18 Haziran 2024 Salı English
İzmir Ekonomi Üniversitesi

Katalog

GÜNCEL TIP tanıma alanında da uygulanmakta. Bunun sonucu olarak Android işletim sisteminin ses tanıma işlevinin hata oranı yüzde 25 azalarak, sistem yüzde 7 hata ile çalışmaya başladı. Bu sayede, Google’un, internette, klavyeden yazma yerine konuşarak arama yapma ya da yine ses ile (dikte ederek) kısa mesaj (SMS) gönderme özellikleri Apple’ın sesli asistanı SİRİ’nin önüne geçti. Özetle sinir ağları ve derin öğrenme önümüzdeki dönemde kendilerinden çok bahsettireceğe benziyor. Yapay zekâ teknolojilerinin büyük getirilerinin olacağı bir diğer alan da Arttırılmış Gerçeklik (Augmented Reality). Bu terim, gerçek dünyamızın doğrudan ya da dolaylı bir görüntüsüne, bilgisayarla üretilen, ses, mesaj, resim ve videoların eklenmesi anlamında kullanılıyor. Ortaya çıkan görüntü de gerçeğin, onu sanki 5 duyumuzdan çok fazlası ile algılıyormuşuz gibi, zenginleştirilmiş ya da artırılmış bir şekli oluyor. Kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi Arttırılmış Gerçeklik uygulamaları saymakla bitmez. Bunlardan halen kullanılmakta olan birkaçı şöyle: • Araçlarımızın navigasyon sistemlerinin ve diğer seyir bilgilerinin ön cama yansıtılması (Headup Display) ve yoldan gözümüzü ayırmamamızı sağlayarak güvenliğimizi de ciddi olarak artırması, • Cep telefonumuzu ya da tabletimizi gece gökyüzüne döndürdüğümüzde baktığımız gök cisimlerinin anında tanınması ve özelliklerinin görüntülenmesi, ya da • Bir şehri dolaşırken yine cep telefonumuzu tarihi bir esere çevirdiğimizde hakkındaki bilgilerin anında ekranda belirmesi... Mustafa Çetiner [email protected] ARTTIRILMIŞ GERÇEKLİK Hepimizin günlük kullanımına yönelik yukarıdaki uygulamalar yanında, Arttırılmış Gerçeklik’in profesyonel uygulamaları da her gün artıyor; tıpta ve özellikle cerrahide, eğitimde, mühendislikte üretim ve bakım alanlarında, mimaride, endüstriyel tasarımda, sanatta ve tabii askeri alanda. Son yıllarda seyrettiğimiz tüm bilim kurgu filmlerindeki bu tür uygulamalar birer birer gerçekleşiyor. Artırılmış Gerçeklik’te önemli bir sıçrama da Google‘un yakında piyasaya çıkaracağı gözlükleri (Google Glass) ile olacağa benziyor. Son olarak, yapay zekâ teknolojileri artırılmış gerçekliğe eklendiğinde, yalnızca gördüklerimiz ve işittiklerimizle ilgili ek bilgileri değil, dilersek, o anda yapmamız gerekenleri, önerileri, uyarıları da uzman sistemlerden anında alabileceğiz. Yakın gelecekte çıplak gözlerimizle göreceklerimizi yetersiz bularak bilgisayarla zenginleştirilmiş bir dünyayı gözlüklerimizden izlemeyi seçeceğimiz kanımızca kuşku götürmez. Kim bilir, bazıları belki gerçekleri o zaman görmeye başlarlar .... KAYNAK: www.technologyreview.com/featuredstory/513696/deeplearning/ PROFESYONEL UYGULAMALAR Eski Yunanca “Prosopon” yüz, “agnosia” ise körlük, kayıtsızlık, tanıyamama anlamına geliyor. Bu iki sözcüğün birleşimi olan “Prosopagnosia” klinik bir duruma verilen isim. Yani insan yüzlerini tanıyamama, insan yüzlerini birbirlerinden ayıramama hali, bir çeşit “yüz körlüğü”. Prosopagnosia... Bu durum elbette üst düzey yöneticiler, hekimler, siyasetçiler gibi her gün onlarca insan ile karşılaşan meslek gruplarında hemen bir patoloji olarak kabul edilmemeli. Ama neden ne olursa olsun, ister kafa yorgunluğu ister patolojik bir durum, ciddi sosyal sorunlar yaratabileceği kesin. Düşünsenize, bir toplantıdasınız, hayatınızda hiç görmediğiniz biri son derece dostça, yüzünde koca bir gülümseme ile size doğru yaklaşıyor ve siz bu gelen kişiyi hiç ama hiç tanımıyorsunuz. Prosopagnostikler çoğu kere göz, burun, ağız gibi insan yüzünün farklı parçalarını ayrı olarak görebilmekle beraber yüzü bir bütün olarak algılayamıyor, bu farklı yüz parçalarını bir araya getiremiyor yani karşılarındakini tanımıyorlar. Daha da kötüsü var. Kimi prosopagnostik olan kişiler kendi yüzlerini de tanıyamıyorlar. Bazıları sadece insanları değil, ev gibi mekânları, otomobil gibi gereçleri de tanıyamıyor. Araştırmacılar, anormalliğin hafif formlarında insan isimlerini unutmanın sık görüldüğünü söylüyor. Tüm gününü sizinle geçiren en yakın çalışma arkadaşınızın ismini hatırlayamıyorsunuz mesela. Erken bulgular arasında TV dizilerindeki karakterleri hatırlayamama, ilerleyen bölümlerde bu karakterler yeniden ortaya çıktıklarında eski bölümler ile ilişki kuramama, dolayısıyla konuyu kavrayamama da sayılıyor. Prosopagnostiklerin temel özelliği sosyal ortamlardan kaçmaları, kalabalık yerlerde olmak istememeleri. Buna da şaşırmamak gerekir, hiç tanımadığınız bir ortamda tek başınıza kalakaldığınızı bir düşünsenize ? Prosopagnostikler karşılarındaki insanları genellikle ses, vücut biçimi, saç rengi ve biçimi gibi bazı özelliklerden tanımaya çalışıyorlar. Son yıllarda prosopagnosia sıklığının sanıldığından daha yüksek olduğu düşünülüyor, hatta oranın %2 civarında olabileceğini ileri sürenler bile var. Prospagnostiklerin yukarıda söz ettiğim ses, saç rengi, vücut biçimi gibi kendilerine özel kişi tanıma yöntemlerinde inanılmaz biçimde ustalaşmaları, hastalığın fark edilmesine engel oluyor. Peki Prosopagnosia neden ortaya çıkıyor? Yapılan çalışmalar, bunun organik nedenleri olabileceğini, beynin yüz tanıma ile ilişkili temporal ve oksipital bölgelerinde ortaya çıkan anormalliklerden kaynaklanabileceğini gösteriyor. Kafa travması, dejeneratif hastalıklar, inme gibi nörolojik nedenler prosopagnozinin oluşum nedenleri arasında sayılıyor. Bu açıklamalar ne kadar yeterli ve doğru bilmek zor. Her türlü entelektüel aktivitesini tama yakın yerine getiren, son derece üretken kişilerin ‘yüz tanıyamasını’ bir organik beyin sendromuyla ilişkilendirmek doğru mu acaba? Mesela Brad Pitt... Dünyanın çok iyi bildiği, çok başarılı, milyonlarca hayranı olan birinin prosopagnostik olduğuna ve bunun bir organik beyin sendromu yüzünden ortaya çıktığına inanır mısınız? Angelina Jolie’yi bir bütün olarak göremediğine inanır mısınız? Gerçekten de Brad Pitt’in yüzleri hiç tanımadığı, hatırlamadığı biliniyor. Bunun nedeni aşırı yoğun yaşam biçimi mi, her gün onlarca yeni kişi ile tanışıyor olması mı yoksa gerçekten “prosopagnosia” hali mi, kimse bilmiyor tam olarak. Kimileri de bu anormalliğin ‘genetik’ bir yatkınlıktan kaynaklanabileceğini