27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKiSLER niyordu. İsveçli bilim insanlarının amacı bu konuda değişen alışveriş alışkanlığının da etkili olup olmadığını öğrenmekti. Araştırmaya normal kilolu ve sağlıklı uyku düzenine sahip on dört erkek katılmış. Katılımcılar uykusuz bir gecenin ardından aldıkları standart bir kahvaltıdan sonra bir sonraki gün için alışverişe çıkmışlar. Toplam elli Avro’luk bütçeyle alışveriş yapması gereken katılımcılar, kırk ürünlük bir listedeki ürünlerden dilediklerini almakta özgür bırakılmış. kisinden hangi beyin hücresinin sorumlu olduğunu görebildiklerini söylüyorlar, Cell Metabolism dergisinde. Ayrıca leptinle uyarıldıktan sonra kan şekeri alan dokular da belirlenmiş. Bunlar karaciğer, belli başlı kaslar ve kahverengi yağ dokusu. Yeni bilgiler sayesinde ensüline alternatif maddeler bulabileceğiz diyor Coppari. Çünkü ensülinin olumsuz tarafları da var. Hatalı bir doz düşük şeker seviyesine ve bu da bilinç kaybına neden olabilir. Ayrıca ensülin kan basıncı ve kolesterol seviyesini de arttırdığı için, birçok yaşlı şeker hastası kalp dolaşım rahatsızlıklarına sahip olur. Oysa leptin, glukagon hormonunu da daha iyi dengeliyor. Glukagon kan şekeri seviyesini yükselten hormondur, anlaşıldığı üzere leptin kan şekeri seviyesini daha etkili bir şekilde düşürüyor üstelik de düşük şekere neden olmadan. Ayrıca yağ depolarını da indirgeyerek, iştahı kapatıyor. A. M. Celal Şengör 15 Eylül 2013 tarihli Milliyet gazetesinde, yazar Fuat Keyman Bey, “ülkemiz iyi yönetilmiyor” tesbitini yaptı. Bu ülkede dış dünya ile iletişim kurmasını sağlayacak duyuları yerinde olan ve beş paralık bir akla sahip herkes herhalde Fuat Bey ile aynı fikirdedir. Beni bu yazıda ilgilendiren ise görüldüğüne artık şüphe olmayan kötü yönetimin sebepleridir. Bakteri taşımayan farelere şişman veya zayıf insanlardan alınan bakterileri aşılayarak deneyler yapan Amerikalı bilim insanları, bazı bakterilerin zayıflattığı bazılarınsa şişmanlattığı sonucuna Bağırsak bakterileri zayıflatıyor mu? Ülkemizin Yönetimi ve Eğitim Düzeyi Ülkemizdeki kötü yönetimin en güzel örneklerinin başında kuşkusuz dışişlerimiz gelmektedir. Türkiye Türkiye olalı herhalde Doç. Dr. Ahmet Davutoğlu Bey kadar kötü bir dışişleri bakanı görmedi. Kendisi döneminde komşularımızla ilişkilerimiz bozulmakla kalmadı, birisiyle savaşmak için can atan ülke görüntüsüne kavuştuk. Bunu sözüm ona insanlık adına yaparken en büyük vahşeti uygulayan, öldürdükleri insanın kalbini yiyen yamyamları destekleyen ülke olduk ve bütün dünyada diplomatik olarak tek başımıza kaldık. Bunlar normal bir ülkede olsa Ahmet Bey kulağından tutulduğu gibi bakanlıktan atılırdı. Peki Türkiye’de niçin olmuyor? Görebildiğim tek nedeni, Türkiye’de herhangi bir standardın, bir kıstasın olamamasıdır. Bir standart, bir kıstas demek, herhangi bir şeyin kendisiyle mukayese edilebileceği bir ölçü demektir. Türkiye ölçüsüz bir ülkedir. Ölçüler ise gözlem ve düşünce ürünüdürler, yani bilimsel ürünlerdir. Ölçüsüz Türkiye bilimsiz Türkiye’dir. Çok saygın, gerçekten okuyup düşünen bir yazarımız Ahmet Bey için bir keresinde «kıymetli bir akademisyen» diye yazmıştı. Ben de merak edip araştırdım, bu kıymet neden ibarettir ve nereden kaynaklanıyor diye. Ahmet Bey’in kitapları ve yayınları var, ama bunlara dünya üzerinde akademik ölçüleri tespit için meydana getirilen izleme organlarında görülebildiği kadarıyla yapılan başvuru sayısı sıfırdır. Bunu daha önce de yazmıştım: Yani Ahmet Bey’in yazdıkları bilim dünyası tarafından kullanılmıyor. Peki Ahmet Bey’in iyi bir tahsili var mıdır? Cevap, ömrü boyu üniversite adına layık tek bir üniversiteye gitmediğidir. Kendisi diplomalarını Türkiye’deki üniversitelerden almış (benim sık sık söylediğim «Türkiye’de Harp Okulları dışında tek bir üniversite yoktur» sözümü hatırlatırım. Son 12 yılda Harp Okulları da büyük yaralar almıştır) doçentliğini de dünyada ciddi üniversite kalmamış gibi gidip Malezya’daki İslâm üniversitesinden temin etmiştir. AKP iktidara gelmeseydi, YÖK o üniversitenin de El Ezher gibi denkliğini kaldırmak üzereydi (ki pek yerinde bir iş yapmış olurdu). Ahmet Bey’in ne şöhretli bir bilim insanı olan bir öğrencisi (mesela bir Ali Polat benzeri), ne de konusunu uyguladığındaTürkiye’nin ard arda gelen dışişleri fiyaskolarının belgelediği gibien minik bir başarısı görülmüştür. Peki, Ahmet Bey’i «kıymetli bir akademisyen» yapan nedir? Hemen söyleyeyim: Kendisine bu sıfatı layık gören yazarımızla aynı politik (ve dini) görüşü paylaşmasıdır. Bunlar ise bir akademisyenin kıymetini tayin edemezler. Uygar bir ülkede, bahis konusu yazarımıza somut bilimsel verilere dayandırılan itiraz sesleri derhal yükselirdi. Bizde ise çıt çıkmadı. Çünkü muhalifleri arasında Ahmet Bey’in akademisyenliğini değerlendirecek bilgi ve görgü sahibi tek bir adam yok. Hepsi öyle veya böyle kendisi gibiler. Değerlendirmeyi yapabilecek birkaç kişi de sesinin duyulacağından ve bunun işe yarayacağından o kadar ümitsiz ki, gıkını çıkarmıyor. YÖK gelip İlâhiyat fakültesinden felsefeyi kaldırıyor, fakültenin adını da İslâmi İlimler yapıyor: Felsefenin kaldırılmasının akıl düşmanlığının arşa çıkması olduğu hemen dile geldi. Ama bu niçin böyledir, felsefe ne işle uğraşır, ilâhiyatta (yani teolojide) niçin gereklidir? Bunu anlatan henüz çıkmadı (bu yazı 15 Eylül gecesi kaleme alındı). İslâmi (veya İsevî veya Musevî) ilim olur mu sorusunu soran da çıkmadı. Bu dinlerin gerçek olduğunu öğreten yerlere üniversite değil, cami, kılise veya havra denir. Kimse çıkıp da demedi ki, YÖK’ün attığı adım, üniversitenin içine bir fakülte statüsünde cami yerleştirmektir ki bu ne anayasamıza ne de sağlıklı insan aklına uygundur. Sevgili okuyucularım burada iki örnekle anlatmaya çalıştığım, Türkiye’nin artık herkesin kabul ettiği fena idare edilmesinin sebebi cehalettir. Bilgisiz insandan toplum yöneticisi olamaz. Bunu geçenlerde bir TRT programında sevgili arkadaşım, büyük tarihçimiz İlber Ortaylı da son iki padişahımızın tahsil durumlarını anlatarak gözler önüne serdi. Peki bu sorunu demokrasi halledebilir mi? Hayır, çünkü sandık içine oy atanın bilgisini ve aklını yansıtır. Türkiye’nin sözüm ona en tahsilli kişilerinden iki örnek verdim yukarıda. Gerisini siz düşünün. Favori müzik kalbe iyi geliyor vardı. Farelere hep aynı miktarda yem verilmesine rağmen birinci testte şişmanlamış ikinci deneyde ise zayıflamışlar. Zayıflatıcı etkiden Bacteroides grubundaki bakteriler sorumlu diyor araştırmacılar Science dergisinde. Bu bakteriler (bağırsaklarında daha önce bu bakterilerden bulunan) farelerin bağırsaklarında da çoğalarak, şişmanlamalarını önlemişler. İnsanlara özel beslenme ile birlikte bu bakterilerin aktarılması halinde şişmanlığın önlenip önlenemeyeceği henüz bilinmiyor. Fakat Washington Üniversitesi’nden Jeffrey Gordon, artık beslenme, bağırsak bakterileri ve beden ağırlığı arasındaki karşılıklı etkiyi tanıma imkânına sahibiz diyor. Belki sağlıksız bir beslenme şeklini değiştirerek, kendimizi iyi hissetmemizi sağlayacak bakteri türlerinin bağırsaklarımızda yayılmasını sağlayabiliriz. İster Mozart, ister Beatles ya da Kibariye olsun, koroner kalp hastalıklarına sahip kişilerde favori müzik, damar fonksiyonlarını iyileştirerek yaşamı uzatıyor. Sonuç Sırp bilim insanlarının bir araştırmasına dayanıyor ve Amsterdam’da gerçekleştirilen Avrupa Kardiyoloji Birliği Kongresi’nde sunuldu. En iyi sonuçlar en beğenilen müziğin düzenli olarak bedensel hareket eşliğinde dinlenmesi halinde elde ediliyor diyor uzmanlar. Araştırma çerçevesinde koroner kalp hastalığına sahip 74 hastayla, üç terapiden hangisinin daha etkili olduğu test edilmiş. Birinci grup tıbbi Son zamanlarda diyabet araştırmalarında, yağ metabolizma hormonu leptinin, ensülinin ye rine geçebileceğiyle ilgili bulgular çoğalmaya başlamıştı. İsviçre’de gerçekleştirilen son bir araştırmada da diyabet hastası fareler ensülin olmadan hayatta kalmışlar. Cenevre Üniversitesi’nde Robreto Coppari ve ekibi, şekeri indirgeyen ensülin hormonunu üretmeyen farelerin beynine leptin aşılamış. Bu şekilNilgün Özbaşaran Dede de araştırmacılar, leptinin kan şekeri düşürücü etnilodede@hotmail.com Leptin hormonu, ensüline alternatif olabilir CBT 1383 7 /20 Eylül 2013 uzman eşliğinde spor yaparken, ikinci grup spor yaparken en sevdiği müziği de dinlemiş. Son grup ise sadece müzik dinlemiş. Nis Üniversitesi bilim insanları da azot oksit veya ksantin oksidaz gibi kan göstergeleriyle, kardiyovasküler hastalıklarda fonksiyonu zayıflayan endotelin (damarların iç cidarı), işlevini kontrol etmişler. İşte bu şekilde üç hafta sonra müzik dinleyen ve spor yaparken müzik dinleyen gruplarda azot oksit değerleri yükselmiş. En iyi etki müzik eşliğinde spor yapanlarda görülmüş. Ksantin oksidaz değerleriyse üç grupta da azalmış. Fakat en çok da hareket programı müzikle birleştirilen grupta. İnsanı iyi hissettiren müziği dinlemenin endotel işlevini iyileştirmesi, endorfin salgısı ve bu salgının azot oksit oluşumu üzerindeki etkisiyle ilgili olabilir diyor araştırmayı yönetem bilim insanı Marina Deljanin Ilic. “Hangi müziğin uygun olduğu tamamen kişisel zevke bağlı. Ancak dinlenen müzik kulağa hoş gelmeli ve insanı rahatlatmalı.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle