Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@Gmail.com) BİLİM TARİHİ Bugün Google gibi arama motorları teknik imkânsızlıklardan dolayı internete bağlı tüm bilgisayarlar üzerinde arama yapmayı olanaklı kılamıyor. Hatta bir tespite göre erişilebilen (“yüzeysel”) internet, erişilemeyenin (“derin web”) beşyüzde biri. Hasan Âli Yücel’e göre Salih Zeki Hasan Âli Yücel, eserleriyle yetiştiği Salih Zeki Bey’i anlatıyor. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com “Bir Başka İnternet Mümkün” Bu yıl on üçüncüsü gerçekleştirilmekte olan İstanbul Bienali’nin konusu “Anne, Ben Barbar Mıyım?” olarak belirlenmiş. Bienalde sergilenen eserlerden birisi de tek sayfalık http://another.httpdot. net sitesi. Sitede sadece “.another internet is possible!” (“bir başka internet mümkün”) sloganı yer alıyor. Gerçekten de gözlenmeyen, trafiği kontrol edilmeyen, filtrelerle elekten geçirilmeyen bir internet mümkün olabilir mi? Aslında alternatif internet kavramının çeşitli örnekleri bugün mevcut. Bir alternatifin Atina’da yapıldığı ve pek çok Atinalının bu şekilde birbiri ile iletişim kurduğu ifade ediliyor (hatta Gezi Parkı olaylarından sonra benzer bir iletişim ağının İstanbul’da da kurulduğu söyleniyor). İşin başka bir boyutu daha var. O da bildiğimiz haliyle internete bağlı olduğu halde herhangi bir şekilde erişilemeyen web sayfaları ve oradaki bilgiler. Buna “derin web” (deep web) deniyor (hemen belirtmekte fayda var; ismi bulan bir Türk değil). Öncelikle şu soruyla başlamalı: Internet üzerindeki bir bilgiye nasıl ulaşıyoruz? En popüler cevaplar Google gibi bir arama motoru aracılığıyla ya da web sitesinin linkini biliyorsak doğrudan ona tıklayarak. Internet trafiğinin büyük bir kısmını kullanıcılar bu ilk yolla oluşturuyor. Yani Google gibi bir arama motoru vesilesiyle. Bu aşamada ikinci soru şudur: Google gibi arama motorları “tüm interneti” tararken, gerçekten tüm interneti tarayabiliyor mu? Cevap hayır! Bazı web siteleri var ki arama motorlarının kullandığı “crawler” denen yazılımlar teknik imkânsızlıklardan dolayı onlara erişemiyor. Bugün arama motorlarının erişemediği internetin (derin web), eriştiği internetten (yüzeysel web “surface web”) beş yüz kat daha büyük olduğunu söylersek, yukarıdaki “bazı” kelimesi de aslında çok alçakgönüllü bir ifade olarak kalır. Beşyüz misli oranı kabaca bu hesaptan geliyor; yani arama motorları şu an internet üzerinde yer alan her beşyüz bilgiden sadece bir tanesine erişebiliyor. Dolayısıyla herhangi bir internet kullanıcısı dünya üzerinde herhangi bir noktadan arama yaptığında netteki bilgilerden ancak beşyüzde birini baz alan sonuçlar üzerinde sörf yapabiliyor. Bir yanda popüler arama motorları bu erişilemeyen web sayfalarına da erişmenin ve oradaki bilgileri de olağan aramaların sonuç listelerine eklemenin yollarını ararken, alternatif web tarayıcıları (örn. TOR), wiki sayfaları (örn. Hidden Wiki), hatta eticaret siteleri (örn. Silk Road) kurulmuş durumda. Bu imkânlar sayesinde erişilemeyen, “sessiz çoğunluk” durumundaki web sitelerine de erişilebiliyor. Hem de IP adresi gibi erişim kimlik bilgilerinin izini internetin mimarisi gereği yol üstünde geçmek zorunda kalınan gereksiz web sitelerine bırakmadan. Her ne kadar derin web altyapısının varlık sebebi yasadışı olmakla ilgili değilse de bazı yasadışı işlemlerin (örn. uyuşturucu temini) kolay ulaşamaz özelliğinden dolayı derin web sitelerinden yapıldığı da bir gerçek. Yasaklamanın imkânsızlığı sadece internet teknolojileri ile sınırlı bir (sosyo)teknik olgu değil. Tarih bize sadece dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir şeyin yasaklanmış olduğunu söylemiyor; yasaklı döneminde bile o şeyin varlığını öyle ya da böyle sürdürmüş olduğunun da altını çiziyor (hatta çoğu durumda yasaklamanın o şeye olan talebi artırdığını da). B CBT 1383 12 / 20 Eylül 2013 üyük eğitimcimiz Hasan Âli Yücel, 19 Temmuz 1950 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Salih Zeki Bey’i ölümünün 29. yılında güzel bir yazı ile anmıştır. Bu yazısında Hasan Âli Yücel, biraz kısaltılmış olarak şunları söylemektedir: “...Salih Zeki, Türk irfanının velinimetlerinden biriydi. Bizim çağdaşlarımız fizikten ne öğrenmişse onun Hikmeti Tabiiyye kitabından öğrenmişlerdir. Deneme yapılmayan o devirde okuduğumuz bu kitabın, yalnız alet resimlerinden şikayet ederdik. Salih Zeki merhumun şimdi elimde olmayan bu kitabında, ağdalı ve anlaşılması güç terimler olmakla beraber, ifade sağlam ve açıktı. Hele onun Hendese’leri, bizde bu ilmin Mecelle’sidir. Cevdet Paşa, Mecelle’nin baş tarafındaki ana kaideleri nasıl metin bir Türkçe ile yazmışsa, Salih Zeki de hendesenin başlangıcını aynı kuvvet ve açıklıkla dilimizde ifade etmiştir. En az iki neslin, orta öğretim esnasında fizik ve matematik bilgilerini edinmede ona borcu hakikaten büyüktür. Fizik ve matematikte yüzünü göstermeden bize üstadlık eden Salih Zeki, felsefe derslerinde de ilim felsefesi ve ahlak konularında tekrar gıyabi hocamız oldu. Alexie Bertrand’dan tercüme ettiği iki kitap, sultanilerin ilk kurulduğu yıllarda kitapsız ve ne olduğu belirsiz okutulan bu derslere bir düzen verdi. Hafızam, “Bilmek, ölçmek demektir” sözünü hala türlü ölçüsüzlükleri gördüğü zaman, bana o kitaptan hatırlatır. Bu iki tercüme kitap, seneler senesi Türk gençlerinin dimağını en yüksek bilgi ve ahlak meseleleri üstünde çalıştırmıştır. Her iki kitaba Salih Zeki’nin yaptığı haşiyeler (açıklamalar) bugün bile okunup istifade edilecek bilgilerle doludur. O zaman biz gürül gürül Arapça ve Farsça okuduğumuz halde bu iki kitabın dilini sökebilmek için perişan olurduk. Bunları Salih Zeki merhumun tercümelerini tenkid için değil, bizim o zamanlarda öğrenmek için çektiklerimizi bugünkü nesle haber vermek için söylüyorum. Muhakkak olan şurasıdır ki, bu koyu terimleri, o merhametli bir edebiyatçı olgunluğuyla en anlaşılabilecek bir şekilde kullanmaya muvaffak olmuştur. Fikir hayatında izlerini bugün bile açıklıkla şuurumda bulduğum okul dışı yazılarını şu anda onun aziz ruhuna minnetle hatırlamaktayım. Fransızca hocam Darüşşafaka’lı Necati Bey’in daha rüştiyede iken bana mükafat olarak verdiği ve kendisini yetiştiren bu halkçı müessesenin adını taşıyan mecmuada onun felsefi konuşmaları arasında bir tanesi vardır ki, karşılıklı konuşma tarzında yazılmış olan bu makaleden skolastiğin ne olduğunu ilk defa duymuş ve onu şöyle böyle anlamışımdır. Konuşma diliyle yazılmış bu açık ifadeli satırların arkasından o zaman seyrettiğim yobaz dimağıyla aydın bir ilim adamının beynindeki selim işleyişi, bugün de aynı hayretle görüyorum, bugün de aynı hasretle arıyorum. Salih Zeki, kimbilir benim gibi ihtiyarlamaya başlamış, vicahi veya gıyabi kaç tilmizin ruhunda, bütün zekâsı ve parlak idrakiyle yaşamaktadır? Salih Zeki, babasıyla anasını küçük yaşında kaybetmişti. 10 yaşında büyükannesinin verdiği Darüşşafaka’dan 1882’de birincilikle çıktı. Bir müddet sonra Paris’e tahsile gönderildi. Oradan da elde ettiği büyük başarıyla memlekete döndü. Artık elektrik mühendisi olmuştu. Fakat yaradılışı onu pratik sahadan çekiyor, daha ziyade teorik bilgiye götürüyordu. Bu içgüdü ile öğretim hayatına da atıldı. İlk hocalığı, tahsilini borçlu olduğu Darüşşafaka’dadır. Daha sonra Mülkiye’de, Mühendislik’te ve Bahriye Mektebi’nde fizik, elektrik, matematik okuttu. Abdülhamid devrinde gençlerin Avrupa’ya gitmelerinden korkuluyordu. Açıktan söylenilen kaygı, dinsiz olmalarıydı. Fakat asıl korkutucu sebep bu değildi. Oradaki asi Genç Türklerle temas etmeleri ve hürriyet, meşrutiyet fikirlerine bulaşmalarıydı. Onun için Maarif Nazırı Zühtü Paşa’ya İstanbul’da bir Darülfünun açılması işi havale olunmuştu. Bu emrin yerine getirilmesinde Salih Zeki’nin hizmeti büyüktür. Bilhassa Riyaziye şubesi, onun kurduğu bir bilgi ocağı sayılabilir. Osmanlı devrinde eski riyaziye geleneği, Gelenbevi İsmail ile bittikten sonra, Hoca İshak Efendi ile başlayan Şarklı, Garblı matematikçiler kolunun son halkası Salih Zeki’dir. Salih Zeki, Şark’ta ve İslam âleminde yetişmiş matematikçileri bildiği kadar, Garbdakileri de tanırdı. Onun ölümünden sonra böyle çift kanatlı bir riyaziye bilginimiz yetişmemiştir. Eşsiz kalan ve halefleri tarafından devam ettirilemeyen, Asarı Bakiye adlı, biri müsellesat (trigonometri), diğeri cebir ve hesaptan bahseden iki ciltlik eseri, büyük bir ilim ve tarih kıymeti taşır. Ahbap olduğu Fransız Bankası müdürü M. Lemoin, Montucla’nın dört ciltlik matematik tarihini ona tanıtmıştı. Bu ilim dostunun teşvikiyle kitabı okumaya başladıktan sonra Şarktaki eserleri de incelemek ihtiyacını hissetti ve bir gün Ayasofya Kütüphanesi’ne giderek Arapça ve Farsça riyaziye eserlerini çıkartıp onları incelemeye başladı. Fakat bu da ona yetmemişti. Şark riyaziyecilerinin ne yaptığını anlayabilmek için eski Yunanlıların bu ilimlerde nereye kadar ilerlemiş olduklarını öğrenmeliydi. Bir yılını buna verdi. Gördü ki, Yunan matematiğini iyi anlamak Sanskritçe’deki eserleri tetkike bağlıdır. Bunların da Fransızca tercümelerini okudu. Bundan sonra, yani birkaç yıl süren hazırlığı müteakıp asıl mevzua girdi. Kitap ancak 1912’de neşredilebildi. Tam 24 senelik bir zaman. Bu gayret, bu devamlı himmet, bu menfaat beklemeyen ilim merakı, o büyük eserin sahibine kalblerimizde o eserden büyük bir minnet ve hürmet uyandırmalıdır. Salih Zeki’yi haleflerinin minnetine ve hürmetine layık kılan emeği, bundan ibaret değildir. Yalnız bir cildi 1899’da neşredilmiş olan Kamusı Riyaziyat, bir vukuf ve gayret şaheseridir. Maarif’te Bakan iken bu eserle şahsen meşgul oldum. Bu işi bilen matematikçi arkadaşlara işi havale ettim. Bir türlü bu ağır yükün altından kalkamadılar. Hakları vardı. Onu, ancak eserin yorulma bilmeyen sahibi gibi Şarkı ve Garbı tanıyan bir Türk bilgini başarıyla bastırılacak bir hale getirebilirdi. Tab’ına muvaffak olsaydım, Türk irfanına büyük bir hizmet yapmış olacaktım. Aynı zamanda Salih Zeki’ye karşı duyduğum minnetin hiç olmazsa bir küçük parçasını ödeyecektim. Olmadı. Candan temenni ederim ki, haleflerimden birine bu şeref ve bu hizmet nasip olsun... Kendisinden sonra gelenlere bu büyük ilim adamı, yepyeni ve canlı bir numune olamaz mı?...”