söylüyor. Doğum sırasında oluşan travmaların buna neden olabileğini de akılda tutmak gerekiyor. Ben yine de bu konuda haddimi aşıp daha fazla bir yorum yapmak istemem. Bu anormallik ve nedenleri hakkında fikir yürütmek sinir bilim ile ilgilenen uzmanların işidir elbette. Kitap DİJİTAL TEFEKKÜR* Her Güne 10 Tablet İnternet Tanol Türkoğlu Beyaz Yayınları Bu kitap özellikle ebeveynlere ve öğretmenlere interneti, dijital kültürü, bilgi toplumunu tanıtmayı amaçlıyor. Geleneksel modelde yetişen kuşaklar hayatı önce evde annebabasından daha sonra da okulda öğretmenlerinden öğrenir. Dijital dünya rolleri değiştiriyor. Çocuklar annebabalarına ve öğretmenlerine bilgisayarı, interneti, sosyal medyayı, dijital kültürü öğretiyor. Oysa dijital kültür söz konusu olduğunda da annebabanın ve öğretmenin “öğretici” rolü değişmemeli. O nedenle temel bilgiye sahip olmalılar. Kitapta her gün için bir tane “dijital konu” seçilmiş ve onunla ilgili on tane açıklayıcı madde yazılmıştır. Her konuyu açıklayan on maddenin her birinin de bir özelliği var. O da en çok 140 harften oluşması. Yani her madde bir Tweet ya da SMS mesajı uzunluğundadır. Neden böyle bir sınırlama? Çünkü hızlanan yaşamda uzun metinleri okumak sadece gençlere değil giderek herkese sıkıcı gelmekte. Ayrıca konuları böyle bir sınırlama ile anlatmak yazar için de bir meydan okuma. Gereksiz uzunlukta yazmak yerine işin özünü anlatabilmek. *Tefekkür: Herhangi bir mesele hakkında düşünme, zihni yorma, derin düşünme ve işin şuuruna varma Bonobo ve Ateist Primatlar arasında insanı aramak Frans de Waal Çeviren: Aslı Biçen Metis Bilim, Eylül 2013, 258 sayfa. Hollandalı psikolog, primatolog ve etolog, Atlanta Emory Üniversitesi öğretim üyesi Frans de Waal, uzun yıllardan beri şempanzeler üzerine sürdürdüğü araştırmalarıyla ilgili yayınlarını sürdürüyor.İçimizdeki Maymun’da insan doğası hakkındaki önyargıları altüst eden de Waal, bu kez de gözlemlerini evrimci biyoloji ve ahlak felsefesi bağlamına taşıyarak eşsiz bir argüman inşa ediyor. İnsan ahlakı denilen şeyin gökten zembille inmediğini, “içten geldiğini” savunuyor: “Ahlaki davranış ne dinle başlamıştır, ne de dinle biter; evrimin ürünüdür.” “Beş asır sonra hâlâ dinin toplumdaki yeri konusunda kavgaya tutuşuyoruz. Hieronymus Bosch’un zamanında olduğu gibi şimdi de ana tema ahlak. Tanrısız bir dünya canlandırabilir miyiz gözümüzde? Böylesi bir dünya iyi olur mu? Sanmayın ki köktenci Hıristiyanlar ve biyoloji arasındaki savaş bilgiler üzerinden yürütülüyor. İnsanın evrimden şüphe etmesi için kanıtlara karşı epey bağışıklık sahibi olması lazım. Çatışma hakikatle değil, hakikatin ne yapılacağıyla ilgili. Ahlakın doğrudan yaratıcı Tanrı’dan geldiğine inanan birisi için evrimi kabul etmek manevi bir uçurum demektir. Belki sadece ben böyle düşünüyorumdur ama menfur bir davranışta bulunmalarını engelleyen tek şeyleri inanç sistemleri olan insanlardan korkarım. Yaşanabilir bir toplum için gerekli özdenetim de dahil, bütün insanlığımızın yapımızda olduğunu neden düşünmeyelim?”. CBT 1383 15 / 20 Eylül 2013
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle