Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
DOĞAN KUBAN Kültür CBT 1441/31 Ekim 2014 5 Politik Sıvılaşma ve Mizah ‘Ne olacak halimiz?’ dendiği zaman gülmeye başlıyorum. Ortalık bu kadar kaburgasız sözle dolunca insan ciddi düşünmesini beceremiyor. İşi, Evliya Çelebi gibi, lubaiyat’a yani güldürüye vuruyorum. Güldürü insanı çakırkeyif yapıyor. Can sıkıntısına iyi geliyor. Eminönü meydanında gazeteci ve bir AKP’li konuşuyorlar: Gazeteci Bu tapelerde başbakan ve oğulları arasında geçen olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz? AKP’li Çalıyor olabilir ama çalışıyor. Dilimizi öğreniyoruz. Türkçe de ÇALmak , ÇALışmak aynı kökten geliyormuş. Halkımızın açıklaması uyarıcı. Bu bir göçer yorumu. İki tür çalmak var: İş yapmadan ÇALmak, iş yaparak ÇALmak. İkisi de ÇALışma gerektiriyor. Örneğin ÇApul için komşu kabilenin ÇAdırlarını bastınız. Kadın, çocuk, hayvan, eşya ne varsa götürdünüz. Bu ÇApul yaparak yani ÇAba göstererek ÇALmak oluyor. Ama geçerken tezgâhtan bir şey yürüttünüz. Bu düz ÇALma. Rüşvet de düz ÇALma. Bu yerleşik dönem etkinliği. Eh, bugün de yerleşik bir yaşamımız var. Oysa göçer yerleştikten sonra, örgütlenip bir beylik kurduğu zaman yaşam zorlaşmıştı. Çalışmak gerekiyordu. Uzun yüzyıllar düşündükten sonra çaresini buldular. Ülkenin yarısı hassa mülkü oldu. Çalışanlar da Müslüman olan dönmeler. Türk dili uzmanlarından özür dilerim. nı düşününce ayıldım. Onlar da haklıydı. Haraç ve çapul gelirinin hatırı sayılır bir yüzdesi sultanın. Devleti Seniyye’nin bekası için. Çalışan esir de parayı ona getirecek. Padişah haklı. Harem’de 200 kadın, sarayda 5000 kişi çalışıyor, aşağıdakiler çalışıyor. Çalışıyorum, çalıyorum. Çalışıyorum demek ki çalıyorum. Türklerin çok çalışması gerekiyor. Bütün bu felsefeye kılıf giydirmek gerek. Bunları düşünerek ‘Eski dünya bitti’ demek iki anlam taşıyor: adaleti, özgürlüğü, öğretimi yeniden tanımlayın! Ya ilerisi için, ya geriye dönmek için. Geriye dönmek daha kolay. Onu bildiklerini sananlar geriye dönmek istiyorlar. Ne var ki geriye otomobile binerek dönülmüyor. Türkiye’de her kavram; konturları belirsiz, sıvılaşmış bir toplumsal kargaşada yüzüyor. Kaygan ve ele avuca gelmiyor. Her tür hak ve özgürlük var ama alan ve veren belli değil. Şaşılacak bir dönüşümle, 1980’den bu yana, içeriksiz bir kültür ortamında toplum düşünsel dengesini yitirdi. Sınırları belirsiz bir otorite çukurunda, ayakta durmaya çalışıyor. G erçi ülkede 1946’dan bu yana çiviler çıkıyordu. İki Dünya Savaşı yeni ve değişik bir Anglosakson İmparatorluğu doğurdu ama Türkiye’nin yeniden şekillenemez, yeniden yoğrulamaz, yeniden bir biçim kazanamaz duruma dönüşeceğini ve çağdaş toplum amaçlarını dışlayacağını düşünememiştik. Türk toplumunun sayısal büyümesine paralel bir bilgi ve olgunluk dönemine ulaşacağından kuşku duymamıştık. Bu bizim gibi doğuştan Cumhuriyet kuşağının asil üyesi olan yaşlılar kuşağında, politik, dini, ulusalcı ideolojilerden çok farklı bir çağdaşlık, dünyaya yetişme ideolojisi, bir tür Kızıl Elma idi. Bugünkü durumun çivisi çıkmış. Çünkü sadece Türkiye’ye özgü değil. Dünyanın geleceği hakkında bilimsel öngörüleri dinleyen politikacılar, sanayicileri dinleyen toplumlar, gazete okuyanlar, sokaklarda aç dolaşanlar, dünyayı idare ettiklerini sananlar da bir şey anlamıyorlar. Bozulmuş makineyi bir gün çalıştırdıkları zaman sevinen tamircilere benziyorlar. Bir gün sonrasını göremeyenlere de uzman deniyor. Türkiye’de de, dünyada da ‘böyle başa böyle tıraş’ deyimine uygun bir ortam var. Dünya bu kadar kırılgan durumlara 1918’de, 1945’te, Komünist Rusya çözüldüğü zaman da düşmüştü. Arap Baharı da bunun üzerine tüy dikti. Plansız kentlere dolmuş, ömürlerini yollarda harcayan insanlar, kardan adam gibi yükselen, boş alanları, kesilen ormanları dolduran gökdelenler, eğitim yaftası altında içeriksiz masal öğretimi. Maçlar, reklamlar, tüketim, yolsuzluk ve cinayet güncel konular. Otomobiller Afrika’dan boşanmış çekirge sürüleri gibi hepimizi esir etmiş. Her dakika sizi soya cak bir tüketim etkinliği, dünyanın birileri için çalışan bir pazar olduğunu, telefonunuzu çaldırarak anımsatıyor. Bu, cahil ve geri kalmış toplumun görünümü. Toplumların, milyarlarca insanın içine düştüğü zavallılık, bu durumun sorumluları gibi görünenlerin gazetelere düşen zavallı serüvenlerinden binlerce kez daha önemli. Gazeteler, televizyonlar, telefonlar, sirenler, motor sesleri, mitingler, birtakımı sakin, birtakımı gürültücü kalabalık. Herhalde eski çağlarda, hele top olmadığı zaman savaş bile böyle bir gulgule değildi. Bu hastalığın ne hastanesi var, ne de doktoru. Toplum kendisi kaburgasız olduğu için tümel kaburgasızlığı ve kırılganlığı anlamıyor. Fakat yanlısı, yansızı, karşıtı koyu bir afyon sersemliğinde, anlaşılan hoş rüyalar bile görüyor. İNSANLARIN HAYAL GİBİ DOLAŞTIĞI DÜNYA 1970’lere kadar (50 yıl öncesi) Türk insanının hiçbir şeyden haberi yoktu. Uyanmış genç insanların çabaları kalabalıklara ulaşmıyordu. İletişimin yoksulluğu bilgisizliktir. Bu uzun vadede okulları bilgi veren kurumlar olmaktan uzaklaştırdı. Bugün iş dünyasının ve politikacıların satın aldığı iletişim kurumları reklam levhası niteliğinde. Dünya, kişilerin çektikleri acılar dışında, bir gezici komedi sahnesi gibi çalışıyor. İnsanlar köle, robot, budala ve kaburgasız oldular. Bu, her olanağı geri tepmiş, her şeyi illüzyona çevirmiş, bitmiş bir dünyadır. İnsanlar ortada hayaller gibi dolaşıyorlar. Gülen de çok. Umutsuzluktan neredeyse göbek atacaklar. Bunlar kuşkusuz şaka. Fakat yaşamımı ve özellikle Türk geçmişini düşününce bu etimoloji (İştikak) hikâyesi hoşuma gitti. Şoför ‘çalıyor’ ama ‘çalışıyor’ dedi. Bende ona ‘sende çalışkan bir adamsın!’ dedim, hoşuna gitti. ‘Ne kadar çalıyorsun?’ diye sordum. Arabayı durdurdu, küfretti. Tayfun O zaman anladım. İdare edilen fakir, fukara için çalmak kötü şey. Fakat idare eden için uygun. Osmanlı padişahları ÇALIYOR AMA ÇALIŞIYOR Bu eğri büğrü ortamda şaşırıp etrafa bakarken Türk dili beni bir kez daha aydınlattı. YAlan ve YAnlış sözcükleri de ‘YA’ ile başlıyor. Bunu yorumlarsak yalan söylemek istemedi, yanlışlık yaptı anlamına geliyor. Böylece Türk dili ile yaşam arasındaki organik ilişkinin Türk ulusunun namusunu temize çıkaracak bir gerçeği aydınlattığını görüyorsunuz. Bunun son açıklaması sayın birinden geldi: ‘günah özgürlüğü’ de dinimizde var’ demiş. Bu tarihi ve dinsel yorumları temel alırsanız, Türk ve Müslüman olarak istediğiniz kadar çalabilir ve yalan söyleyebilirsiniz. Yalnız bir sorun var: Türkiye’nin dışında Türk ve Müslüman olmayan yedi milyar insan yaşıyor. Bizim gibi düşünmeyebilirler. Bu da Yalan olabilir mi? YALAN VE YANLIŞ: DİL İLE YAŞAMIN ORGANİK BAĞI Akgül Bilim Akademisi Konferansı Zekâmızın Bir Limiti Var mı? Bilim Akademisi 2014 Güz Konferansları başlıyor. İlk konferans, 1 Kasım 2014 Cumartesi günü saat:13.00’da İstanbul Kültür Sanat Vakfı Salonu’nda gerçekleşecek. Konferansta Kemal Türker “Zekamızın Bir Limiti Var mı?” başlıklı bir konuşma yapacak. İKSV ulaşım bilgileri: http://bilimakademisi.org/ Konferansı verecek olan Kemal Türker’in özgeçmişi: http://medicine.ku.edu. tr/sites/medicine.ku.edu.tr/files/pdf/KSTCV2013.pdf