Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
EVRİMSEL DİLBİLİM Gereksiz bilginin gerekliliği EVRİMSEL BİYOLOJİ DİLLERİN EVRİMİNE IŞIK TUTUYOR HintAvrupa dillerinin anayurdu Anadolu B Sözcüklerin evrimiyle türlerin evrimi arasında paralellik kuran bir grup bilim insanı, konuştuğumuz dillerin insanlık tarihinin bilinmeyen yönlerine ilişkin çok önemli ipuçları içerdiğini ileri sürüyor. Evrimsel biyolojiden esinlenerek geliştirilen evrimsel bir dilbilim tekniği ile yapılan son çalışmalar, HintAvrupa dillerinin kökeninin Anadolu olduğu tezini destekler nitelikte. iyologlar evrimsel geçmişimizi araştırırken türlerin zaman içindeki gelişiminden yararlanır. Benzer şekilde dilbilimciler de son yıllarda konuşulmakta olan dillerin kökenine inmeye çalışırken, sözcüklerin bugüne kadar geçirdiği evrim sürecini inceleme yoluna gittiler. Auckland Üniversitesi’nden bilişsel ve evrimsel psikolog Russel Gray ve meslektaşı Quentin Atkinson dilleri evrim geçiren yaratıklar gibi görüyor. Bir anlamda genler ve diller arasında paralellik kuruyor. Avrupa kültürünün kökenine ilişkin 200 yıllık tartışmaya da bu yolla açıklık getirmeye çalışan ikili, evrimsel biyologların yöntemlerinden esinlenerek geliştirdikleri bilgisayar tekniği yardımı ile yalnızca dillerin kökenine değil, atalarımızın günlük yaşamlarına ilişkin çeşitli konularda da yeni varsayımlar geliştiriyor. İkinci görüşü ilk ortaya atanlardan Atkinson ve Gray, Bayezyen filojeografik yaklaşımdan yararlanarak, 103 eski ve çağdaş HintAvrupa diline ait sözcüklerin nasıl yayıldığını araştırdılar. Sonuçta elde ettikleri bulguların Anadolu varsayımını, Karadeniz’in step varsayımından daha fazla desteklediğini gördüler. Çünkü HintAvrupa dilleri ağacının kökleri, konum ve zamanlama olarak tarımın 80009500 yıl önce Anadolu’dan dünyaya yayılışı ile örtüşüyordu. Bu çalışma ayrıca filojeografik yaklaşımın, insanın geçmişi ile ilgili tartışmalı konulara çözüm arayışında çok önemli bir rol oynadığını da ortaya koyuyor. ve Bengali, Urdu ve Hint dilleri gibi Güney Asya dillerini kapsar. Bütün bu dillerin tek bir ortak atadan çıkmış olması gerekir. Bu ortak dile de ÖnHintAvrupa dilleri denir. Çalışmaların bu evresinde sahneye Gray ve Atkinson çıkıyor. İkilinin aklına genetik kalıtsallığı incelemek için geliştirilen yazılımdan yararlanmak geliyor. Avrupa ve Asya’da konuşulan dillere ait sözcükler evrimsel yazılıma girildiğinde, ÖnHintAvrupa dillerinin 800010000 yıl öncesinde kullanılmış olduğu sonucu çıkıyor. Bu da Anadolu varsayımı ile birebir örtüşüyor (Nature, vol 426, p 435). Atkinson, dillerin kökenini bulmak için yaptığı çalışmalarında daha da derinlere inmenin yollarını araştırmaya başladı. Ancak diller arasında eşkökenli sözcük arama çabalarında çok önemli bir sorunla karşılaştı. Bu sorun, birbirlerine Japonca ve İngilizce kadar benzemeyen dillerde en sık kullanılan sözcükleri saptamak ve bunların ortak kökenlerini bulmakta yaşanıyordu. Ancak bunun için 15.000 yıl öncesine gitmek gerekti. Ve Gray 10.000 öncesinde bir “zaman engeli” ile karşılaştığını söyleyerek bu projesinden şimdilik kaydıyla vazgeçti. Söz konusu tekniğin sakıncaları ve eksiklikleri ne olursa olsun, vazgeçilemeyecek kadar önemli olduğu yeni yeni anlaşılıyor. Bu yöntemle elde edilen aile ağaçlarının değeri dilbilimin de ötesine taşıyor. Gray bu değeri şöyle açıklıyor: “Bir dil ağacını insanlık tarihinin bir temsilcisi gibi görebilirsiniz. Kaldı ki kültürler parçalanıp, göçler başladığında yalnızca sözcükleri değil beraberinde başka şeyleri de naklederler.” TEKNİĞİN YENİ KULLANIM ALANLARI Günümüzde işe yarar ne varsa, günlük hayatımızda kullandığımız her şey, geçmişte “kalem efendisi” olarak adlandırabileceğimiz insanların bulduğu gereksiz bilgiler sayesindedir!..Can Gürses, cangurses.com, twitter: @canitti G BİYOLOJİ İLE DİLBİLİM ARASINDAKİ PARALELLİK Bugün HintAvrupa dil ailesinin kökeni ile ilgili birbiriyle çatışan iki önerme söz konusudur. Bunların daha eski ve daha yaygın olanı Kurgan modelidir. Bu model, dillerin kökeninin 6000 yıl öncesinde Karadeniz’in kuzeyindeki steplere uzandığını varsayar. Burada yaşayan göçebe çobanlar Avrupa ve Asya’yı ele geçirerek, dillerini geniş alanlara yaymışlardır. Bugün yaygın kabul gören bu görüş, sözcüklerin kökeni ile arkeolojik bulgular arasında bir uyum olduğunu öngörüyor. Buna karşıt diğer görüşe göre ise HintAvrupa dilleri 80009500 yıl önce Anadolu’dan çıkmadır. HİNTAVRUPA DİL AİLESİ İLE İLGİLİ VARSAYIMLAR Dilleri nefes alan, yaşayan organizmalar olarak birbiri ile karşılaştırmak bilim insanlarının ilk kez yaptığı bir şey değil, Charles Darwin 1871 yılındaki The Descent of Manİnsanın Türeyişi isimli kitabında dilleri şöyle değerlendiriyordu: “Farklı dillerin ve farklı türlerin kademe kademe ilerleyen bir süreç içinde gelişiyor olması, ikisi arasında çok ilginç bir paralellik oluşturuyor.” Hatta bazılarına göre Darwin, dil ailesi kavramını ortaya atan kendi döneminin dilbilimcilerinden etkilenerek türleşme modelini geliştirmiş olabilir. “Evrim illâki DNA’larla ilgili olmak zorunda değil” diye konuşan Hollanda, Nijmegen’deki Max Plank Psikolinguistik Enstitüsü’nden Michael Dunn, “Dillerin de organizmalar gibi türleri, üremesi ve seçilimi vardır. Bildiğim kadarı ile dil evrim geçiren bir şeydir. Bu bir metafor değildir” diyor. Bu karşılaştırma bununla kalmıyor. Birbiriyle ilişkili organizmaların benzer genlere sahip olması gibi, farklı dillerdeki sözcükler ortak bir kökten türemişlerdir. Bunlara eşkökenli (cognate) sözcükler denir. Örneğin İngilizce’deki “mother” sözcüğünün, Almanca’daki “mutter”, İspanyolca’daki “madre”, Latin’cedeki “mater” ve Sanskritçe’deki “maatru” ile aynı kökten geldiği açıktır. Bu ortak kökün de kadim bir dilden türemiş olması büyük bir olasılıktır. Mu tasyonlar birbiri ardına gerçekleştikçe, bazı sözcükler kullanımdan kalkar ve yerine bambaşka bir sözcük gelir. Zaman içinde değişime uğrayan dil, yepyeni bir sözlük oluşturur ve bu sözlük akraba olduğu dillerden tümüyle farklı olabilir. HER SÖZCÜĞÜN EVRİM HIZI FARKLI Yale Üniversitesi’nden Claire Bowern bu değişimin hızı ile ilgili şöyle konuşuyor: “Sözcükler zaman içinde değişir. Eğer ne kadar hızlı değiştiğini hesaplayabilirsek, ortak ataya kolayca ulaşabiliriz.” Buradaki sıkıntı, tüm sözcüklerin aynı hızda değişmemeleridir. Pratikte, farklı sözcükler ve diller farklı hızlarda evrilir. Dolayısıyla bu yöntemle geriye dönük ortak ataya ulaşma çabaları doğru sonuç vermez. Sonuçta tarihsel dilbilimcilerin zaman dilimi hakkında bir tahminde bulunabilmeleri için başka ipuçlarından yararlanma zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bu yollardan biri eşkökenli sözcükleri, kaynak dil içinde arayıp bulmaktır. Örneğin tekerlek sözcüğünü ortak köken içinde araştırıyorsanız, tekerleğin bulunuşuna ilişkin arkeologların verdiği tarihe bakıp, o dilin yaşına ilişkin bir varsayımda bulunabilirsiniz. Ancak bu da bir çözüm değildir, çünkü söz konusu sözcüğün kadim dönemlerde başka anlamlarda kullanılıp kullanılmadığından emin olamazsınız. Gray ve Atkinson’ın Anadolu varsayımı ne yazık ki çoğu dilbilimci tarafından kuşkuyla karşılanıyor. Hatta bazı dilbilimciler bu varsayımı “Yaradılışçıların iddialarından bile kötü” olmakla eleştiriyor. Ancak 10 yıl içinde varsayımlarının yanlışlanmadığını gören Gray ve Atkinson, eleştirileri yanıtlarken, bulgularını her gün biraz daha rafine ettiler. Ayrıca Dunn ile işbirliği yaparak dillerin soy ağaçlarını, coğrafi teknik ile birleştirdiler. Söz konusu coğrafi teknik –filojeografik teknik, virüs salgınlarının ilk olarak nereden çıkmış olduğunun tespitinde kullanılıyordu. Bu teknik de sonuçta HintAvrupa dillerinin kökeninin Anadolu olduğunu bir kez daha vurgulamış oldu (Science, vol 337, p 957). Gray ve Atkinson geliştirdikleri bu yöntemi Avustronezya dillerinin Pasifik Adaları’nda nasıl yayıldığını anlamakta kullandı. Bu kez sonuçlar halihazırdaki arkeolojik kuram ile uyum sağlıyordu. İnsanların ilk önce Tayvan’dan Filipinlere, daha sonra Borneo ve Papua Yeni Gine’ye yayılmış olduğu ortaya çıktı. Buradan Mikronezya’ya ve en sonunda da Hawaii, Paskalya Adaları ve Yeni Zelanda’ya gittikleri anlaşıldı. Bütün bunlar 4000 ile 800 yılları öncesinde meydana gelmişti (Science, vol 323, vol 479). DİL AĞACINDAN EVLİLİK SİSANADOLU VARSAYI TEMLERİNE MINA ELEŞTİRİLER New Mexico’daki Santa Fe Enstitüsü’nden Lau elmiş geçmiş en önemli matematikçilerden Gauss’un, tarihin en önemli fizikçilerinden Maxwell’in ve hatta Albert Einstein’ın gereksiz işlerle uğraşan bir dizi şarlatan olduğu söylense ne derdiniz? Muhtemelen bunu iddia eden kişiye gülüp cevap bile vermeye gerek görmezsiniz. İnsanlık tarihine de keşifleri va düşünceleriyle yön veren bu bilim adamlarının bir zamanlar gereksiz işlerle uğraşmış olabileceğini hangimiz düşünebilir ki?! Peki ya Andrew Wiles, Edward Witten veya Grigori Perelman için aynı soruyu sorsam cevabınız ne olur? Aranızdan bazılarının onlar da kim diye sorduğunu dediğini duyar gibiyim. Andrew Wiles yüz yıllardır çözülemeyen efsane Fermat Teoremi’ni ispatladı, Edward Witten Sicim Kuramı’nın öncülüğünü yaptı, Grigori Perelman da yine matematiğin efsanevi problemlerinden Poincare Savı’nı ispatladı. Fermat Teoremi, Sicim Kuramı, Poincare Savı... Henüz günlük yaşantımıza en ufak katkısı olmayan bir dizi kuram ve sav. İleri de katkılarının olabileceği veya olsa bile ne kadar zaman sonra olacağı meçhul. Peki neden bu insanlar yaşayan efsaneler? Neden bu insanları geçmişte büyük buluşlar yapmış ve buldukları şeyler günlük hayatımızın da parçaları olan bilim adamları ile aynı kefeye koyabiliyoruz? Bu sorunun cevabını bulmak için öncelikle Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın sözlerini biraz istemeden de olsa hatırlamamız gerekiyor: “Ara teknik eleman ülkesiyiz biz. O zaman biz çok daha iyi eğitim almak zorundayız. İnsanlarımızı çok daha iyi yetiştirmek zorundayız. Öyle kalem efendisi değil. Çocuklarımıza, evlatlarımıza sahip çıkacağız....” Bakan’ın konuşmasında her şey bir kenara, akıllarda en fazla kalan konulardan biri “kalem efendisi” ifadesi oldu. Bakan kısaca diyor ki; “Öyle düşünmekle, yazmakla, araştırmakla vakit kaybetmeyin gençler!.. Pratik olun, teknolojiyi iyi kullanan işçiler olun ve en önemlisi de yaratıcılıktan, yaratma çabasından uzak durun... Kalem efendisi olmayın.” Peki Bakan’ın deyimiyle “kalem efendisi” olup “gereksiz işlerle” uğraşmanın nesi yanlış diye düşünelim. ra Fortunato bu teknikten yararlanarak erken HintAvrupa kültürlerinde evlilik sistemlerini inceledi. Şu anda modern HintAvrupa kültürlerine iki evlilik sistemi vardır: Avrupa’da ve Güney Asya’da görülen monogami ve bazı Asya ülkelerinde görüler poligini (birden çok karısı olma geleneği). Acaba hangisi daha önce meydana gelmiş olabilir? Fortunato’nun kültürel ağacı eski Anadolu çiftçilerinin tek karılı olduğunu gösteriyor. Daha sonraki kültürel bölünmeler ise bazı bölgelerde görülen poliginiye yol açıyor. Anadolulu çiftçilerin tek karılı oldukları iddiası henüz tartışmalı olmakla birlikte, açılan eski mezarlarda birlikte gömülü olarak bulunan ailelerden geriye kalan kemikler bu varsayımı güçlendiriyor. DİL AĞACINDAN İNANÇ KÜLTÜRÜNE EVRİMSEL YAKLAŞIM CBT 1383 10 /20 Eylül 2013 Bu aşamadan sonra sıra 200 yıllık HintAvrupa dil ailesinin kökenine ilişkin tartışmaya geliyor. HintAvrupa dilleri, dil sayısı ve konuşan insan sayısı açısından dünyanın en büyük dil ağacıdır. İngilizce, Fransızca ve Rusça gibi Avrupa’da konuşulan dilleri Derleyen: Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 7 Eylül 2013 https://researchspace.auckland.ac.nz/bitstream/handle/2292/10655/nature02029.pdf%3Fsequence%3D3 http://www.sciencemag.org/content/337/6097/957 http://www.pnas.org/content/110/11/4159.full CBT 1383 11/ 20 Eylül 2013 EŞKÖKENLİ SÖZCÜKLER VE GENLER Zaman içinde diğer dilbilimcileri bilgisayarlı hesaplama tekniğine sıcak bakmaya başladılar. Leipzig’deki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden dilbilimci Paul Heggarty, “Kronolojik ve coğrafik açıdan bu teknik diğer dilbilimcilerin kullandığı tekniklerden daha iyi gibi görünüyor” diyor. Tekniğe ilgi büyüdükçe atalarımızın konuştuğu dil ile ilgili bir sözlüğün geliştirilmesi projesi gündeme geldi. Dilbilimciler bunu bilgisayar yardımı olmadan yapmaya çalışırken Kanada’daki University of British Columbia’dan Alexandre BouchardCote, bunun bilgisayar desteği ile otomatik olarak yapabileceğini savundu. Bunu yapmak için Gray tarafından geliştirilen dil aile ağacı üzerinden çalışan bir algoritma yarattı. Bu yılın başlarında BouchardCote ve ekibi ÖnAvustronezya dilini yeniden oluşturan bir yazılım geliştirdiler (PNAS, vol 110, p 4224). Gray, dil ağacı oluşturmada kullandığı tekniği bu eski toplumların inanç sistemlerine de uyguluyor. Kuramlardan birine göre toplumlarda ahlak dışı davranışları frenleyen Tanrı veya tanrılar kavramı olmadıkça, toplumlar gelişemez, siyasi güç hiyerarşisi oluşamaz. Gelişmiş toplumların ve dini inançların birbirlerini etkileyerek evrildiği görüşünü araştıran Gray, bu ikisinin etkileşimindeki aşamaları geriye doğru izliyor ve bu şekilde ikisi arasındaki bağlantının daha net bir şekilde anlaşılabileceğini düşünüyor. Gray gelişmiş toplumdin ilişkisini incelediği çalışmasından elde ettiği sonuçları daha yayımlanmadı ama ilk alınan sonuçlara göre, gelişmiş toplumsal yapıların ve dini inançların birlikte, “elele evrildiği kuramı” doğru değil. Başka bir deyişle inanç sistemleri, toplumların gelişmişlik düzeylerinden bağımsız olarak gelişebiliyor. Bu yalnızca bir başlangıç. Evrimsel dilbilimden yararlanarak, geçmişimiz ile ilgili pek çok konuda bilgi edinmemiz mümkün. Gray, “Tarih çok zor bir konu. Bu nedenle geçmişe ışık tutarken çok sayıda disiplinden aynı anda yararlanmamız gerekir” diyor. Sene 1939, Harpers Magazine sayı 179, sonraları bilimsel araştırmalar hakkında her tartışmada hatırlanacak, kült haline gelecek bir makale yayımlanır, “Faydasız Bilginin Faydaları” anlamına gelen “The Usefulness of Useless Knowledge”. Yazar Abraham Flexner makalede, insanlığa yön veren birçok bilimsel gelişmeyi ele alıyor... Buluşları yapanlar mı kredi almalı yoksa gerisinde o buluşun yapılmasını olanaklı kılan birçok teorik çalışma mı gibi temel soruları tartışıyor. Radyonun keşfi Marconi’nin olduğu kadar, bu keşiften yüz yıl önce elektromanyetik teoriyi keşfetmiş olan Maxwell’in ya da Einstein’in Relativite Kuramı’nı keşfi bu kuramın temel matematiksel dayanağı olan Eğri Uzayların Geometrisi’ni keşfeden Gauss’un da büyük başarısı değil mi?.. Maxwell ile Marconi’nin, Gauss ile Einstein’ın çalışmalarını birinden farklı kılan en temel unsur, hem Maxwell’in hem de Gauss’un keşiflerinin ne işe yaradığı ve/veya yarayabileceği konusunda kendileri dahil kimsenin en ufak fikrinin olmamasıydı. Yaptıkları bu çalışmalar uzun zaman sonra başka dahilerin elinde kullanılabilir bir araç ve evrenin bazı sırlarını açıklayabilen bir fizik kuramı haline geldi. Bu şekilde bakıldığında göreceğiz ki birçok keşif, daha önce devrim niteliği taşıyan ve keşfedildiği zaman ne işe yaradığını kimsenin bilmediği, yararsız bilgi niteliğinde olan bir başka keşfin sonucunda olmuş. Dolayısıyla aslında günümüzde işe yarar ne varsa geçmişteki “kalem efendileri” tarafından keşfedilmiş gereksiz bilgiler sayesinde vardır diyebiliriz! O halde tam da Flexner’ın makalesinin başlığı gibi; faydasız bilginin faydası, gereksiz bilginin gerekliliğinden yola çıkalım ve bir gereksiz bilgi paylaşalım: Bir radyo veya televizyon yayını aslında yayıncıdan alıcıya giden sinyallerdir. Sinyalin, izlediği yol boyunca çevredeki bir sürü elektronik cihazın yarattığı başka sinyallerle etkileşmesi sonucunda (ki buna gürültü adı verilir) alıcıya ulaştığı hali, yayıncıdan ilk çıktığı şeklinden eser bile taşımayabilir. İşte bunun olmasını engellemek amacıyla, sinyal gönderilirken içine ekstra bir hata düzeltici kod yerleştirilir. Bu kod, sinyal alıcıya ulaştığında ilk halinden farklıysa, alıcının, gürültü etkilerini ayırıp sinyalin orijinal halini algılamasını sağlar. Bu sayede TV’deki görüntü pürüzlü değil, pırıl pırıl çıkar!.. 2008’de ise Prof. James Gates, süpersimetri denklemlerini temsil eden adinkra adı verilen geometrik objeler bulur. Yalnız bu adinkraların belirli bir de özelliğini keşfeder: evreni açıklayan denklemlerin yapısı, günlük hayatta sinyallerde kullandığımız hata düzeltici kodların yapısıyla aynıdır ve sorar: “Acaba evrende içinde hata düzeltici kod yapısı olan bir yayın mı var ve biz alıcılar yani insanlar evreni, gelen sinyalleri algıladığımız biçimde mi görüyoruz, yani Matrix filmi aslında gerçek olabilir mi?” James Gates gibi bir “kalem efendisi” olmasa hata düzeltici kodların matematiksel yapısının evreni açıklayan denklemlerde çıkabileceği kimin aklına gelirdi ki?! Belki de günün birinde bir başka “kalem efendisi” yaşadığımız evrende algıladıklarımızın ötesinde de bir şeyler olduğunu keşfedecek ve bir başkası da keşfedilen diğer gerçeklikleri algılamamızı sağlayacak teknolojiyi geliştirmemize önayak olacak. Açıkçası, Prof. Gates’in bulguları Türk insanına hiç yabancı gelmemeli. Sürekli olarak bize dayatılan sanal gerçeklik içinde yaşayan, farklı şekilde düşününce ve/veya davranınca “hata düzeltici yapılar” sayesinde hemen ötekileştirilip cezalandırılan bizler artık kendimize sormalıyız: Erdoğan Bayraktar’ın önerdiği gibi ara elemanlar mı yoksa işe yaramaz bilgiler keşfeden “kalem efendileri” mi olmayı tercih edeceğiz?! O ÜNLÜ MAKALE NEDEN GÖRÜNTÜ PIRIL