verilecek yanıt ciddi bir önem taşıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, her yıl 17 milyonu aşkın kişinin yaşamına mal olan kalp ve damar hastalıkları dünyanın en önde gelen ölüm nedenlerinden biri. Kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümler dünya çapında ölümlerin yaklaşık üçte birini oluşturuyor ve hesaplamalar 2030 yılında bu sayının 23 milyona ulaşacağını, kalp ve damar hastalarının sağaltımına ciddi bir servet harcandığını ortaya koyuyor. Doymuş yağ tüketiminin kalp krizi çekincesini doğrudan arttırdığı görüşü 1970’lerden beri beslenme biliminin dayanak noktalarından birini oluşturdu. Bugüne dek insanların doymuş yağ yerine, sebzelerde, ya da balık ve fındık fıstık gibi yiyeceklerdeki “sağlıklı” yağlarla beslenmeleri önerildi. ABD ve Britanya’da sağlık kuruluşları erişkinlerin yağlardan aldıkları kalori miktarının toplam kalori alımının yüzde 30’unu aşmaması gerektiğini vurguladılar. Yine de, insanlar önerilen miktardan çok doymuş yağ tüketmeyi becerdiler ve her geçen gün daha çok yediler. 1950’lerden 70’lerin sonlarına dek her iki ülkede de yağlar toplam kalori alımının yüzde 40’ından çoğunu oluşturdu. Ancak uyarılar kulaktan kulağa yayıldıkça insanlar kırmızı et ve tereyağından kaçınmaya başladı. Besin endüstrisi de bu akıma ayak uydurdu ve raflar az yağlı ürünlerle dolup taştı. Öyle ki, ileti kısmen de olsa alınmıştı. Sonuçta kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümler Batı ülkelerinde giderek bir azalma meydana geldi. Lipoproteinler yüksek ve düşük yoğunluklu olmak üzere iki sınıfa ayrılırlar. Düşük yoğunluklu lipoproteinler (LDL) salt kolesterol içermediklerinden ve atardamarlara yapışarak damarları tıkayıcı plak adı verilen çökeltilere neden olduklarından genelde “kötü kolesterol” olarak bilinirler. Öte yandan, “iyi kolesterol” ya da yüksek yoğunluklu lipoproteinler (HDL) atardamarlarda plak oluşumunu önlerler. Yaygın görüş tam tahıl, sebze ve meyva gibi doymamış yağ ya da çözünür lif içeren yiyeceklerle beslenmenin HDL düzeyini arttırdığı yönündedir. Kısacası, lipid savı olarak bilinen ve kökleri 1940’lara uzanan bu görüş insan beslenme tarihine damgasını vuran belki de en önemli görüştür. Gelgelelim, Minnesota Üniversitesi fizyologlarından Ancel Keys bu konuda farklı görüşlere sahipti. 1958 yılında yayımlanan ve ABD, Finlandiya, Hollanda, İtalya, Yugoslavya, Yunanistan ve Japonya’yı kapsayan “Yedi Ülke” adlı öncü İYİ/KÖTÜ KOLESTEROL: 7 ÜLKE ARAŞTIRMASI
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle