24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP Eşitlikçi Temel Eğitimi Yeniden Kurabilmek Temel eğitimin bu paramparça edilişiyle birlikte temel eğitim okulunun örgün niteliği de ortadan kaldırılmış ve bilimsel ve hukuki bir değer taşımayan, açık ilkokul, açık ortaokul ve açık lise uygulamalarından oluşan açık temel eğitim kavramı üretildi. Ayhan Ural, ayhanural@hotmail.com T ürkiye’de 1980’li yıllardan günümüze 2013’e temel eğitim sistemi üzerinde çok sayıda değişiklik yapıldı. Bu değişikliklerin her biri aşağıda belirtilen hariç, temel eğitimdeki mevcut eşitsizlikleri daha da derinleştirerek özellikle alt toplumsal sınıflar için eğitimden beklenen sosyal hareketlilik olanağını da büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Eğitimde eşitsizlik ve ayrımcılığı önleme adına önemli bir adım olan ve 1970’li yıllarda kararlaştırılmasına rağmen uygulanması 1990’lı yılların sonlarında başarılabilen temel eğitimin kesintisiz olarak 8 yıla çıkarılması, daha ilk günden itibaren neolibaral, neomuhafazakâr ve neofaşist çevreleri rahatsız etti. Bu düzenlemeyle bütün yurttaşlara bilimsel ve laik bir temel eğitim alma olanağı sağlanarak temel eğitim eşitlikçi ve ayrımcılık içermeyen bir yasal güvenceye kavuşturuldu. Başlangıçta 8 yıllık kesintisiz bir temel eğitim okulunu güvence altına alan düzenlemeyle temel eğitim, izleyen yıllarda 12 yıla çıkarılarak mevcut lise eğitimini de kapsayacak bütüncül bir nitelik kazanabilecekti. Ancak bilimcilerin ve demokratik eğitim savunucularının bireysel ve örgütsel direncine rağmen 2010’lu yıllara gelindiğinde sistem yeniden param parça edilerek temel eğitimin eşitlikçi ve ayrımcılık içermeyen yasal güvencesi ortadan kaldırıldı. Hiçbiri temel eğitimin bütüncül niteliğinin ortadan kaldırılması için nesnel bir gerekçe olamayacak siyasal gerekçelerle 8 yıllık kesintisiz temel eğitim; okul, program ve süre boyutlarında parçalara ayrılarak evrensel niteliği ve toplumsal işlevinden uzaklaştırıldı. Her türlü çocuk istismarına da olanak sağlayan ve seçkinci bir anlayışa dayandırılan bu param parça temel eğitim sisteminin ortaya çıkaracağı bedel daha çok alt toplumsal sınıflara ödetilmektedir. Öğrencilere, fen, anadolu, meslek lisesi ve imam hatip okulu gibi okul türleriyle seçenek sunma iddiası taşıyan uygulamalar, gerçekte toplumsal sınıflar arasındaki ayrımı derinleştirmeye hizmet etmektedir. Temel eğitimin bu param parça edili şiyle birlikte temel eğitim okulunun örgün niteliği de ortadan kaldırılmış ve bilimsel ve hukuki bir değer taşımayan, açık ilkokul, açık ortaokul ve açık lise uygulamalarından oluşan açık temel eğitim kavramı üretildi. Açık temel eğitimin gerekçeleri arasında özellikle alt toplumsal sınıflar için temel eğitimde fırsat ve olanak eşitliği sağlama düşüncesinin yer alması, ülkede eğitim hakkının nasıl anlaşıldığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Temel eğitim sürecinde yapay olarak oluşturulan okul düzeyleri ilk, orta ve lise arasındaki geçişlerde kullanılan ölçütlerin kısıtlamaların her biri uygulamanın ayrımcı niteliğini gösteriyor. Son yıllarda toplumun eğitim gündemi özellikle bu okullardan lise düzeyindeki okullara geçişteki ayrımcı uygulamalarla meşgul edilerek kitlesel bir kafa karışıklığı yaratılmakta. Türkiye’nin yakın dönem eğitim tarihi, eğitimde reform olarak tanımlanıp her defasında yeni bir ambalajla LGS, OKS, SBS gibi adlarla topluma sunulan ve alt toplumsal sınıflar çocuklar ve aileler için bir kâbusa dönüşen, dersane okul yerine geçmez işletmecileri içinse yeni kâr alanları yaratan uygulamalarla doludur. Bugünlerde de eğitimdeki mevcut eşitsizlikleri ve ayrımcılığı örtme gayretiyle yapıldığı anlaşılan SBS uygulamasının yeniden kaldırılacağı müjdesi verildi. Hatta yeni uygulanacak yönteme ilişkin olumlu bir toplumsal algı kabul alanı yaratmak için bu müjde gizemli açıklamalarla yapılmaya çalışıldı. Ancak önerilen bu yeni yöntemin de öncekilerde olduğu gibi özellikle alt toplumsal sınıfların yaşadığı temel eğitimdeki mevcut eşitsizlikleri ve ayrımcılığı önlemekle hiçbir ilgisi yoktur. SBS’nin kaldırılacağına ilişkin açıklamalardan anlaşılıyor ki, yeni uygulamayla eğitimin piyasalaşmasına verilen destek artırılarak özellikle dersane işletmecilerine yeni ve oldukça geniş bir faaliyet alanı yaratılacaktır. Türkiye’de seçkinci, eşitsiz ve ayrımcı eğitim politika ve uygulamalarının bir sonucu olarak başlangıçta her düzeydeki okulun son sınıfındaki öğrencilerine yönelen dersane işletmecilerine daha sonra ara sınıflarda okuyan öğrencileri de kapsayacak şekilde büyük bir ekonomik faaliyet alanı yaratıldı. Müjdelenen uygulamayla temel eğitim içinde oluşturulan okul kademeleri arasındaki geçişlerde önceki yılların meşrulaştırılmış merkezi değerlendirmeleri, ders değerlendirmelerini de kapsayacak şekle indirgenerek uygulanması düşülmektedir. Daha eşitlikçi olduğu savıyla önerilen bu uygulama, meşrulaştırılmış merkezi değerlendirmelerin sayısını programda yer alan ders seçilen sayısı kadar artıracaktır. Hatta bu uygulama, öğretmenin ders değerlendirmesindeki değerlendirmeleri de kapsayabilecektir. Böylece eğitimin piyasalaşması yaygınlaştırılarak, yeni yatırımcılar ve dersane işletmecileri için daha büyük bir pazar yaratılacak. Bu olası uygulamanın etkileyeceği önemli bir taraf da öğretmenler olacak. Son yıllarda Türkiye’de uygulanan eğitim politikalarının bir sonucu olarak öğretmen yenilikçi, değişimci, dönüşümcü ve devrimci niteliğinden hızla koparılarak teknisyen rolüne çekilmek isteniyor. Öğrencilerinin ders değerlendirmesinin merkezi bir değerlendirmeyle yapılması düşüncesi bunun en somut ve vahim yansımasıdır. Her öğretmen bireysel ve örgütlü olarak öğretme özgürlüğüne bu denli karışılmasına ve mesleğin saygınlığı tehdit eden bu uygulamaya karşı olabilmeli. Türkiye kamusal temel eğitimi, iyi temel eğitim ilkeleriyle herkesin erişimine açık, bilimsel ve laik bir program içeriğine sahip, gerekli koşulların sağlandığı ortamda sunulan ve etkili bir işleyişe sahip olarak üretilebilirse temel eğitimdeki mevcut eşitsizlikler ve ayrımcı uygulamaları tamamen ortadan kaldırabilir. Bunun gerçekleştirilmesinin önkoşulu ise bütün yurttaşların eşitlikçi ve ayrım içermeyen bir eğitim hakkı istemini her koşulda ortaya koyabilmesidir. Her toplumda eşitsiz ve ayrımcı temel eğitim politikalarının ürettiği bireysel cehalet, toplumsal cehalet barajında toplanarak değişik kanallar aracığıyla sandık sayıüzerinden neoliberal, neomuhafazakar ve neofaşist politikacıların ‘demokratik’ iktidarlarına meşruluk adıyla akıtılabilir. Bütün mücadelemiz, bu toplumsal cehalet barajlarını kurutmak yönünde olmalı. Gerçeğin peşinde koşmak Yelda Özsunar Dayanır <yeldaozsunar@gmail.com> Y CBT 1383 18 /20 Eylül 2013 ıllar önce ilk gençlik yıllarımda ünlü Fransız yazar Emil Zola’nın Gerçek adlı kitabını okumak beni öylesine etkilemişti ki, uzun süre çıkamayacağım bir düşünce çukuruna sürüklenmiştim. Çukurdan tırmanıp kendime geldiğimde tutkuyla bağlandığımı düşündüğüm bir kavram, bir kelime vardı elimde: GERÇEK. Gerçek artık yaşamıma tüm ağırlılığı ile oturmuştu. Hayatın anlamı, amacı olmuştu adeta. Bilim güzeldi; çünkü gerçeğin ta kendisiydi. Fotoğraf etkileyiciydi; çünkü gerçek bir yaşam görünümü sergiliyordu. Anı kitapları ve tarih çok anlamlıydı; çünkü gerçek yaşanmışlıkları yansıtıyordu. Gerçek olduğu iddia edilen, yazılan, anlatılan herşeye inanmak naifliği vardı üzerimde, uzun bir süre devam eden… Bu naiflik, televizyonların, medya denilen parlak ve renkli ambalajın üzerinde ‘Gerçek’ yazan ancak açılıp, zamanın büyüteci ile incelendiğinde gerçek olamayacak denli çelişkilerle dolu, karmakarışık bir kutuyu keşfedene dek sürdü. İnsanlar, evrensel sayılan ve tüm insanlık için benzer olması gereken adalet, dürüstlük, bilim, ortak akıl, hümanizm, doğa ve yaşamseverlik gibi mutlak gerçeklerin peşinden koşmamaya; ‘güçlü ve sahnedekilerin’ gerçek olarak yansıttıklarına sarılmaya başladılar. İçgörüsüz, populist insanların anlattıkları mutlak gerçek diye kondu dünya vitrinlerine. Güçlüye tapmak, güçlü ve zengin olmak; dünyanın tüm kaynaklarını mutlu ve refah içindeki, küçük bir azınlık tarafından kullanmak isteği yayıldı yeryüzüne. Korkudan birbirine kenetlenmiş benzer özellikteki grupların kıyasıya kavgası başladı hâkim olmaya. Bireyin tek başına, gerçek ve özgürlük adına savaşı umutsuz bir Don Kişot’luğa dönüştü yıllar içinde. Sadece birbirine kenetlenmiş benzer bir yaşam tarzını veya geçmişi paylaşan; gerçeğe değil sadece kendi çıkarlarına hizmet eden insan grupları oluştu. Bu insan grupları, dünya kaynaklarını herkez adına çoğaltmak yerine birbirlerinden kaynak çalmak için harcamaya başladılar. Fotoğrafçılar, fotomontajlarla; medya, boş ve anlamsız hikâyelerle; bilim insanları, ünlü ve zengin olmak veya efendilerini daha da güçlü kılmakla uğraşmaya koyuldu. Adalet bile herkesin olmaktan çıkıp, grupların birbirine üstün gelmek için kullandıkları bir silaha dönüştü. Kısacası mutlak gerçek, dünyada zayıfladıkça zayıfladı; belleklerden ve yürekten uzaklaşır oldu. Az sayıda insan kaldı geriye gerçeğin peşinde koşmaya cesareti gücü, zamanı ve enerjisi kalan. Bu insanları kitleler sessiz bir hayranlıkla; yine de yaşamda kalma içgüdüsünün beslediği bir korkuyla izlemeye başladılar. Korku sesleri, farklılıkları ölü toprağı gibi örttü. Özgürlük gerçek olmaktan çıkıp simgelere dönüştü yalnızca. İnsanlar yüreklerinde veya akıllarında değil; ceplerinde taşımaya başladılar bu simgeleri. Mutlak gerçek ve Emil Zola’nın ‘Gerçek’ adlı kitabı rafa kalktı belki bir süreliğine. Çizgisel olmayan, iniş ve çıkışlarla salınıp duran tarih, toplumu ve bilinci yeniden sarsıp uyandırana dek. Ancak uzak görüşlü bilge insanların söylediği gibi, tarih ‘mutlak gerçek için’ savaşan cesur insanları teker teker ayıklayıp, insanlığa hizmet ederek ölümsüzleşenlerin listesine yerleştirmek için işe koyuldu bile. Emil Zola’nın toprağa zorla gömülen gerçek tohumu büyümeye koyuldu. Kaybedilen mutlak gerçek yeniden yürek ve akıl tahtına oturuncaya dek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle